umudu vardır.” diyerek cümlemi tamamladı. Bu durum beni bir kez daha gülümsetti. Gözlerine yardım istercesine bakıyordum. Bir cevap verecek durumda olmadığımı anlamış olacak ki hemen harekete geçti.
Ellerimi bırakmadan ayağa kalktı.
“Araç aşağıda hazır bekliyor. İmzaları orada atarsın.” dedi.
“İşim ne olacak?” diye sordum.
“Bu durum siciline işleyecek. Çalıştığın üniversite dekanı ile görüştüm. Klinikten çıktıktan sonra işine devam edemezsin. Fakat şimdi bunları düşünmeni istemiyorum. Çünkü orada ne kadar kalman gerektiğini, ne zaman çıkacağını bilmiyoruz. Olduğun durumda ne kadar terapi görürsen gör hiçbir etkisi olmayacak. Klinikten çıktıktan sonra yine terapiye devam ederiz. Klinikte ağır bir tedavi göreceksin. Sonrası bir daha kamuda çalışamayabilirsin. Fakat…”
“Bu bir sorun değil.” diyerek sözünü tamamladım. “Her şeyi yoluna girer, biliyorum. Koskoca dünya, yapabileceğim sonsuz iş var.” dedim. Bana ‘İşte benim oğlum.’ der gibi baktı.
Birkaç ay önce adını telaffuz edemediğim tanılar konulmuştu. Sadece anksiyetem olsa terapi ve ilaçlarla iyileşebilirmişim. Ama bu durumda kendimi kolay kolay kontrol edemiyordum. İşimi kaybetmek umurumda değildi.
“Yalnız kalacak, yine endişe duyacaksın. Hatta yine atak geçireceksin. Belki işler sandığından daha kötü olacak. Ama sorun değil. Bunların hepsi tedavi sürecinin bir parçası. Güven bana, iyileştikten sonra düşünürsün geleceğini. Şimdi düşünmen gereken hiçbir şey yok. Her şey yolunda.” dedi ve benden cevap beklemeyerek beni kapıya sürükledi. Bir yandan sandalyeye gelişigüzel bıraktığı kabanını alıyor, bir yandan da konuşuyordu. “Evini, işini ya da herhangi başka bir şeyi dert etmene gerek yok. Sen iyileşmene bak.”
Konuşmasının sonunda aklımda hiçbir soru işareti kalmamıştı. Hayatım hakkında en ufak bir karar dahi veremeyecek durumdaydım.
“Dünya ona baktığın kadardır. İstersen iyi, istersen kötü olur. Hayatın da aynı şekilde. Mutlu ya da mutsuz olmak bir karardan ibarettir. Sen karar verecek durumda değilsin. İstediğin kadar kendine inan, içindeki diğer senler buna izin vermeyecek. Kendini iyi olmaya zorlama artık, rahat bırak. Klinikte ihtiyacın olan her şey sana verilecek. Hiçbir çaba sarf etmene gerek yok. Herhangi bir ihtiyacın olursa doktorlarına iletmekten çekinme. Oradaki herkes sana yardım etmek için var.”
Anahtarlarımı ve kişisel eşyalarımı Rukiye Hanım’a teslim edip son kez evime baktım. Ait hissettiğim tek yer burasıydı. Bir an önce iyileşip evime dönmek istemeyi istemek için sabırsızlanıyordum. Evimle vedalaştıktan sonra Rukiye Hanım’ın beni sitenin önünde bekleyen araca götürmesine izin verdim.
Artık kalbim bir saat öncesi kadar hızlı atmıyordu. Farkında olmadan, geçirdiğim atağı atlatmıştım. Kalp ritmim düzene girmeye başlamış, nefes alış verişlerim sakinleşmişti. Artık ne istediğimi biliyordum; uyumak. Kendimi tamamen bırakıp dinlenmek, hiçbir şey düşünmemek istiyordum. Öyle de oldu.
Yıllarca bir şey olsun istedim. İyi ya da kötü bir şey değil. Sadece bir şey olsun istemiştim. İnsanlar bunu anlamamışlardı. Çünkü kendimi şartladığımı düşünüyorlardı. Onlara göre mutluluk sadece bir seçimdi.
Mutluluğun bir seçim olduğuna tamamen inansam da bazı durumlarda kontrol insanın elinde olmuyor. Bazen de mutsuz olmak isteyebilirim. Mutlu olmayı istemek bu kadar yüceltilirken mutsuz olmayı istemek neden sürekli dışlanıyor, hep sorguladım. Ben mutsuz olma hakkımı da istiyorum.
İyi olmak istemiyordum. Bir şey olsun istiyordum. Beni hayata yeniden ikna edebilecek bir şey. Tedavim ne kadar sürecek, nasıl bir süreç geçireceğim, klinikten çıktıktan sonra beni nasıl bir hayat bekliyor olacak; hiçbir fikrim yoktu. Ama bir şeyler değişecekti, buna emindim.
Bugün, klinikten çıkalı dört ay oldu. Kendimi neredeyse öldürecek olduğuma inanamıyorum. Tamamen iyileşmesem de çok büyük yol kat etmiştim. Artık zihnimi kontrol edebiliyordum. Bundan sonrası için klinikte yatarak tedavi görmeme gerek kalmamıştı. İlaçlarımı alıyor, düzenli olarak Rukiye Hanım ile görüşüyordum. Bir gün tamamen sağlığıma kavuşacağıma inanıyorum.
Önümde duran kâğıt yığınına bakıyorum. Üzerinde çalıştığım roman sonunda bitmişti ve bilgisayara geçirilmeyi bekliyordu. Daha sonra, anlaştığım yayınevine gönderecektim. Saatin çok geç olduğunu fark ettim. Kâğıtları olduğu gibi bırakıp koltuğa uzandım. İşimi bitirmenin tatlı yorgunluğu ile uyuyakaldım.
Artık mutsuzluktan korkmuyordum. Çünkü bana mutlu olmanın değerini hatırlatıyordu. Bir şeyler oluyordu ve olmaya devam edecekti. Bunu bilmek benim için yeterliydi.
(AYB Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi 2019)
MODERN KÖLELİK
Köleliğin tarihi çok eskilere uzanır. Özellikle Eski Mısır ve Yakın Doğu’da çok yaygın olarak görülen bu sistem, savaşta esir düşmüş kölelerden, yakınları tarafından para için satılan çocuk kölelere kadar zalimce köleleştirilen, sayısı hiç de az olmayan insanları barındırır. Köleler, diğer insanlara göre çok daha aşağı statüde kabul edilmekteydi. Dolayısıyla herhangi bir özgürlükleri olmadıklarından hukuki ve sosyal açıdan da bir hakları yoktu.
19. Yüzyıla kadar sıkça devam eden bu korkunç durum, günümüzde dünyanın hemen her yerinde yasaklanmıştır.
“Bu can sıkıcı geçmişi bırakıp bugüne gelelim. Günümüzde kölelik sona ermiş, her insana, bağlı olduğu devlet tarafından eşit haklar verilmiş, insanlar artık hukuki açıdan özgürleşmişlerdir. Mutlu son…” demeyi çok isterdim. Fakat bu durum şu an bile devam ediyor olabilir. Hatta bu kölelik düzeninin mağdurlarından biri de siz olabilirsiniz. “Yoo, ben gayet özgür bir bireyim. İstediğimi yapıyorum. Hayatıma kendi seçimlerime göre yön veriyorum.” dediğinizi duyar gibiyim. Üzgünüm ama yanılıyor olabilirsiniz.
Biz istemesek dahi bir şekilde içine düştüğümüz, farkında olmadığımız bir düzenin etkisi altında kalmış olabilir miyiz?
Kölelik denildiği zaman çoğu insanın aklına ilk gelen, bir insanın fiziki olarak esir alınması ve çalıştırılmasıdır. Fakat bu kadarla kalmadığı çok aşikar.
Öncelikle kendimize şu soruyu soralım; “Özgür müyüz?” Özgürlük, herhangi bir koşulla sınırlanmaya, zorlamaya, kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünme ve davranma durumu, idi. Peki, biz gerçekten herhangi bir koşulla sınırlanmadan, zorlanmadan, kısıtlanmadan düşünebiliyor, davranabiliyor muyuz?
Şimdi bana göre olası olan bir durumdan bahsedeceğim.
Küçük bir kasabada yaşayan bir adam düşünelim. Bu adam küçükken ailesinin zoruyla yıllarca okula gitmiş. Asıl istediği meslek çiftçilik olmasına rağmen daha çok para kazanabileceği farklı bir dala yönelerek istemediği bir daldan mezun olmuş ve bir işe girmiş.
Günün birinde bir kadınla tanışıp evlenmiş ve iki çoğu olmuş. Çocuklara bakmak, evin masraflarını karşılamak derken kendini unutan adam yıllarca istemediği bir işte çalışmaya devam etmiş. Yıllar yılları kovalarken bu durum böyle devam edip gitmiş.
Şimdi özgürlük kavramına tekrar dönelim. Bu adamın nelere bağımlı olduğunu (nelerin kölesi olduğunu) inceleyelim. Bir baba olarak çocuklarına karşı sorumluluğunu yerine getirmelidir, buna bir sözüm yok. Fakat bu uğurda kendi hayatını hiçe sayması kabul edilebilir bir durum mudur? Çiftçiliği severek, isteyerek, zevk alarak yapacağını düşündüğü halde bu hayalinden vazgeçip, daha çok para kazanabileceği,