insanlar, ellerinin altında olan ve genelde deriden yapılan nesneleri kullanmaya çalışırlar:
“Biraz düşündükten sonra tavan arasına sıkıştırılmış eski yün karışımı kalın deri eldiveni alıp yavaş ve sessizce baltayla ufak ufak parçaladı. ‘Kızım, sen şunu çalkalayıp kaynamaya koy, deri az da olsa besleyici olur diyorlar,’ dedi.” (296).
Bütün bu gibi nesneler de tükenince insanlar, artık kendilerine dost bildikleri köpekleri kesip yerler:
“Köpek kemikleriyle yavaşça kaynayan çömlekten gözlerini alamayınca dört kişi uzun süre suskun oturdular.” (315).
Köylüler arasında açlıktan henüz elden ayaktan düşmedikleri dönemde ekmeği mesleğiyle, alnının teriyle çalışarak bulanlar da vardı elbet. Örneğin, balta ustası Gerey, önceleri açlığa çareyi Rus köylerinde ufak tefek marangozluk işleri yaparak bulmaya çalışır:
“İki yerde kızak düzeltti. Birisinde bir lokma ekmek, ikincisinde yarım kilo lahana ile üç patates yedirdiler.” (310).
Zaten Gerey’in diğer gidenlerle göç etmeden köyünde kalmasının nedeni de baltasına ve ellerine güvenmesidir.
Diğer taraftan köylüler, ayakta kalacak kadar tok tutacak una sahip olmak için köyün zengini ihtiyar Namacan’a eşyalarını rehin verirler:
“Son kazanlarıydı. Gerçekten acınacak bir durumdu. O iki kadak 3 unla beş tane aç can ne yapacak?” (298).
Gerey’in damadı Minlebay ise otuz kadak una büyük zahmetlere katlanarak ağaç tomruklarından inşa ettiği evini satar:
“Minlebay, on yıl önce yaptırdığı dört köşeli, girişinde tahtadan deposu olan, beş pencereli güzel evini Muhammedşa adlı birine otuz kadak una satmış.” (310).
Eserde kadınlar, erkeklere nazaran daha acınacak durumdadır. Kimisi ekmeğini dilenerek, kimisi varlıklı bir erkeğin yatağına girerek, yani kendi bedenini satarak bulmaya çalışır. Kimisi ailesi tarafından satılarak hem ailesini, hem kendisini açlıktan kurtarmış olur. Örneğin, köyün zengini ihtiyar Namacan, kadınları ekmekle kandırarak kendi yatağına alır. Açlıktan bitkin düşen kadınların çoğu bu duruma sevinerek razı olur:
“Aralarından sadece bir kadın, ihtiyarın sözlerine cevap vererek ‘Sakalın ağarmış, nasıl utanmıyorsun?’ deyip bu tekliften rencide oldu ve çekip gitti. Diğerleri ise bir lokma ekmek için yaşlının bütün isteklerini yerine getirdiler.” (308).
Eserde Meryem adlı nazlı genç kadın için de zengin bir ihtiyarın koynuna girmek, hayatta kalmanın en kolay yolu olur:
“Meryem ‘İsteklerini yerine getirirsem belki doyana dek yemek verir.’ diye ümitlendi.” (309).
Öyküde diğer bir kadın karakter Fatma, ağabeyleri tarafından önce ihtiyar Namacan’a, fiyatta anlaşamayınca da (“İhtiyar onun için on kadak kara pazı unu ile on kadak çavdar unundan fazlasını vermek istememiş. Kardeşleri ise bir pud un istemişler.”) köyden geçen bir yolcuya “dört kadak çavdar, on altı kadak kara pazı ununa” satılır. Kız, ağlayarak dayısının evine gelir fakat birkaç gün sonra yengeleri onu geri götürür ve ağabeyleri, köyden geçen başka bir adama satarlar. Anlaşılan, Meryem’i daha açlık başlar başlamaz birçok Tatar Türkünün göç ettiği, kış mevsiminin olmadığı, ekmeğin ise bol olduğu Orta Asya’ya götürüyorlar: “Fatma, bugüne kadar görmediği demir yollardan vagonlarda gitti. Aylar sonra onu, Taşkent garında ay parçası gibi yüzlü, uzun siyah sakallı, sarıklı, yeşilli sarılı kaftan giyen bir adama dört pud beyaz una sattılar. Bu işten yaklaşık beş kişi az çok kâr etmiş oldu.” (317).
Bu, açlık yıllarında sıkça görünen bir durumdu. Örneğin, Mecit Gafuri’nin 1906 yılında yazdığı “Açlık Yıl, Yaki Satlık Kız” (Açlık Yıl Ya Da Satılık Kız) adlı hikâyesinde de kıtlık yıllarda kızları satarak açlıktan kurtulan ve servet yapan insanlar anlatılır.
A. İbrahimov’un mevcut öyküsünde bazı köylüler, açlıktan kurtulma çaresini soygunculuk ya da eşkıyalık yapmakta ve bu gibi hareketlerin devamında gelen cinayette görür: “Birileri pazardan yarım pud un, bir-iki kadak bulgur, ekmek alıp gelirse hemen o gece elinden çaldılar. Karşılık verilince öldürme vakaları da oldu.” (306).
Eserde birçok aç köylü, zengin ihtiyar Namacan’ın evine yiyecek bulma amaçlı baskın yapar ve onu boğarak öldürür. Daha sonra evinden buldukları unla bir haftaya yakın bir süre ayakta kalırlar:
“Gerey, Gıylman ve diğerleri on beş kadak unu balçığa, samana katarak üstlerine çökmekte olan ölümü bütün aileleriyle bir haftaya yakın geciktirdiler.” (310).
Açlığa en son çare olarak, eserde yamyamlık gösterilir. Aç insanların bu çareye başvurması, üç kez görülür: 1. Yaşlı kadın Zebide’nin fakir çocuklarını kandırarak evine toplaması ve geliniyle beraber onları keserek yemesi; 2. Gerey’in öz kızı sabi Nefise’yi kesip yemesi; 3. Şehirde yaşlı bir kadının şehre kaçan küçük Zeyni’yi kesip insanlara yedirmesi.
Böylece A. İbrahimov, insanların açlıktan sadece dış görünümleri ve fiziksel özelliklerinin değil, psikolojilerinin de değiştiğini anlatır. Edebiyat uzmanı G. Gubaydullin’in 1925 yılında “Vestnik Nauçnogo Obşestva Tatarovedeniya” mecmuasında (N- 1-2) yazdığı gibi,
“Mevcut eserde materyalist yazar, açlığı tasvir ederek ve ekonomik durumu orta olan köylünün en sıradan psikolojisine bu açlığın korkunç bir şekilde etki yaptığını göstererek, cinayetin ekonomiye bağlı olduğunu ortaya koydu.”
A. İbrahimov’un tasvir ettikleri, bir istisna değildi. M. Gafuri’nin aynı dönemde yazdığı “Kèşè Aşavçılar” (Yamyamlar) ve Çuvaş şair N. Şelebi’nin “Vıçlıh Melkisem” (Açlık Gölgeleri) adlı eserler, açlığın o yıllarda insan psikolojisini derinden etkilediğine, insanlarda temel içgüdüleri ön plana çıkardığına en manidar örneklerdir.
Eserde anlatıldığı üzere açlığın başlangıcında insanlar henüz acıma, ağlama, yardım etme, kızma gibi insanlık duygularını açığa vurabilirler:
“Gerey’in kurumuş beyni bir anlık kıpırdamış gibi oldu, kalbindeki son damla kanı kaynadı ve zehir olup dökülüverdi dudaklarından.”; “Ama ıstıraplar içinde kıvranan ve taş kesilen gönlü birden çözülüverdi, kalbi dayanmadı ve bu facia, canının bir yerinde korunan eski tok hayatın bir damarını harekete getirdi, eli ayağı boşalıp ağlamaya başladı.” (288, 290).
Açlıktan ıstırap çeken Meryem de utanma duygusunu henüz tamamen yetirmemiştir. O, rezil bir duruma kendi köyünde düşmektense kimsenin tanımadığı yabancı bir köye gitmeyi tercih eder:
“Zamanında tok yaşamayı öğrenmiş vücut dayanamadı, üç gün taşı kemirecek halde aç dolaştı ve sonunda ‘Ne görürsem yabancıların arasında göreyim, hiç olmazsa utancı olmaz!’ diye yola koyuldu.” (308).
Fakat açlığın şiddeti artınca aç insanlar, artık iyice elden ayaktan düşer:
“Köpekten kalan ceset için kavga edecek gücü de bulamadı kendisinde.”; “Ambar ve kilerlerin kapıları ve çatıları demirden, duvarları taştan, kilitleri de büyüktü. İsteseler de onları kırıp içeriye girmeye güçleri yetmezdi.”; “Sayıklayarak bunları düşünmekten Gerey’in de artık dayanacak gücü kalmamış, gözlerinin önü kararmıştı.” (296, 312).
Daha fazlası, artık hiçbir şey düşünemez vaziyete gelirler:
“Dili