daha yaklaştırmış olur. Elinde ekmeği olan köylüler ise Prodrazvyorstka siyasetini uygulamayıp her şeye rağmen ekin ekmeye devam edenlerdi (Polyakov, 2010: 36).
1921 yılında gerçekleşen açlık, yeni oluşan Tataristan Özerk Cumhuriyeti için korkunç bir facia olur. Tataristan, 1919 yılı Prodrazvyorstka planına göre 1920 yılında Sovyet devletine 10 milyon 200 bin tondan fazla ekmek vermeliydi. Tabii, Tataristan Özerk Cumhuriyetinin başında duran İvan Derunov, Şamil Usmanov, Yunıs Validov ve diğer şahıslar bu siyasete tepki gösterir. Çünkü onlar, köylülerin elinden böylesine büyük miktarda ekmeğin alınmasının halkı felakete sürükleyeceğini anlar. Ülkede vaziyet gerçekten kötüydü. Açlık öncesi 4 yıl devamında Tataristan’dan erkekler savaşa alınır. Hatta kadınlardan da bir tabur oluşturmayı düşünürler. Aynı zamanda açlık yıllarında ülkede İç Savaş da devam ediyor ve orduyu, köylüler besliyordu. Ayrıca, bölge kimin eline geçerse geçsin -Kızıl ya da Beyaz Ordu’nun- her ikisi de sıradan halkı yağmalıyordu (Latıpov, 2019).
1921 yılı kış mevsimi alışılanın üstünde aşırı soğuk gelir. Soğukta ısınmak için odun bulamayan insanlar, dondurucu ayaz bir kışa bir de ekmeksiz girer. Çünkü köylülerin ekin işleri için ayırdıkları 2 milyon ton tahıl, devlet tarafından zorla tohum hazinesine alınır. O yıllarda yazılan toplu bir mektupta köylüler acıklı bir şekilde şöyle haykırır: “Bin dokuz yüz yirmi bir yılında bizim tarlalarda ancak bir bitki yetişti, açlık!” (Knurova, 2007: 59). Bir de bu duruma ek olarak köylülerden 380 pud et, 652 pud patates, 17 milyon yumurta, 4639 pud kenevir yosunu ve çokça yağ, bal toplanır. Böylece, o zamanlar giysileri deriden ve kenevirden diken insanların elinden giysi dikme malzemeleri de alınmış olur (Geller, 2000: 114). İdil Ural bölgesinde yaşanan açlığı araştıran çağdaş Rus bilim adamı V. Polyakov’un da yazdığı gibi, 1921 yılından itibaren köylülerden yiyecek olarak alınmaya başlayan vergi, yiyeceklerin çeşidi ve miktarı olarak Prodrazvyorstka’yı bile geçer ve 1922 yılının baharında total ölümlere yol açar (2010: 36).
İlk zamanlarda Sovyet hâkimiyeti açlıkla ilgili açıklama yapmaktan sakınır. Fakat 1921 yılında artık bu sorunun üstesinden yalnız başına gelemeyeceğini anlar. 1921 yılının Temmuz ayında Rus yazar Maksim Gorki, Avrupa’nın birkaç önde gelen cemiyet adamına telgraf yollar. 2 Ağustos tarihinde de Sovyetlerin başında olan Vladimir İlyiç Lenin, uluslararası proletaryadan yardım isteğinde bulunur. Bu tarihi takiben 6 Ağustos’ta Sovyet hâkimiyeti dünyaya resmi bir şekilde ülkenin açlıkla boğuştuğunu duyurur. İstenilen yardımın büyük kısmı, 1921 yılı sonu-1922 yılı başında Milletler Cemiyeti’ndeki çalışmalarıyla 1922’de Nobel Barış Ödülü alan ünlü Norveçli gezgin, bilim adamı ve diplomat Fridtjof Nansen’in şahsen organize ettiği sosyal yardım kampanyasından ve Avrupa ile Amerika’da bulunan birçok özel şirket tarafından sağlanır. 1922 yılı sonbaharında yardım azalır. 1921 yılı Eylül ayından 1922 yılı Eylül ayına kadar Nansen’in yönettiği Rusya’ya Uluslararası Yardım Komitesi tarafından 90,7 bin ton yiyecek yardımı yapılır (Geller, 2000: 114). Tarih uzmanı T. Biktimerova, 1917 Devrimi sonrası yurt dışına muhacir giden Tatar tüccarlarının da İdil bölgesinde açlık başlayınca ellerinden geldiği kadar yardımda bulundukları hususunda bilgi verir. Tatar din adamları da yabancı ülkelere giderek İdil bölgesinde yaşayanlar için yardım isterler. Örneğin, âlim ve muallim Gubaydulla Bubi ile Mercani Camii imamı Tahir İlyasi Türkiye’ye, diğer bir imam Sadıyk İmankolıy da aynı amaçla Orta Asya’ya gider. Her ne kadar o yıllarda Türkiye kendisi de Atlanta ülkeleri ile savaş içinde olsa da İdil bölgesinde açlıktan ölen insanlara fedakârca yardımda bulunur. Erzak ve giysiyle dolu iki tane vapur Türkiye’den Kırım’a, Simferopol limanına ulaşır. Fakat vapurlardan bir tanesine el konulur. Bu yüzden açlık felaketiyle yüz yüze olan insanlara ancak bir vapur yiyecek ve giysi ulaşır (Latıpov, 2019).
Açlık yıllarında ölenlerin tam sayısı belli olmasa da ölümün en çok İdil ve Ural bölgesinde görüldüğü ve orada yaşayan nüfusun % 20,6 olarak azaldığı, 1922 yılı açlığı sırasında İdil bölgesinde bazı kasaba ve köylerde nüfusun % 95’inin öldüğü bilinir. Doğal olarak açlığa en çok köyde yaşayan, özellikle de süt veren hayvanı olmayan fakir kesim maruz kalır. Sovyet Merkezi Nüfus Sayımı Başkanlığı verilerine göre 1920-1922’li yıllarda açlıktan ölenlerin sayısı 5,1 milyona ulaşır. Birinci Dünya Savaşı ve İç Savaş sırasında şehit olanlar sayılmazsa 1921 yılında vuku bulan açlık, Orta Çağlardan sonra Avrupa tarihinde cereyan eden en büyük felaket olarak bilinir (Andreev, Darskiy, Harkova, 1993: 10; Payps, 2005).
Arşiv belgelerinden görüldüğü üzere, açlığın dehşeti arttıkça insanlar kara pazı, ağaç kabuğu, kızıl balçık ve sağlığa zarar veren, ağır hastalıkları ve ölümü tetikleyen diğer şeyler yemeye başlar. Bir de İdil bölgesi o yıllarda tifo, kolera ve benzeri salgın hastalıklarla boğuşur. İlaçların olmaması, tıbbi yardımın gösterilmemesi binlerce insanın ölümüne neden olur. Bahar gelince de kuraklık başlar. Yenilebilecek bitkilerin hepsi, güneşin altında kuruyup yok olur. İnsanlar, hayatta kalabilmek için kedi, köpek, fare gibi hayvanları yerler. Bir süre sonra onlar da tükenir. İnsanların birçoğu açlığa dayanamayıp ailecek intihar eder. Bölgenin yarısında insan eti yeme ve cesetle beslenme olayları kaydedilir (Polyakov, 2010: 30-38). Tataristan’da yabancı şirketleri denetleyen Moskova temsilcisi V.A. Muskat, 1922 yılında İdil bölgesinde gerçekleşen açlık hususunda Merkeze A.V. Eyduk’a gönderdiği bir mektupta şöyle yazar: “Ben size açlıktan ölen çocuklarını yiyen ebeveynlerle ilgili bilgilendirme amaçlı yazı gönderdim.” Demek, yamyamlık sıra dışı bir olay değildi. Daha fazlası, insanların komşularının çocuklarını da kesip yediklerine dair kaynaklar bulunur (Latıpov, 2019).
Yamyamlığı kanıtlayan gerçekçi belgeler, son 25 yıl içinde Tataristan’da yayınlanan birçok dergi (Örneğin, “Eho Vekov” 1997, N- 3/4) ve gazetede (Örneğin, “Şehri Kazan” 2000, 14 Mart) de yer aldı. Bütün yukarıda anlatılan durumlar, köylülerde Sovyet iktidarına ve komünistlere karşı nefret uyandırır. Bu nefretin sebebi, sadece hâkimiyetin aç insanlara yardım etmekte beceriksizlik göstermeleri değil, yiyecekleri dağıtmakla hükümlü olan insanların erzakları çalmaları da idi. Yabancı ülkelerden gelen yardım ise hem miktar olarak daha fazla, hem organizasyon olarak daha düzenliydi (Polyakov, 2010: 38).
DÜNYA VE TATAR EDEBİYATINDA AÇLIK
Açlık konusu, dünya edebiyatında çeşitli yıllarda çeşitli ülkelerde V. Hugo (Sefiller, 1862), K. Hamsun (Açlık, 1890), J. London (Beyaz Diş, 1906), D. Steinbeck (Gazap Üzümleri, 1939) gibi klasik yazarlar tarafından işlenir. Türk edebiyatında ise Refik Ahmet Sevengil’in “Açlık” (1937) ve Orhan Kemal’in “Baba Evi” (1949) adlı eserinde yer alır. Türk yazar Orhan Kemal, insanlığa açlığın dehşetini şöyle anlatır: “Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın yuvarlarında duydum. Ve sen, benim iyi, benim şefik ve rahim olan soyum, insan soyu, sen ebedi tokluğu fethedeceksin!”
Yukarıda da bilirtildiği üzere Tatarların yaşadığı bölgede açlık 1891-1892, 1898-1899, 1906, 1911-1912, 1921-1922, 1932-1933, 1946-1947’li yıllarda vuku bulur. Bu dönemde yazılan edebi eserlerde açlık sadece toplumsal ve tarihsel bir sorun olarak değil, etik ve ahlaki bir sorun olarak da ele alınır. Ayrıca, açlık keskin tırnaklarını sadece Tatar Türklerine değil, bölgede yaşayan diğer milletlere de batırır ve böylece onların edebiyatında da yer alır. Rus edebiyatında bu konuyu işleyen eserler olarak ünlü Rus yazar L. Tolstoy’un “Straşnıy Vopros” (Korkunç Sorun, 1891), “Pisma o Golode” (Açlık Hususunda Mektuplar, 1892), “Golod İli Ne Golod” (Açlık Mı Değil Mi, 1899), A. Çehov’un “Jena” (Karım, 1900), A. Gorki’nin “Golodnıy God. Nablyudeniya i Zametki İz Dnevnika” (Açlık Yılı. Günlükten Gözlemler