Анонимный автор

Kardeş Sesler 2019


Скачать книгу

şairsin, dedim.

      –Sağ ol. Biraz yeteneğim olduğunu inkar edemem. Ama daha çok çalışmakla ilgili benimkisi. Duygularımı, kalbimin içindekileri döküyorum kağıtlara. Sonra da mahremim gibi saklıyorum onları.

      –Yeteneğini küçümsüyorsun, dedim.

      –Tezer, dedi bana bakarak. Çalışmayı yüceltiyorum çünkü onsuz yapamazdım.

      Bakışlarımı yerden kaldırmadan gülümsedim. Zil çaldı. Murat’a iyi dersler diledim. Benim dersim yoktu. Çayımı alıp manzarasını sevdiğim pencere kenarına geçtim. Murat’ın az önce söylediklerini tekrar ediyordum. “Çalış Tezer, çalış! Bunun için uğraşırım tabii ama duygularına çalışabilir mi insan?” dedim kendi kendime. Düşündüklerim mızmız bir kara bulut gibi çökmüştü başıma. Uzun zamandır içimden atamadığım bu fikir iyice şiddetlenmişti. Etrafıma bakındım. Odada kimse kalmamıştı. Sessizce kalktım. Duvarın bir kısmını kaplayan bölmeli dolaplardan, sağda en üstteki Murat’ın dolabıydı. Altıma sandalye çekip dolaba uzandım. Kırmızı defter her zaman ki yerindeydi. Kalbimin atışı hızlanmıştı. Defteri alıp, dolabı kapattım. Koridordan ayak sesleri yaklaşıyordu. Hemen sandalyeyi yerine itip camın karşısındaki yerime geçtim. Çayım henüz soğumamıştı. Defterin yapraklarını karıştırmak için sabırsızlanıyordum. Sesler uzaklaştı. Sayfaları birer birer çevirmeye başladım. Keşfedilmeyi bekleyen bir hazineydi elimdeki. Oysa Murat yazdıklarını saklıyordu. Ona bahşedilen yeteneğin hakkına giriyordu. Defterin sayfalarında dolaştıkça bütün hepsini kopyalamak istedim. Fazla zamanım yoktu. Üstün körü okuyabildiklerimden birkaç tane daha şiir seçtim. Birer kopyasını aldım. Defteri yerine kaldırdım. Çıkardığım kopyaları ise ceketimin cebine koydum. Artık soğumuş olan çayımdan bir yudum aldım. İcraatımı tetikleyen düşünceler de durulmuştu. Bu şiirlerle yarışmalara katılabilirdim. Yavaş adımlarla merdivenleri inip okuldan çıktım. Evim okula çok uzak değildi ama yürüyüşümü hızlandırmıştım. Peşimde biri varmış gibi hissediyordum. İşte, işte bunlar ayak sesleri değil mi? Süratimi arttırdım. O da hızlandı. Tok ve sert adımlarla bana yaklaşıyordu. Yakalanmış olmanın korkusuyla arkama dönüp bakamıyordum. Bütün kuvvetimi bacaklarıma verdim. Dönmem gereken aralıklar geride kalmıştı. Bu halde yürüdüm çok yürüdüm.

      Kalbim kulaklarımda atıyor, yüreğim gür sesiyle unutulmuş varlığını haykırıyordu. Peşimdeki ayak sesleri kalbim ile aynı ritimde ilerliyordu. İkisi de sanki göğüs kafesimin içindeydi. Varacağım yere bu yollardan gidilmiyordu, anlamıştım. Düşüncelerim, kaçışım ve duygularım birleşti, tek bir yol oldu. Ah! Ne geç farkına vardım, iyi ki terk etmedin beni. Arkama dönüp bakmama gerek yok, vicdanım tanıdım seni.

      (AYB Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi 2019)

      BERK DALBUDAK

      Henüz 18 yaşındadır. İlkokuldan beri yazar olmayı hayal etmiştir. Çok sayıda hikâye, deneme ve roman yazmayı denemiştir. İlk ciddi yazma çalışmalarına Avrasya Yazarlar Birliği Yazarlık Atölyesi ile başlamıştır. Atölye onun sadece yazı hayatını değil, hayata bakışını da etkilemiştir. Atölyeyi “Bu yaşıma kadar başıma gelen en güzel şey!” diye tanımlamaktadır. Üniversite sınavlarına hazırlanan Berk Dalbudak, başarılı bir roman yazarı olmayı hedeflemektedir.

      Hikâye:

      BİR ŞEY OLSUN

      Deneme:

      MODERN KÖLELİK

      BİR ŞEY OLSUN

      Karanlık, gökyüzünü çoktan esir almıştı. Ankara yorulmuş, sabahki gürültüsünden eser kalmamıştı. Evlerin ışıkları birer birer sönüyordu. Ben ise tamamı camdan olan salon duvarından caddeyi seyrediyordum. Çayyolu’nun kendine özgü havası beni çoğu zaman güvende hissettiriyordu. Bir yandan da kendini beğenmiş bir semt olduğunu düşünüyordum. Bazen diyorum ki; Çayyolu’nu alıp farklı bir şehre yapıştırsak ne değişir? Muhtemelen birçok şey aynı kalacaktı. Çünkü Çayyolu, Ankara’yı Ankara yapmıyordu. O kadar kendini beğenmişti ki, Ankara ile muhatap dahi olmuyordu. Ankara’ya değer katıyor olsa da kendini diğer semtlerle bir tutmuyordu. Bu aykırı tutumu sinirlerimi bozuyordu. Bana göre Ankara her şeyiyle bütün olmalıydı. Ama Çayyolu, kendini bir türlü Ankara’ya yakıştıramıyordu. Çok bencil de olsa kendimi güvende hissettirdiği için Çayyolu’nu seviyordum.

      Evim tek odalıydı. Fakat en büyük villalara dahi değişmeyecek kadar çok seviyordum onu. Camın hemen önünde L şeklinde bir çek-yat koltuğum vardı. Bu sayede hem yatak odasına ihtiyacım duymuyordum hem de tasarruf etmiştim. Zaten hemen hemen hiç ziyaretçim olmuyordu. Bu yüzden çoğu zaman kalktığımda yatağımı kaldırmak dahi istemiyordum. Sonuçta kimse görmeyecekti.

      Koltuğun hemen yanında çalışma masam duruyordu. Evde çalışırken, Ankara’nın tüm güzelliği önüme seriliyordu. Bu güzel manzara karşısında bir şeyler yazmak çok kolaydı. Tıkandığım noktalarda ara veriyor, arkamdaki sehpanın üzerindeki pikabı çalıştırıp müzik eşliğinde dışarıyı seyrediyordum.

      Odanın sağ tarafı boydan boya kitaplıktı. Biraz eskimiş de olsa arada bir tozunu aldığımda gayet güzel görünüyordu. Amerikan tarzı dedikleri mutfağım da bana yetiyordu. Yalnız kalmak isteyen bir insanın başka neye ihtiyacı olabilirdi ki?

      Tek kolumu koltuğun sırtlığına yaslamış, başımı da yan şekilde üzerine koymuştum. Çıplak ayaklarımı olabildiğince karnıma çekmiş, kendimi güvende hissetmeye çalışıyordum. Fakat yine de bir türlü güvende hissedemiyordum. Bir şeyleri yanlış yapıyor olmalıyım, diye düşündüm.

      Son derece güvenli bir sitede, kırk altıncı kattaki sakin bir dairede yaşıyordum. Herhangi bir düşmanım, alacaklım; bana karşı kini olan kimse yoktu. Kimseden kaçmam gerekmiyordu. Düşünmem gereken ağır bir borcum, geceleri uyanmama neden olacak, zihnimi ele geçiren dertlerim yoktu. Yakın zamanda büyük bir olay da yaşamamıştım. Sürekli ve güvenilir bir işe sahiptim. Her şey olması gerektiği, olmasını istediğim gibiydi. Fakat nedense ben kendimi çok derin bir çıkmazda hissediyordum. İçimdeki çaresizlik, korku ve endişe duyguları beni boğuyordu. Kalbim sanki yerinden fırlayacak gibi atıyor, bir türlü sakinleşmiyordum. Ne uyumak istiyordum ne de uyanık kalmak. Başka hiçbir yerde olmak istemiyordum ama bu evde kalmak da istemiyordum. Karanlık her tarafımı sarmış, bana kaçacak hiçbir delik bırakmamıştı, sanki. Ölmek ya da yaşamak istemiyordum. Bir şey istiyor, bir şeye ihtiyaç duyuyordum. Fakat ne olduğunu bilmiyordum.

      Aklıma doktorumun söylediği, bu gibi durumlarda yapmam gerekenler geldi. Hızlıca doğruldum. Karnıma çektiğim ayaklarımı temkinli bir şekilde yere uzattım. Sanki yer alev alev yanıyordu. İstemeden bu gereksiz korku hissine kapılmıştım.

      Yere basar basmaz hemen ayağa kalktım. Hızlıca mutfağa gidip dolapları karıştırmaya başladım. Dolabın birinde bir tütsü buldum. Ocağının yanındaki çakmak ile yaktıktan sonra koltuğa döndüm. Elimdeki tütsüyü koltuğun önündeki sehpanın üzerinde duran tütsü tablasına koyup koltuğa uzandım. Ellerimi serbest bırakıp bedenimi sakinleştirmeye çalıştım. Yıllardır meditasyon yapıyordum. Birçok negatif duyguyu yenmemde çok faydası oluyordu. Fakat böyle durumlarca nadiren işe yarıyordu.

      Vücudumu ne kadar rahatlatmaya çalışsam, nefes egzersizi yapsam da kalbimin atışı bir nebze olsun yavaşlamadı. Yaptığım meditasyonla içimdeki çocukla dahi buluştum. Fakat içimdeki çocuk bile korkuyor, odasından çıkmak istemiyordu. Sanki hayatımı kökünden etkileyecek, geri dönüşü olmayan bir hata yapmıştım da ona üzülüyordum.