Ekrem Barak Arıkoğlu

Çağdaş Hakas Edebiyatı


Скачать книгу

yılkısını otlatıyorum. Ertemey’in kendisi Rus’tur.”

      “Rus ha?”

      “Evet… .”

      “Senin otlattığın yılkın çok mu?”

      “Benim, kulun tayla birlikte binden fazla.”

      “Bin!… Ooo… .” şaşırmıştı Aydo.

      “O kadar hayvanı tek başına mı otlatıyorsun?”

      “Biz oğlumla ikimiz otlatıyoruz. Oğlum senden uzunca. Şimdi yılkının başında yalnız kaldı. Bugün yılkıları bulamazsam nasıl bağlayıp geceyi geçirecek?” deyip üzüntüyle konuştu gelen kişi. Onun yüzü ince ince kırışıyor, düşünüp üzüldüğü yüzünden anlaşılıyordu.

      “Bizim bakıcımız çok sert adam. Bir kulun veya tay bir yere girse kaybolsa ondan sonra güzel gün göremezsin.”

      Onu dinleyip Aydo kendi kendine düşündü. Bu zengin olan kimseler bizim gibi hizmetçilere tatlı gün göstermeyecekler mi? Rus da olsa, kendi insanları da olsa aynılar bunlar.

      Çok geçmeden gelen kimse, unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi aniden başını kaldırıp Aydo’ya sordu:

      “Sen kimin oğlu oluyorsun, ay oğul?”

      “Benim babam Karbay idi… Annem Tağay. Babam öldü, annem hâlâ sağ.” dedi Aydo yere bakıp otları çekip yolarak.

      “Burada çoktan beri mi otlatıyorsun bu hayvanları?”

      “Üçüncü yılım doluyor.”

      Adam derin nefes alıp yüksek sesle ofladı.

      “Adın nedir senin?”

      “Adım Aydo. Senin adın nedir?”

      “Benim adım Çabus.”diye gülümseyerek cevapladı adam.

      Aydo’dan o kişinin böyle her şeyi sorması, konuşması, ona pek iyi geliyordu.

      “Ben annemle karşılaşmayalı çok zaman geçti. Beni buradan Yakın Ağa hiç göndermiyor. Bana elbise ayakkabı da vermiyor.” O, kendi babasına sızlanır gibi o kişiye anlattı.

      “Öyle… Zor oğlum, bizim gibilere şimdi hayat çok zor.” İç çekip konuştu gelen adam.

      Aydo’nun aklına üç yıldır görmediği anası geliyor yüreği sıkışıyor. Gözlerinin yaşı bir bir parıldayıp çıkıyor.

      “Benim babam da Yakın Ağa’nın yanında yaşarken öldü. Bir kış günü, çok soğukta, benim babamı Yakın Ağa, işe gönderdi. Sonra babam donmuş olarak geldi. Karanlıkta biz annemle bodrumda otururken babam içeri girdi. Onun yüzü ateş ışığında, akağaç kabuğu gibi bembeyaz kesilmiş duruyordu. Babam, güçlükle ateşin başına oturdu. Ben onun ellerini ve ayaklarını sıvazladım. Buz gibiydi. “Babacığım, senin elin ayağın niçin böyle ağardı?”diye sordum. “Bilmem ki yavrum nasıl oluyor? Donduğunda böyle oluyor işte.” Demişti babam. Ben çok üşüyen kişiyi işte o zaman gördüm.

      O gece babam, hiçbir şey yemeden, kâbuslar gördü. Sabaha karşı ateşi çok yükseldi. O, çok konuşup konuşup kalkıyordu. Biz annemle gece boyunca uyumadık. Sabah babamın yüzü, elleri ve ayakları şişiverdi. Ellerinden ayaklarından su akıyordu.”

      Çabus, Aydo’nun hikâyesini dinledikçe kendi vücudu ağrıyor gibi yüzü buruşup duruyordu. Doru at konuşan iki kişinin yanında eski otları otlayarak adımlıyordu. Aydo konuşmasına kaldığı yerden devam etti:

      “Böyle, babam üç dört gün hasta yattı. Hastayken Yakın Ağa, evimize giriverip babama bağırıp duruyordu ‘Sen Karbay, ne oldu böyle döşekte yatıyorsun, işine gitmemek için Numara mı yapıyorsun?’Ondan sonra, babamın vücudundaki acıyı görmüş olmalı ki sus pus olup çıkıp gitti.

      Bir akşam babam çok ağırlaştı. Bir yanına yatamayıp dönüp duruyordu. Sonunda, çok geçmeden babam sessizleşti. Sonra baktık ki babam nefes almıyor.

      İşte o günden sonra annemle bana hayatın ağırlığı çöktü. O günden beri bizim annemle gidecek yerimiz yok. Yakın Ağanın yanında çalışıp yaşadık. Ağa, beni bu çiftliğe mal otlatmaya getirdi. Şimdi annem nasıl çalışıp acı çekiyordur.”

      Aydo’nun böyle dillenip konuşması Çabus’un yufka yüreğini yakıyordu. Onun bütün benliğinde, onların gücüyle mutluluk içinde yaşayanları sevmediğinin göstergesiyle konuşuyordu. Aydo, ona başka şeyler de anlatıp kendi gönlünü açmayı istiyordu. O kişi, kendi gideceği yere acele etmemiş olsaydı.

      Adam, doru atın kolanını yeniden bağlayıp konuştu:

      “Bize de bir gün sıra gelir ya… .”Dizginini toplayıp ata atladı.

      “Haydi, hoşça kal yavrum. Sağlıcakla kal. Ben yılkıları gidip bulayım.” deyip atını koşturdu.

      Aydo, vedalaşıp içinden ayrılmaktan hoşlanmadığını seslenmiş fakat bu kendinde bir düşünce olarak kalmıştı.

      Doru at, gem halkası şıngırdayıp, sarkık kuyruğu yayılıp, aşağıya doğru yönelip tırıs gitmişti. Sarı elbiseli yılkı çobanı at üstünde büyük bir beşikte gibi sallanarak uzaklaşmıştı.

      Aydo, yine ak ovanın ortasında tek başına kalmıştı.

      “Ay-ay, alçaklar, kara kurtlar!” diye koyunlara var gücüyle bağırdı.

      Ak otlu ak ovada, geçitli dağlarda Aydo’nun gitmediği yer kalmamıştı. Oradaki hendeklerin, çukurların hepsini bilirdi. Onun Çohırah’ı da nerede tarla faresi, sıçan çok varsa orayı iyi biliyordu.

      Sabahın seherinden akşamın karanlığına böyle uzaklara giderek çalışmak Aydo’ya çok sıkıcı geliyor fakat sıkıcı da olsa başka gidecek yeri yoktu.

      Bugün Aydo malla birlikte çok erken ovaya çıktı. Onu kır başlı Kamat ihtiyar, tan atmadan önce uyandırdı. Aydo, bir şeyler atıştırarak malla birlikte yazıya geldi. Onu Kamat ihtiyar, uykusunu alıncaya kadar uyutuyordu fakat Yakın Ağa, Kamat ihtiyarı gür sesiyle küfrederek azarlamıştı:

      “Sen yaşlı köpek, yediğinle de kalmıyorsun, malı geç çıkarttırıp erken getirtiyorsun. O kuru karınlıyı da içeri sokup uyutuyorsun!”

      Artık Kamat ihtiyar, Yakın Ağa’nın kendisini beslemeyeceğinden korkarak Aydo’yu erkenden kaldırıyordu.

      Yakın Ağa buraya, çiftliğine, sık sık gelir. Yorga giden bora atına binip gelerek buradaki ikisini tehdit eder dururdu:

      “Siz köpekler, malınıza iyi bakmayıp koyunu oraya buraya kaçırırsanız o zaman düşünün başınıza ne getireceğimi. Ben sizi güzelce dövüp atarım dışarıya!”

      Aydo, yumuşak otlu bir yer seçip, kötü elbisesini yere serip, dönerek yattı. Çohırah onun yanında uzandı. Güzel günün sıcaklığı ve çayır kuşlarının ötüşleri Aydo’yu uyutacak ninni gibi geliyordu. Aydo’nun gözleri kendiliğinden kapanıyor, uyuklayarak kara yere kaplanıyordu. Düşünde Aydo, annesini görüyordu. Onun annesi yepyeni ipek bir elbise giyip sırtına ipek bir palto alıp evinde yemek hazırlıyordu. Masaya güzel yemekler koyup Aydo’nun karnını doyurmak için annesi acele ediyordu. Aydo, kendisi de yeni bir elbise giymiş, masa başında saygın bir misafir gibi oturup yemek yiyerek doyuyordu. Aydo içinden; Yakın, bana malını otlattığım için parayı devamlı verdi, şimdi biz annemle birlikte mutluluk içinde yaşıyoruz diye düşünüp seviniyordu.

      Böyle az mı çok mu zaman geçtikten sonra, çok uzaklardan Çohırah’ın kısık sesini işitti. Aydo aniden uyanıverdi. Rüyasına aldanıp oraya buraya bakındı.Ortada ne