Mustafa Kundakçı

Kırgız Şiirinde Akan Su


Скачать книгу

İslam’da suyun önemine vurgu yapan belli başlı işaretlerdir (Kürkan, 2018: 27).

      Hacı Bektaş-ı Veli Makalat’ında, Allah’ın insanları dört unsurdan yarattığını ve insanların yaratıldıkları unsurların özelliklerini taşıdığını belirtmektedir. Bunlardan ‘âbidler’ olarak anılan şeriat ehli yelden, ‘zâhidler’ olarak nitelendirilen tarikat ehli ateşten, muhabbet ehli olan ‘muhipler’ topraktan yaratılır. Marifet ehli olan ‘ârifler’ ise sudan yaratılır. Suyun aslı ise Allah’ın kudretinden olduğu için, aslı su olan ârif, içinde kirli ve kötü hiçbir şeyi barındırmaz. (Yılmaz vd., 2007: 44-52). Türkler arasında evrendeki dört elementten biri olarak ifade edilen suyun bereket sağlamadaki rolü iyi bilindiği için su, hayatın kaynakları arasında yer alır. Kutagu Bilig’de geçen:

      Yağız yer yasıl suv yaraştı bile

      Ara min çeçekler yazıldı küle

      Kara toprak, mavi su birbirine yaraştı;

      Ortada binlerce çiçek gülerek açıldı.

      (Atalay, 2008: 579) ifadesinde de suyun bereketi sembolize ettiği görülmektedir. Sıkça vurgulanmasa da toprak gibi ‘ana’ olarak da isimlendirilen su, Türkler için daha çok saflık timsali olarak değerlendirilir (Roux, 1994: 114).

      İslamiyetin kabulünden sonra özellikle bugünün Türk toplumlarında su ile ilgili inanışlar farklı şekillerde görülmeye başlanır. Örneğin su içerken alnını tutma, besmele çekme, suyu yudum yudum içme gibi saygı içeren davranışlar suyun kutsiyetine binaen yapılmaktadır (Ögel, 2002: 319).

      Türk kültürü içerisinde su ve su kaynakları çevresinde gelişen çeşitli inanışları ve ritüelleri görmek mümkündür. Bahaeddin Ögel’e göre su, Türk gelenek ve göreneklerinin temellerinde yer alan en büyük unsurlardan biridir (Ögel, 2002: 315). Su, tarih boyunca kurulan bütün Türk devletleri tarafından da kutsal sayılır. Hunlar zamanında suyun kutsal olarak görüldüğüne dair bilgiler bulunmaktadır. Hunların sulara ve ağaçlara kurban sundukları rivayet edilir. Ayrıca Hunların elbiselerini üzerlerinde parçalanıncaya kadar giydikleri ve yıkamadıkları da çeşitli kaynaklarda geçmekte ve bu durum kimi araştırmacılarca su kültü ile ilişkilendirilmektedir (Çobanoğlu, 1993: 289-290). Göktürk Kitabelerinde geçen “Türk milletim suyundan ayrılmazsan, Türk milleti kendin iyilik göreceksin.” (Ergin, 2001: 63-64) ifadesi de bu inanışı yansıtmaktadır.

      Manas destanında Yakup Han on dört yıllık evliliğine rağmen çocuk sahibi olamayınca karısına şöyle çıkışır:

      On dört yıldır alalı, anne dahi olmadı,

      Kutsal bir yere gidip, adım bile atmadı,

      Kutsal pınara gidip, yanında bir yatmadı,

      Bir elmanın altına, giderek oynamadı,

      Kısırlıktan kurtulup, kutlu yol bulamadı!

      Manas destanındaki bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla kısırlıktan kurtulup çocuk sahibi olmanın çarelerinden biri de kutsal sayılan bir pınarın kenarında yatmaktır (Ögel, 2002: 358).

      Dede Korkut Destanında alpler, temiz sudan abdest alıp namaz kıldıktan sonra savaşın seyrinin değiştiği ve kaybedilmek üzere olan bir mücadelede zafer kazandıkları aktarılmaktadır. Yine büyük sulardan geçmek için sudan izin istemeleri ve dua etmeleri, sevdiğinden haber almaya çalışan Banu Çiçek’in su üzerine and içmesi de suya verilen değeri göstermektedir (Aydoğan, 2006: 70). Dede Korkut Destanında Salur Kazan’ın ırmağa ve suya hitaben söylediği sözler Şamanların Yer-Su ruhlarına hitaben söyledikleri ilâhilere benzemektedir (İnan, 1998: 492):

      Çağnam çağnam kayalardan çıkan su!

      Ağaç gemileri oynatan su!

      Hasan ile Hüseyn’in hasreti su!

      Bağ ve bostanın hasreti su!

      Ayşe ile Fatma’nın nigâhı su!

      Şehbaz atlar gelip içtiği su!

      Kızıl develer gelip geçtiği su!

      Ak koyunlar gelip çevresinde yattığı su!

      Ordumun haberin bilir misin, değil bana!

      Kara başım, kurban olsun suyum sana!

(Ögel, 2002: 343-344)

      Türk topluluklarında çok eski dönemlerden beri ‘cad’, ‘cada’, ‘yada’ isimleriyle anılan ve istendiği zaman yağmur, dolu, kar yağdıran veya fırtına çıkaran sihirli bir taşın varlığından bahsedilmektedir. Kuraklığın çok olduğu, gölün ve ırmağın olmadığı veya kuruduğu yerlerde suya kavuşmak için ‘yada’ taşından fayda umulur. Gökte bulunan suyun yağmur olarak yere akıtılması için ‘yada’ taşı devreye sokulur. Yağmur, kar ve dolu yağdırdığına inanılan bu taş sayesinde hem kuraklıktan ve susuzluktan kurtulunur hem de savaş dönemlerinde çok fazla yağmur yağdırmak suretiyle düşmanların helak olması sağlanır.

      ‘Yada’ taşı, hem taş kültü hem de su kültü ile ortak bir ilişki de olması münasebetiyle farklı bir değere sahiptir. Bazı dönemlerde bu taşı elde etmek için uzun ve kanlı savaşlar yapan Türk topluluklarında taşın rengi, şekli, bulunduğu yer ve kullanım amaçları ile ilgili inanışlar ortaklık gösterir. Buna göre ‘yada’ taşının yağmur yağdırmasının yanında azgın yağan yağmurun durdurulması için de kullanıldığına inanılmaktadır. Bu taşı kullanarak kurak zamanlarda yağmur yağdıran kişiler ödüllendirilmekte buna karşılık yağmurların yağmurun bir felâkete sebep olacak şekilde aşırı yağması durumunda ise ya öldürülmekte ya da memleketten uzaklaştırılmaktadır (Ayan, 2002: 627-628).

      Kaşgarlı Mahmut da Divanü Lugati’t-Türk adlı eserinde ‘yada’ taşından bahseder. ‘Yat’ olarak adlandırdığı bu taşın, Yağma ülkesinde yaşayan Türkler tarafından yağmur yağdırma amaçlı kullanıldığını belirten Kaşgarlı Mahmut, bizzat kendisinin şahit olduğu bir hadiseyi de anlatır. Sıcak bir yaz gününde Yağma ülkesinde yangın çıkınca ‘yat’ taşı kullanılarak yağmur yağdırılır ve bu sayede yangının büyümesi önlenir (Gezgin, 2009: 75).

      Eski Türkler de ‘bengü su’ Kutadgu Bilig’de ‘tiriglik subı’ (ölümsüzlük suyu) İslamiyette ise ‘âb-ı hayat’ olarak adlandırılan ve içenlere yeniden can verip ölümsüzlük sırrına ermelerini sağlayan bir suyun varlığına inanılır (Ögel, 1989: 106). İçildiği zaman ölümsüzlüğe kavuşulacağına inanılan bu suyla ilgili bir rivayet de Zülkarneyn’e atfedilir. Zülkarneyn ölümsüzlük suyu olduğunu duyar ve bunu aramaya karar verir. Zülkarneyn, Hızır diye anılan Elyesa ile askerlerinin refakatinde yolculuğa başlar. Yolda bir fırtına yüzünden Zülkarneyn ve Hızır askerlerden ayrı düşerler, bu arada Hızır ilahî bir ses duyar ve bir nur görür ve kendini çeken bu sesin yanına gider. Orada hayat çeşmesini bulur, suyundan içer ve bu suda yıkanır. Böylece hem ebedî hayata kavuşur hem de olağanüstü güçler kazanır. Zülkarneyn ile karşılaşınca olanları anlatır. Birlikte suyu tekrar bulmak için çaba gösterseler de ulaşamazlar. Bu sebeple Hızır’ın ölümsüzlük sırrına ermesine karşılık Zülkarneyn ölür (Akman, 2002: 6).

      İslamiyet öncesinde ‘bengü su’ olarak anılan hayat suyu İslamiyetle birlikte kısmî bir form değişikliğiyle birlikte varlığını sürdürür. Hayat ve canlılık kazandıran, şifa veren ve ölümsüzlüğe ulaştıran nitelikleri bu yeni din anlayışına ‘ab-ı hayat’ adıyla aktarılarak birçok kıssaya kaynaklık eder. Nitekim İslamiyetle birlikte ‘âb-ı hayat’ suyu; yaşanılan dünyadaki somut formu olarak ‘zemzem’ suyu, cennette ise Kevser ırmağı ile ilişkilendirilir.