Валерий Казаков

Son Yaz


Скачать книгу

yaşadıklarının gerçek mi rüya mı olduğunu anlayamıyordu.

      Diğer odadan, sessizce, parmaklarının üzerine basarak üzerindeki yapraklı gömleğini aceleyle düğmeleyerek, yeğeninin kaldığı odaya Şaydat girdi.

      – Hay Allah Medey, ne oldu sana, oğlum? Şaşırdın mı akıllım? Bismillah de, gözüm! İmanını topla. Çıplak ayakla yerde durma, soğuk geçer, diyerek yanıp kavrulup, bin söz söyleyip, çocuğun etrafında bin kere döndü.

      Kim biliyor başından okşayıp, sandalyeye oturtarak, örtü ile sarmaladığından mı, ya da durmayıp acıma duygusu ile söylediği sözlerden mi, zavallı çocuk dayanamadan, kendi kendine hüngür hüngür ağlamaya başladı. Şaydat ise, çocuğu daha da bağrına bastırarak, içinden: “Ah, seni, keşke yaşasaydılar. Birlikte olsalar ne olurdu, çocuklarını kucaklarına bastırıp büyütmüş olsalardı, diyerek düşündü, hem o düşünceler onu boğup iki gözüne kan sıçratıp ağlattılar. Medey ise Şaydat’ı kucaklayarak, içini çekiyor ve rüyasına gelen yılanı aklından çıkaramadan duruyordu. Hem de kendini tutamadan ağladı.

      Şaydat “Ağlama, akıllım, ağlama gözümün nuru. Sen artık büyüdün, sana ağlamak yakışmaz, gözüm,” dedi ve kendini tutamadan o da ağlamaya başladı.Ne yapayım? Nereye gidip ağlayayım, biricik kızkardeşimin yüzünü nasıl unutayım. Dünya gibi güzel kızkardeşimi nasıl dünyaya indireyim? Zamansız kara yere gideni, kara yerin, kabrin koynundan nasıl çıkarayım? Garip, kara yazılı, dünyadan zamansız göçtü, bizi talihsiz bıraktı yahu! diyerek ağıt yaktı.

      Medey, Şaydat’ı sıkarak kucaklamaya devam etti. Burada işte o Şaydat’ı annesi Emis’e çok benzetti. Medey artık ağlamayı kesti. O, Şaydat’a acıyıp, susturmak istedi: “Ağlamasana, anne, ağlamasana,” diye yalvardı.

      – Ben ağlamayayım da kim ağlasın, pişman Emis zavallıyı nerden unutayım, diyerek Şaydat’ı avutup sakinleştirmek istedi. Eğer Şaydat’ın kocası Mahmut gelmemiş olsaydı, bu halde, ikisi de ne kadar zaman oturacaklarını, bilmiyordu.

      – Vay, sen ne acayip insansın? Çocuğun neden ödünü patlatmaya çabalıyorsun? Niye çocuğu üzüyorsun, diyorum sana? diyerek hanımına baktı.

      Mahmut hanımını “Delirmişsin! Aa, derhal gidip yat. Senin yüreğin bir şeye de faydasız! Gidip yerini bul diyorum,” diye azarladı. Şaydat, aklını toplayıp, göz yaşlarını sildi ve çocuğu sevip, itina ile, iki yanağından yumuşak öpüp, çıkıp gitti.

      Medey’in omuzuna ellerini koyarak, Mahmut biraz düşünceli durduktan sonra “Niye uyumuyorsun yiğit?” dedi.

      Medey cevap vermedi. Rüyasında gördüğünü söylemeye utandı hem başını öne eğip ses çıkarmadı. Mahmut Medey’i kendince anladı. “Bu ne kadar içine kapanık bir çocuk ya? İçine kapanıp ağzından laf alınmayan can. Ses çıkarmıyor baksana. Yatılı okulda seni kimse de sevmiyordur!” diyerek içinden çocuğu kötüledi. Dışından: “Yatıp uyu, yiğit. Yaşam denen zorlu şey, hem açık yürekli insanları sever. Yiğit gibi ol! Yarın Musa’nın arabası ile yazlıklar tarafına, sonra Vodohraniliş’e gidip dinlenip geliriz,” diyerek çocuğun gönlünü alıp, çıkıp gitti.

      Ne Mahmut ne Şaydat bilmiyordu çocuğun niçin ağladığını, bilmiyorlardı nasıl kötü, korkunç rüya gördüğünü. Şaydat Emis’i aklına getirip yine de ağlıyordu. Mahmut divana uzanıp sigara tüttürüyordu. Sesizlik evden gitmiş, sessizlik ile beraber uyku isteği de gitmişti.

      – Fena, uğursuz çocuk, dedi Mahmut hafifçe sadece Şaydat’a duyurmak için. Meraklanıyorum nasıl yaşıyormuş bu yatılı okulda? Çocuklar onun öfkesini döküp dövüyorlar mı ki. Mahmut, Şaydat’ı söze çağırıp “Geziyordur yaramazlık yapanlara yakalanıp,” dedi.

      Şaydat da, fısıltıyla, sadece Mahmut’a işittirmek için “Gel bırak, şunu sen! Gözün çıksın! Görüp kabul etmeden (sevemeden) gidiyorsun zavallıyı! Özlüyordur babasını! İsmi lazım değil!” dedi.

      Mahmut ağzına geleni söyleyip kurtulmuş gibi oldu, hanımına yaklaşmadan da kalmayarak “Niye kötülüyorsun Amit’i? Onda ne suç var?” dedi

      Şaydat yattığı yerden kalkıp “O değil mi Emis’i zamansız kara yere gömen? O değil mi bu çocuğu deli eden?” diyerek kocasına kızdı.

      Kocası sözünü kesti.

      Şaydat “Omurgası kopar, alkolik, yer yüzünden yok olur! Nerde olduğu belirsiz, çürüyüp leşi kalır!” diye beddua etmeye başladı.

      Mahmut hanımının hâlini pek iyi biliyordu, hem o ses çıkarmadı, yatarak dinlemeye devam etti. O vakitte Mahmut kendi de bilmiyordu, neden o söz çıktı, Amit’i lanetlemek neden icap etti? Ama ses çıkarmadan sinip yatmaya devam etti. O, Şaydat’ı artık kolaylıkla durduramayacağını anladı. Mahmut Medey’i düşünüyordu. Ne edip edip bir gün yatılı okula gitmek, hem Medey’in kimler ile arkadaş olup yaşadığını bilmek gerektiğini düşünüyordu.

      Birkaç ay oldu Medey yatılı okula gideli, ama Mahmut bir kere de gidip çocuğun hatırını soramadı, birkaç kere Şaydat ona, “Yürü çocuğu görüp gelelim dese, zamanım yok“ diyerek gitmedi. İşte o zamanlarda Şaydat Mahmut’a: “Çocuk sevmez, soyka!” derdi ve küserek şehre yalnız kendisi giderdi. Dönüp gelse, sevinçli, hem kısmetli olup ev içinde ileri geri yürüyerek övünürdü.

      – Duyuyor musun? Bizim Medey bütün yatılı okulun ağzından düşmüyor. Öğretmenler çok övüyorlar. Ne okuması, ne düzeni, kızlardan da hamarat, böyle alamet genç diye ağızları ağızlarına değmiyor. Fotoğrafı da uzun koridorda öğretmenler ile beraber asılmış. Yeni gelen, gelse de, sağ olsunlar, çok güzel imrenerek bakıyorlar, diyerek övünüyordu.

      Mahmut hanımını dinleyip tek bir güzel kelimesini tekrar eder dururdu. Sonra hanımından: “Sen bana tütün getirdin mi!” diye sorardı. Minat ise: “Unutmuşum,” deyip kocasını kızdırırdı. Böylece geçip gitti zamanlar. Artık Mahmut’un yatılı okulunu kendisini görmek istiyordu. O şeyleri kendisi bilmek istiyordu. O, olacak olsa, hemen kalkıp giderdi, öyle pek acele ediyordu.

      Başka bir odada, Medey yalnız başına yatıyordu. Ev içinde lamba parlak yanıyor, pencereden nehir tarafından başka sesler de işitiliyordu. Onların gürültüsünü horoz sesleri bozuyordu.

      Medey’de uyumaya güç yoktu. Nedeni ise onun Fatima’yı hatırlamasıydı. Yatılı okula geldiğinde, Medey’i götürüp bir kızın yanına oturttular.

      – Bugünden sonra Medey sen burada oturacaksın!, diyerek ilk günden başlayarak Fatima ile onu sıra arkadaşı yaptılar.

      Medey hiçbirsöz ağzından çıkarmadan varlığı yokluğu belirsiz oturdu, Fatima da başını yeni gelene çevirmeden, konuşmadan oturuyordu. Yalnız, öylece çok zaman geçmedi, üçüncü ders başladığında, “Senin soyismin, aileninki ile niye aynı değil?”diye Fatima aniden sordu. Me-dey şaşırdığından ne söyleyeceğini bilemeden, Fatima’nın gözlerine baktı.

      – Konuşma! diyerek öğretmen Medey ile Fatima’nın dikkatlerini kendisine aldı. Tanışmaya acele mi ediyorsunuz? Acele etmeyiniz, hemen birbirinizi gagalamaya başlıyorsunuz! dedi ve derse devam etti.

      Ama Fatima Medey’in tarafına eğilip ağırdan fısıldadı.

      – Sen şiir de yazıyorsun değil mi? Biz senin şiirlerini gazetede okuduk.

      Medey de öğretmenden çekinip hem de Fatima’nın söylediklerini sınadı; ancak bir şey anlamadı: “Dalga mı geçiyor, ya da içtenlikle mi söylüyor bu kız,” düşünceleri onu kapladı.

* * *

      Fatima bir defasında,