sistem tarafından çoktan belirlenmiş olabilir. Bu durumda; yanlışlarımız, doğrularımız, sınırlarımız önceden belirlenmiştir. Bu yargılar bizimmiş gibi benimseriz onları. Bu yargılara aykırı bir güdü duyduğumuzda kendimizi hatalı hissedebiliriz.
Doğar, okur, çalışır ve ölürüz. Bence kimse bize ne istediğimizi sormuyor ve hayatımız bu rutinlere bağlı olarak ilerliyor. Olur da durumun farkına varırsak bu sefer de çok geç olacaktır. Artık mecburiyetlerimizin ve kaybetmek istemediklerimizin kölesi olmuşuzdur.
Küresel şirketlerin para uğruna, insanların sağlığını ve isteklerini hiçe sayarak gerçekleştirdikleri ürün ve hizmetleri de bu düzene ayak uyduruyor olabilir. Bu durumda paranın kölesi olduğumuzu söyleyebilir miyiz?
Kısaca köle düzeni, varlığını farklı isimler altında eskisinden daha güçlü bir şekilde devam ettiriyor olabilir.
“Kölelere asla özgür olacakları kadar ödeme yapmazlar. Hayatta kalmalarına yetecek kadarını verirler ki çalışmaya devam etsinler.” demiştir Charles Bukowski. Bence bu söz, durumu çok net bir şekilde açıklamaktadır.
Şimdi hikâyenin aksi durumunu düşünelim. Eğer kahramanımız kendi istediği yoldan gitseydi mutlu olamayacak mıydı? Kat be kat mutlu olacağına eminim. Belki diğerine göre daha zor bir hayatı olacaktı ama sonuçta özgür bir birey olacaktı. Belki kimsenin kölesi olmayacak, inanmadığı bir hayatı yaşamak zorunda kalmayacaktı.
Eğer kölelik düzeni olmasaydı çok daha mutlu olacağımızın bariz bir gerçek olduğuna inanıyorum. En nihayetinde özgür olacaktık. Peki ya o zaman her şey yolunda mı olurdu?
İnsanlara para karşılığı bir şey yaptırılamayacağından işçi diye bir sınıf olmayacaktı belki de. Sanayi gücümüz gelişmeyecekti. Devletlerin bir işlevi olmayacaktı.
“E zaten hepimiz özgür ve mutluyuz. Ne gerek var sanayiye ya da devlete?” diye düşünmeden edemiyorum. Fakat bu durumda araba, elektrik, telefon gibi insan hayatını kolaylaştıracak icatlar var olmayabilirdi. Olmasaydı da özgür bireyler olarak kalsaydık daha mı kolay olurdu acaba hayatımız?
Benim vardığım sonuca göre kölelik düzeni hiçbir şekilde kabul edilemeyecek kadar zalim bir düzendir. Fakat insanların her konuda, koşulsuz özgür olması da sağlıklı bir çözüm olmayacaktır. Bu yüzden eşitlik değil, adaletin olması gerektiğini düşünüyorum. Herkese ihtiyacı olan kadarı verilirse kimsenin bir üstünlüğü olmaz, değil mi? Kimsenin kölesi olmak zorunda kalmayız.
İnsanoğlunun özgür yaratıldığına inanıyorum. Ali, Mehmet’e kimi sevmesi gerektiğini, neye inanması gerektiğini, nasıl yaşaması gerektiğini söyleyememeli. İnsanoğlu da sanat gibi, hep özgür olmalı…
(AYB Edebiyat Akademisi Deneme Atölyesi 2019)
EMİNE ÇOLAK
1968’de Malatya’da doğdu. Orta öğrenimimi Malatya’da tamamladı. Altı çocuk annesidir. Ankara’da esnaflık yapmaktadır. Şiir ve denemeler yazmaktadır. Yazıları çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanmıştır.
Denemeler:
DUVAR VE KÖRLÜK
KAPİTAL BABA / OĞLU NOEL
ÜZÜM VE İNSAN
SORGU
Şiirler:
GECELER
GELME
USTA
VEDA
YAR SANA GELESİM VAR
DUVAR VE KÖRLÜK
Bir ara gözlerimi kapatıp yürümeye çalışıyorum. Başaramıyorum. Görmeseydim yürüyebilirdim. Gözlerimi kapatıp yürümek anlamsız geliyor bana. Eğer saklamıyorsa bedenimi ne anlamı var. Mesele gördüklerim değil. Görünmeyeni arayışım. Yürüyebilirim gözüm ama açık ama kapalı.
Aslında önemli olan yolun beni nereye götürdüğü. Enginlere mi? Dağlara ya da çöllere belki de bir duvar çarpacak alnıma ve burnuma. Acı verecek belki. Yol engine giderse mesele yok. Kâh yürür, kâh otururum. Devam edebilirim. Dağlar çıkarsa önüme sorun etmem, çetin tırmanışta yalnız kalırsam seslenirim dağlar yankılanır, kendimi yalnız hissetmem, bana arkadaş olur. Çöl ise yoluma çıkan, kuma seraplar çizerim avuturum kendimi. Kavurur yakar çöl sıcağı, susuz kalabilirim ama bir umut bulurum seraptan geçebilirim çölü.
En kötü seçenek duvardır. Ruhsuz, sevimsiz, duygusuz. Konuşsam yankısız, sabit ve umutsuz. Sadece yaslanıp ağlayabilirim, gözüm açık ya da kapalı önemsizleşir. Ne başlangıçtır ne son, soğuk duygusuz lanet bir duvardır işte. Ben gözlerimi kapatmadan yürümek istiyorum. Engine yol almak.
Hedefler çizerim kendime ileri daha ileriye. Yürürken rüzgârın şarkısını dinlerim ağır adımlarla. Yağmurun damlaları düşerken saçlarıma hissedebilmek rahmeti bereketi, her yağmurda yıkanıp arınabilmek toprak gibi. Bir duvarı karşıma almak, bu istemediğim bir durum. Duvar üretmenin sonu tüketmenin başlangıcıdır. Arada bir arkama bakmak da isterim. Görmek bıraktığım izleri, ileriyi görmek hedefimi önüme koyarken, her adımda vazgeçiş sebeplerimi hatırlamak isterim.
Bir yazı okumuştum. Koşu bandında yürümek insanın psikolojisini bozuyormuş. Beyin her adımda ilerlediğini görmek istermiş. Koşu bandında yürürken gözlerin gördüğü manzarayla aynı kalınca yol, yürürken ilerlememiş olmak beyne zarar veriyormuş ve bu ruh sağlığını bozuyormuş.
“Yürüyün ama açık alanda duygularınızı da yürütün, beyin sabitlenmeyi sevmez.” Diyordu uzman. İşte önümde duvar olunca ilerletmez, bedenime, duygularıma ve beynime sınır koyar. Umutsuzlaştırır. Kapatma gözlerini, aç duvarın arkasını, hayal et ya da yık o duvarı. İşte o zaman bir çıkış bulabilirsin.
Dört duvar arası yalnızlık öldürür diyorlar. Evet, doğru. Ufuksuz, umutsuz, hayalsiz yaşamaktır. Bazen sınır olur duvar ülkelere. Bir gün gelir yıkılır duvar ve özgürleşir insan. Kapısı olmayan ev ya da bahçe gibidir gözlerimi kapatmak. Çiçeğini, ağacını, dumanı tüten bacasını göremeden içinde yaşayanı nasıl hayal edebilirim.
Duvar körlüktür gözlere. İnsanın kendi elleriyle ördüğü. Ve yine sadece kendisinin yıkabileceği.
(AYB Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi 2018)
KAPİTAL BABA / OĞLU NOEL
Mezopotamya ananın bir oğlu olur. Adını kapital koyar. İsim babası büyük büyük dede Plautos ve Mamon’dur.
Kapital oğul öyle oburdur ki emek, emek üretilen her seyi çabucak yer bitirir. Doymak nedir bilmez. Asırlarca Mezopotamya ananın biriktirdiği ne varsa yer yutar. Ana çaresiz en çok sevdiği kızı Anadolu’dan yardım ister. Halden anlayan müşvik kızı anasını kırmaz, dağlardan, denizlerden gelen misafirlerine çok ikramlar yapar, onları misafir eder. Niyeti kendini tanrıça sayan kızlarını, tanrı ilan eden oğullarını, kıramayan yumuşak kalpli Mezopotamya ananın yükünü hafifletmektir. Bunu gören Kapital obur oğul Anadolu kızın yanına gelir, bir plan yapar. Niyeti Mezopotamya ananın elindeki azalan hazinelerine başka diyarlarında üretip elde ettikleri ne varsa onları da ekleyip yemektir. Gözü doymaz Kapital kendini Tanrı ilan eder. Planını uygulamak için harekete geçer.
Anadolu kadın, misafirleriyle meşgul olduğu bir gün, Kapital oğul (Antalya) Demre’de şaman tohumu serpilmiş bir avuç toprak alır torbasına gizlice koyar. Niyeti kendine bir oğul yaratmaktır. Torbasına koyduğu şaman tohumlu toprakla Kostantiniy ‘ye