Анонимный автор

Aytmatov Araştırmaları


Скачать книгу

başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerde yavaş yavaş birikiyor, sonra bir yere toplanıyor. Biz buna mutluluk diyoruz.”179

      Yeni evli bir çift olan İsmail ve Seyde merkezli olarak II. Dünya Savaşı’nın sıkıntılı ortamındaki yaşama mücadelesinin anlatıldığı Yüz Yüze anlatısında, kadın karakter savaş karşıtıdır. Seyde, eşinin yokluğunda üç yetim çocuğu ile birlikte dul bir kadın iken tek geçim kaynağı olan ineğin kesilip yenilmesini kabul edemez ve bağışlayamaz. Seyde ve kadınların büyük çoğunluğu savaşın olumsuzlukları ile kuşatılmışlardır, maddi ve manevi yoksunluklardan bunalmışlardır:

      “Düşüncelere dalan Seyde o anda yeryüzünde her şeyi unutmuş gitmişti. Gözlerinin önünde asker dolu bir tren vardı şimdi. İçinden tünel geçen dağın arkasındaki tren uçsuz bucaksız Kazak ovasından uçarcasına koşuyor, vagon pencereleri önünde biriken delikanlılar sıra sıra uzanan Ala Dağlar’a bakarak ellerini sallıyorlar, türkü söylüyorlardı. Sonra dağlar da gerilerde kalıyor, mavi bir sis bürüyordu onları. Trenin arkasından yetişmeye çalışıyordu Seyde. Fakat tren gidiyor, ovanın ortasında o yalnız başına kalıyordu. Oradaki bir telgraf direğine kulağını dayıyordu o zaman. Direk inledikçe kopuzdan dinlediği ‘Anaç devenin ağıtı’ türküsünü duyar gibi oluyordu. Bu ayrılık türküsünden çok duygulanan Seyde ağır ağır başını doğrulttu.” 180

      Bir eş ve anne olarak ayrılık karşısında direnci kırılan başkişi, tükeniş anlarında tutunma noktası olarak türkülere yönelir. O, kendisi gibi anaç devenin türküsü ile savaşın ve ayrılığın yıkımlarını aşmaya çalışır. Kararlı, sevgi dolu, fedakâr bir Türk kadını olan Seyde, gidenlerin değil kalanların hikâyesinin kahramanıdır. Savaş nedeniyle ayrılan tüm insanlar benzer trajedileri yaşarlar: “Düşünüyorum da dünyada bütün insanlar, oğullarını, kardeşlerini, kocalarını bizim beklediğimiz gibi, sevgiyle, umutla bekleselerdi savaş olmazdı yeryüzünde.”181

      Savaş, tehditkâr ve yok edici yüzüyle kadınları zorlu yaşam koşullarında ve tek başına mücadeleye zorlar. Bu durum tüm aşkların yarım kalmasına, tüm dayanak noktalarının sarsılmasına neden olur; her şey eksik kalır:

      “Suvankul’la iyi kötü, uzun yıllar birlikte yaşadık. Mutlu günler gördük acılarımızı paylaştık. Yuvamız çocuklarımız oldu. Savaş olmasaydı ömrümüzün sonuna kadar birlikte yaşayacaktık. Ya Kasım’la Aliman? Ne yaşamışlardı onlar? Bütün hayatları yarınları düşünmekle geçmişti. Gençliklerini en güzel yıllarını savaş kararttı. Zaman geçtikçe Aliman’ın yarası da kapanacaktı. Yeryüzünde tek başına değildi ki insan. Belki Aliman’ın seveceği bir insan çıkar o zaman hayat yeni umutlarla dönerdi ona.

      Savaşta kocaları ölen pek çok kadın da böyle yaptı. Savaş bitince evlendiler. Kimi yeniden sevdi, mutlu oldu, kimi kavuşamadı mutluluğa. Ama hiçbiri yalnız kalmadı. Kocalarının kadını oldular. Ama bütün insanlar bir değil. Bazıları acılarını, üzüntülerini kolayca unutuveriyorlar, yeni bir hayata başlıyorlar. Bazıları içinse zor oluyor bu. Geçmişin acı anılarını kolayca atamıyorlar. Aliman da böyleydi. Kasım’ı unutmadı. Bende destek olamadım ona. Kendimi hep suçlarım bu yüzden. Güçsüz davrandım. Üzüntülerimden silkinip kurtulamadım.” 182

      Uzun ve umutsuz bekleyişlerin sona erdiği anlarda ise, kadınlar evrendeki yolculuklarına yenilenerek başlarlar:

      “Bulutların ardından güneş sıyrıldı çıktı. Yeni doğmuş bir bebek gibiydi. Yağmurla yıkanmıştı. Aliman çıplak ayakla ıslak toprakta yürüyor, her adımda bir avuç toprak serpiyordu. Gülümsüyordu. Bildiğimiz tohum değildi bunlar. Uzun bir bekleyişin umut tohumlarını serpiyordu.183

       Bak Arsen, bu dağlar var ya, hep benim aşkımı bekliyorlardı, ben de bu nedenle buralara sık sık geliyordum. Böyle olacağına inanmadığım halde yine de bekliyordum. Çünkü buralarda, bizim köylerde, Ebedi Nişanlı’nın dağlarda dolaştığına inanırlar” dedi. 184

      Evdeki melek kimliğindeki kadın, masumiyet, yumuşak başlılık, uysallık, erkeği memnun etme ve kendini ona/ çocuklara adama erdemleri ile donatılmıştır. Asalet sahibi olarak doğurganlık özelliğini yuvanın koruyuculuğu ile daha da kutsal bir misyon taşır. O artık ideal eş, ideal anne, ideal ev hanımı sıfatlarının gereğini yerine getiren bir savaşçıdır. Hassasiyetlerle örülü dünyası ile evi aidiyet hissinin ve güvenlik alanının adı olarak belirler; güvenlik alanını kapsayan ev merkezli hareket etmeyi tercih eder.

Ateşle Varoluşu Aşan Kaynak: Sevgili

      Aşk, mutluluk beklentisi içerisinde yaşamını şekillendiren birey için “yazgıyla özgürlüğü bağlayan çözülmez bir düğüm”185 halindedir. Kadın, birey olarak erkek gibi yani özgürce ve varoluşunu sorgulamaksızın sevmek ister. Böylece aşksız cehenneme dönüşen evreni tekrar cennet yapar. Yaşam, ölüm, bilgi, dostluk, insan, toplum, kültür, evren, zaman, düşünce, mutluluk vs. en varlıksal sözcüklerim ana-kavramı olarak aşkı belirler.

      Aytmatov kadınları için aşk, kader ve seçim kesişen eyleme dönük bir bütünleşme isteği ile yaşanır. Kadının mutluluğa olan açlığını ve doyumsuzluğunu yansıtan aşk kültü, sürekli bir güzellik ve mutluluk isteği taşır. Aytmatov anlatılarında Abutalip-Zaripa, Yedigey-Ukubala, Raymalı Aga-Begümay (Gün Uzar Yüzyıl Olur), Erdene-Tolugan (Cengiz Han’a Küsen Bulut), Kasımcan-Saadet (Beyaz Yağmur), İlyas-Asel (Al Yazmalım Selvi Boylum), Tanabay-Bibican (Elveda Gülsarı), Cemile- Danyar (Cemile), İsmail-Seyde (Yüzyüze) birliktelikleri aşkın kadın ve erkek için tamamlayıcı işlevini netleştirici niteliktedir.

      Louis Aragon tarafından “dünyanın aşkı anlatan en güzel hikâyesi”186 olarak nitelenen Cemile öyküsünde aşk, “yücelten olgu”187 olarak önce başkişinin yaşadığı davranışsal değişimlere yansır:

      “Cemile de değişmişti birden bire! O kahkahacı, saldırgan, çok konuşan Cemile yoktu şimdi. Sönük gözlerine soluk bir bahar hüznü dolmuştu. Yolda giderken hep inatla bir şeyler düşünüyordu. Dudaklarında hülyalı bir gülümseme vardı. Hep dalgındı. Yalnız kendisinin bildiği bir şeye için için sevindiği, mutlu olduğu da anlaşılıyordu. Bezen bir çuvalı omuzlar, sonra olduğu yere dikilip durur, önünde azgın bir sel varmış gibi, anlaşılmaz bir sessizlik içinde bekler, adımını atıp atmamaya karar veremezdi. Danyar’dan uzak duruyor, onun gözlerine hiç bakmıyordu.” 188

      Danyar’ın varlığı, sönük gözlerine duru bahar hüznü çöken Cemile’ye insan olduğunu, kadın olduğunu hatırlatır. Kocası cephede savaşırken kolhozlarda yaşam mücadelesi veren Cemile, bu duyguları ilk kez Danyar’a karşı hisseder, bunu bastırmaya çalışır ve duygularının peşinden koşar. İç benliğinin sesine kulak verir, kimseye aldırış etmez; Danyar’ın eski pabuçlarına, Kürkürü vadisinde söylediği türkülere gider. Onu Danyar’a yönelten sadece kocası Sadık ve Sadık’ın ailesine gösterdiği bir tepki değildir; savaşa, felakete, kaosa, sözde komünist parti üyeleri olan yöneticilere başkaldırıdır:

      “Cemile’m! O geniş bozkırda, hiç