le Dosjan
PehlivanJaksılık Üşkempirov’un Hayatı
Yaşıtlarım ve gençlerin amaç ve hayallerini gerçekleştirmek üzere kendilerine örnek alabilecekleri bir şahsiyet, başarılı olmak isteyenler için iz bırakan bir kahraman, ulusal onurumuzun timsali olan tarihi Kazak bahadırlarının günümüzdeki benzersiz örneği olarak bildiğim Jaksılık Üşkempirov’un tanınması için bu belgesel romanı kaleme aldım.
• Kendi adını değil de, “ülkenin şerefini yücelteceğim, namını duyuracağım” diyorsan sporda elinden gelenin en iyisini yap!
• Kendini değil, arkanda senin iyi olmanı dileyen halkını düşün!
• Moskova Olimpiyatları’nda mindere çıktığımda ecdadımın ruhuna sığınıp, kendime “Ya burada öl, ya da kazan!” diyerek risk aldım!
BİRİNCİ BÖLÜM
PEHLİVANIN ÇOCUKLUK YILLARI
PEHLİVANIN ÇOCUKLUK YILLARI
Bir Kahramanın Doğuşu
Bahardı. Talas Nehri boyunca ekinle geçinen halk doğanın bereketli suyla dolu olduğu bir dönemde, Toprak Ana’nın bolca verdiği nimetlerinden yararlanır ve sonbaharda genci yaşlısı zenginleşmek için canla başla çalışırdı. Güneşin gökyüzünde parıldadığı özel bir gündü.
Talas boyu tarihi bir diyar, o gün efsanelere yeni bir efsane daha eklendi. Jambıl Bölgesi’nin Çapayev devlet çiftliği sınırları içindeki Tegistik köyünde bahadır bir alp daha dünyanın kapısını araladı.
Köyün kenarındaki kumalı evin iki odasının ortası ocakla ayrılmıştı.
Bir tarafta ev ihtiyaçlarının satıldığı bir dükkân, diğer yanda ise bu dükkânı işleten Üşkempir’in ailesi yaşıyordu. Bu evin bir sincap kadar çaresiz olan hanımı günün yirmi dört saati meşguldü. Kayınvalidesinin gelini de, dükkânın tezgâhtarı da, ahırdaki onlarca toynaklının bakıcısı da, benekli ineğin sağıcısı da bu evin anası da Küntöre’ydi.
Köylüler gece, gündüz demez, hava iyiymiş, kötüymüş bakmaz, çıkar dükkâna gelirlerdi.
Bir de kışlaktan inerek, yayladan çıkıp gelen bir çoban topluluğu olurdu. Gündüz olduğunda eve çıkar gelir, Küntöre’nin işi var mı, yok mu, umursamaz, hemen ihtiyaçlarını alıp gitmek için taleplerini söylerlerdi. Hatta, gecenin bir yarısı “çocuklarını uyuturmuş, ya da kocasının kollarındaymış” diye akıllarından dahi geçirmezlerdi. Pencerenin camını kırarcasına vurarak, olmadı kapının kolunu çekip koparırcasına silkeleyerek, “dükkânı aç” der bağırırlardı. Köydeki ahaliye “yok” denilmezdi.
6 Mayıs 1951, Müslümanlar için kutsal Cuma günüydü. Cemaatle birlikte namaz kılmak isteyen evin ilk hanımı Batima Mayıs ayında geniş dökümlü uzun eteği ve yanları yaldızlı beyaz kaftanının ucu mavi düğmeli yeleğinden sarkmış vaziyette üst sokaktan mescide yönelmiş kalabalığa katıldı. “Ha bugün, ha yarın” diye doğumu gelmiş olan gelini ise evde yalnız kalmıştı.
Gözlerini ovarak açan bir ruh için huzur olur mu, döşekleri ve yastıkları açık günde kurutmak için dışarıya çıkarıp, bahçedeki ağaçlara serdi. Onları değiştirirken birden sancılandı. Eve yarı sürünerek girerek, başköşedeki yatağa kendini sırtüstü zor attı.
Bir süre sonra canını burnunu getiren doğum sancısı geçmiş gibiydi. “Hadi kalkayım” diye yerden eliyle destek alarak kalkacakken birisi pencere camını vurarak:
“Gel-i-in! Canım Küntöre!” diye seslendi kısık sesli biri.
Yerinden sancılarıyla anca kalkabilen Küntöre gelin pencereye doğru yaklaştı. Cama doğru boynunu uzatınca atının üstünden, elindeki kamçının sapıyla pencerenin ahşap çerçevesini takırdatan civardaki herkesin saygı duyduğu kayını.
Camın arkasından gelinin yüzünü görünce:
“Gel-i-i-n! Yolculuktan dönüyorum. Bana sabunlarından bir tanesini versene” diyerek, başındaki kalpağını çıkardı ve yan taraftaki cebine uzanarak çıkardığı mendiliyle terleyen başını silmeye başladı. Tam bu sırada doğum sancıları tekrar arttı. Küntöre sancılardan ne kadar acı çekse de, saygısızlık yapmamak için aksakala vaziyetini söyleyemedi, duvarın kenarına tutunarak dükkâna geçti. Gazete parçasına sardığı bir kalıp sabunu dışarıda bekleyen aksakala gelini olarak eğilip selamladıktan sonra paketi uzatırken “Oğlun olsun, gözümün nuru!” diyen aksakalın daha sözü yeni bitmişti ki, gelinin rahminde büyüttüğü can içindekilerle birlikte yere düştü. Utancından aklı başından giden gelin yere tutunarak otura kaldı. Kapının eşiği nazik vücuduna kamçı gibi çarpan o bebek “Dünyaya geldim” dercesine ıngalamaya başladı. Bu durum karşısında aklı başından giden aksakal atından yere kendini atarak kaygan zeminde yatan bebeği anında kürekler gibi iki eliyle yerden kaldırdı. Tam o anda Batima ana olayın üstüne gelip, “Bismillah! Bismillah!” diyerek Allah’ın lütfu torununu kayınbiraderinin elinden aldığı gibi dişiyle kindik bağını koparıp, deri ceketinin içine sardı.
Sarmankul aksakal:
“Seyahatten dönüşümde gelinim beni karşıladı ve bir oğul doğurdu. Yoldan gelen er kişiye bundan daha büyük iyilik olabilir mi, Allah-u Teâlâ’nın bundan daha fazla ne iyiliğini görebiliriz ki?!” diye mutluluğunu haykırarak:
“Yenge, bu oğlanın adı Jaksılık1 olsun!” diyerek, hemen oracıkta adını koydu.
Birden dünyaya gelen, köyün asil ve saygın aksakalının yerden kaldırıp o an adını koyduğu, babaannesinin kindik bağını dişleriyle kopardığı tüm Kazakların bahadırı Jaksılık Üşkempirov hayatın kapısını böyle aralamıştı.
Bahadırı Doğuran Ana
“Bahadır anadan doğar” derler, asil Kazak halkının kaderine yazılmış Jaksılık gibi eşsiz bir pehlivanı dünyaya getiren Küntöre ana üç Kazak boyundan biri olan “Küçük cüz2”ün Tabın sülalesindendir. Sovyet Hükümeti zenginlerin mallarına el koyulduğu dönemde Küntöre’nin babası Ömirbay da Aktöbe’den Karakalpakistan’ın Nukus şehrine sürülür. Kaderin oyunu işte, oralarda sürgün döneminde eşini kaybedince tek kızı Küntöre yetim kalır.
Karakalpakistan’a yerleşmeyi benimsemeyen Ömirbay ve kardeşleri Kazak topraklarına dönerek, Jambıl bölgesindeki Sarbarak köyüne gelir ve yerleşirler. Çok geçmeden hayattaki sayılı nefesini tamamlayan babası Ömirbay ölünce biricik Küntöresi uzak akrabalarının elinde büyür. Devlet çiftliğinde işçi olarak çalıştırılan yetim kız başlarda küçük olsa da, son derece zeki ve ağır işlere alışkın güçlü bir genç kız olarak yetişti. Sovyet döneminde, tarımı son derece gelişmiş bir devlet çiftliğinde “sosyalist yarışı” denilen bir de kavram vardı, öylesine güç gerektiren bu yarışlarda buğday dolusu ağır kenevir ipliğiyle dokunan çuvalı tek başına kaldırarak koşuşturan Küntöre’yi gören halk hayranlıkla izlerdi. İki koltuk altına iki çuval buğdayı sıkıştırarak götüreceği yere taşıyan, arabasını herkesten önce boşaltan, orta boylu dolgun yapılı genç kızın kuvvetiyle benim diyen delikanlılara taş çıkartır, dengi olamazlardı. Sonra Üşkempir ile evlendi. Kocası tüm aile işlerini güzel eşine gözü arkadan kalmadan emanet ederek, devlet çiftliğine endişe duymadan çalışmaya gitmeye başladı.
Kasaba bir yana bölgenin dört bir yanından gelen seçkin konuklar başka ocağa yönelmez doğrudan büyükanne Batima’nın konukseverliğiyle Üşkempir ve Küntöre’nin evine misafir olarak gelirdi.
Konuk Günün hangi vaktinde gelirse gelsin, Küntöre koşuşturarak, her şeye yetişirdi. “Konuk geliyor” denildiğinde Batima büyük torunu Altınkülin’i sofrayı hazırlaması için gönderir, erkek torununu Jaksılık’ı ise gecenin bir yarısı olsa da:
“Jakay3,