Анонимный автор

Kardeş Sesler 2019


Скачать книгу

geçiriyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum.”

      Çok kararsızdım, daha önce böyle bir durumda kimseden yardım istememiştim. Öyle bir durumdaydım ki düzelmek dahi istemiyordum. İyi olmak ya da böyle kalmak istemiyordum. Ne kadar anlamsızdı bütün bunlar. Bir insan nasıl iyi olmak istemezdi ki? Düşünmeyi bırakıp gönder butonuna bastım.

      Mesajı göndermemin üzerinden on dakika geçmesine rağmen yanıt gelmedi. Saat gece yarısını geçmişti. Belki de uyumuştur, diye düşündüm.

      Bir yandan bu durum beni rahatlatmıştı. Yardım isteyen bendim ama artık mesaja cevap vermemesi için dua ediyordum. Kimseyi istemediğim gibi yalnız kalmak da istemiyordum. Nasıl bir saçmalıktı bu? Sürekli kendimi suçluyordum.

      Dünyadaki milyarlarca insandan daha iyi imkanlara sahiptim. Bir çok insan karnı aç yatmak zorunda kalırken benim buzdolabım yiyecek doluydu. Aklıma, her gün işe giderken Hacettepe acil servisinin az ilerisindeki parkta gördüğüm adam geldi. Kendimi onunla kıyasladım. Her gün aynı yerde, üzerinde bir battaniye ile uyuyordu. Hep merak ederdim, nasıl bir hikayesi var, diye. Acaba gerçekten sokakta yatmak dışında başka çaresi olmayan bir insan mıydı yoksa iş arkadaşlarımın dediği gibi, böyle insanlar bizden daha mı zenginlerdi? Daha da önemlisi yetkililer neden bu adamın her gün, Ankara ayazında sokakta yatmasına izin veriyorlardı?

      Cevap ne olursa olsun o adamın şu an soğukta, belki aç bir şekilde yattığı gerçeğini değiştirmiyordu. Ben ise sıcacık evimde, istemediğim kadar çok yiyeceğim oldu halde mutlu değildim. Benden kat be kat zor durumda olan insanlar bile hayata tutunurken ben sahip olduklarımla bir türlü yetinemiyordum. Ne kadar bencildim.

      Bir şey olsun istiyordum. Tamam, iyi olmak istemiyordum. Ama bir şey olmalıydı. Bu durumdan kurtulmak da istemiyordum, böyle kalmak da. Ne istiyordum ben, yahu!

      Derken zil çaldı. Hemen yerimden kalkıp kapının yanındaki ahizeye vardım. Ekranda güvenlik personeli Ali Rıza Beyi gördüm. Kısa bir tereddütten sonra konuşma tuşuna bastım.

      “Buyur, Ali Rıza Bey.” dedim sesimin normal çıkmasına çaba göstererek. Uzun süredir ağzımı dahi açmadığım için sesim çatlamıştı. Fark eder etmez öksürerek boğazımı temizledim.

      “Kusura bakmayın rahatsız ettim. Bir hanımefendi geldi, sizi görmek istiyor.” dedi. Ali Rıza Bey’in hemen çaprazında duran kadını henüz fark ettim. Bu kadın, doktorum Rukiye Hanım’dı. Onu görmeyi hiç beklemediğimden küçük bir şaşkınlık yaşamıştım. Mesajıma cevap vermemişti ama evime kadar gelmişti. Ne düşüneceğimi bilmiyordum.

      Titreyen ellerimle tekrar konuşma tuşuna bastım.

      “Hanımefendiyi tanıyorum, içeri alabilirsin.” dedim. Ali Rıza Bey, ‘Tamam’ anlamında başını salladı ve görüntü kesildi. Görüntü kesildiği halde, hipnotize olmuş gibi siyah ekrana bir süre daha bakmaya devam ettim. Birkaç dakika sonra da kapı çaldı. Kalbim sanki yeterince hızlı atmıyormuş gibi daha da hızlı atmaya başladı. Sadece Rukiye Hanım ile değil, herhangi bir insanla yüz yüze görüşmekten çekiniyordum. Fakat kadın buraya kadar gelmişti. Bir bahane de bulamazdım, evde olduğumu biliyordu artık. Çaresizce kapıyı açtım.

      Koridorun loş ışığı altında yüzünde hiçbir duygu belirtisi olmadan, sakin bir şekilde karşımda duruyordu. İki elinde de kahve vardı. Sitenin biraz yukarısında bulunan kahveciden aldığını hemen anladım. Neden kahve almıştı ki?

      “Hangisini sevdiğini bilmiyordum bu yüzden kendi sevdiğim kahveden aldım. Umarım beğenirsin.” dedi ve izin dahi istemeden içeri daldı. Geçebilmesi için kenara çekilmek zorunda kalmıştım.

      Lambaları yakmamıştım. Odayı aydınlatan tek şey dışarıdan gelen, gecenin solgun ışığı ve binanın koridorundan gelen ışıktı. Kapıyı kapatmadan önce Rukiye Hanım’ı gözlerimle takip ettim. Elindeki kahveleri masaya bırakıp lambaları yaktı. Sonra koluna taktığı, daha önce fark etmediğim çantasını eline indirip masanın üzerine bıraktı. Sonra da paltosunu çıkarıp sandalyelerden birinin üzerine bıraktı.

      Neydi bu şimdi? Hiçbir şey anlamamıştım. Kapıyı kapattıktan sonra olduğum yerde kalıp Rukiye Hanım’ı izledim. Çantadan bir poşet çıkardı. İçinden plastik bir saklama kabı ile yiyecek birkaç ıvır zıvır çıktı. Üstünkörü gördüğüm kadarı ile kabın içerisi tropikal meyveler ve çeşitli yeşillikler doluydu. Çok geçmeden bu salatayı hatırladım ve bu durum beni tebessüm ettirdi. Çünkü bir seansımızda ona bu konudan bahsettiğimi hatırlamıştım. Anneme bu salatayı yapmış olduğumu ve onun bunu beğenmediğini söylemiştim. “Bu malzemeler aynı anda yenir mi hiç?” diye sitem etmişti annem. Fakat ben seviyordum işte. Kimi insan midesiz olduğumu düşünse de ben seviyordum, önemli olan da buydu. Kahve ile birlikte yediğimde ayrı bir memnun oluyordum. Fakat bana annemi hatırlattığı ve kendimi kaygılı hissettirdiği için uzun süredir yememiştim. Çünkü bana annemi hatırlatıyordu. Annemin yokluğunu hissettirecek her şeyden kaçıyordum. Bir salatadan bile korkacak kadar zavallıydım.

      Poşetten salata dışında birkaç konserve yemek daha çıktı. Hiç tereddüt etmeden mutfak dolaplarımı karıştıran Rukiye Hanım, getirdiği yiyecekleri masaya hazırladı. Saatlerdir yemek yemediğimi tahmin etmiş olmalıydı.

      “Hadi durma orada, bize çatal getir.” dedi sabırsız bir ses tonuyla. Hemen kendime gelip çekmeceden iki çatal çıkardım. Birini Rukiye Hanım’a verip karşısındaki sandalyeye oturdum.

      Kahvaltı dahi yapmamıştım ama hiç iştahım yoktu. Kendimi olabildiğince zorlayıp salatadan yemeye başladım. Rukiye Hanım’dan azar işitmek istemiyordum.

      Arada bir ona ‘Neler oluyor?’ der gibi kaçamak bakışlar atıyordum. Fakat önemsemiyordu. Bir süre boyunca hiç konuşmadan yemekleri yiyip kahvelerimizi içtik. Sonra masayı toplayıp bulaşıkları yıkadı. Ben hâlâ sandalyede oturuyor, hiç konuşmuyordum. İşini bitirdikten sonra yanıma gelip bana baktı. Bakışlarını üzerimde hissetsem de ona bakmıyor, ellerimle oynuyordum. Eğilip kucağımdaki ellerimden birini tutu ve kendine çekti. Karşı koymadan ona uydum. Beni ayağa kaldırıp koltuğa götürdü.

      Yan yana koltukta oturuyorduk. Ellimi hiç bırakmadığı gibi diğer elimi de tutup avuçlarının arasına aldı. Ellerimi sımsıkı tutuyor, gözleri gözlerime anaç bakışlar attığını hissediyordum. Fakat ben onun yüzüne dahi bakmıyordum. Bakışlarım duvara kilitlenmişti. Tek elini ellerimden çekip yanağıma getirdi. Elleriyle ona bakmaya zorladı. Şimdi göz gözeydik.

      “Çantamda, gerekli olan bütün evraklar hazır olarak duruyor. Tek yapmak gereken imzalamak. Biliyorum sen…” derken birden konuşmayı bıraktı. Neden bahsettiğini çok net anlamıştım. Ona tek kaşıma kaldırarak, bakmaya devam ettim.

      “Affedersin, sözümü keseceğini düşünmüştüm.” dedi. Hafifçe tebessüm ettim. Tebessüm edebildiğime göre hâlâ bir şeyler hissedebiliyordum. Sözlerine ara vermeden devam etti. “Konuyu biliyorsun, bunu seninle sayısız defa konuştuk. Cevap verebilecek durumda mısın? Cevap vermek istemezsen sorun değil, dert etme.” diye sordu. İşte bu kadında en sevdiğim şey buydu; benden bir beklentisi yoktu. Beni hiçbir zaman hissettiklerim için yargılamamıştı. Fakat diğer herkes, “Ne kadar aptalsın! Hayatında her şey mükemmel. Rahatlığından böyle yapıyorsun. Çok bencilsin, hissettiklerin sadece kafanda. Hiçbir şeyin yok.” gibi şeyler söylüyordu. Özellikle de hiç ağlamadığım için bana inanmıyorlardı. Ama Rukiye Hanım, benim durumumda olan insanların kolay kolay ağlayamadıklarını biliyordu. Bu konuyu kendi içimde defalarca düşündüğümden hemen konuşmaya başladım.

      “Daha önceden istememiştim. Çünkü özel bir üniversitede edebiyat öğretmeniyim ve bu durumun işimi etkilemesini istemiyordum. Fakat şunu fark ettim; neden bu kadar umursuyorum ki? Siz