Buna şahit olan çocuklar şaşkındılar. Peşi sıra çocuklar ellerinde birer çubukla kendini gömdüğü yeri kazımaya başladılar. Tam o sırada “Çocuklar!”, diye seslenen birisini duydular. Onlara seslenen çoban amcaydı. “Hayırdır ne kaybettiniz?”.
Kumun üzerinden bir şey arayan iki çocuğa bakakalmıştı.
“Ya, amcacım, buraya kafası büyük, kuyruğu uzun bir kertenkele girip, gözden kayboldu” dedi çocuklar birbiri ile yarışırcasına.
“Anladım. Doğrusu onun adını ben de bilmiyorum. Lakin çobanlar ona “Batak” derler. Belki siz de onu görmüşsünüzdür. Kuma bir batar, yok olur. Tutamazsınız.
Size doğru uçmasının nedeni Ebucehil çalısının dibinde yuvası olmalı. Yuvadaki yumurtaları korumak için öyle yapmış olabilir. Çocuklar siz de onun yuvasını görürseniz, bozmayın sakın, bunların insana bir zararı olmaz. Tabiatımızın bir parçası onlar da”, dedi çoban amca.
Onu dinleyen çocuk mu olur?
Aynı yerden bir daha geçince kamçılayıp, kertenkeleyi tutmaya karar verdiler. Kendilerince nasıl bir canlı olduğunu daha yakından araştırıp görmek istiyorlardı. Günleri de kertenkele avlamayla geçiyordu. Çocuk aklıyla kamçının gücüyle kertenkeleyi tutacaklardı. Kertenkele kendini avlattırır mı? Yukarıdan uçup 5-6 metre uzağa konar çocuklar gelene kadar izini kaybettirirdi. Çocuklar ne kadar çabalasa da başaramadan bu işin peşini bıraktılar. İkisi de: “Bir tane kertenkele bile tutamadık, bize birde yiğit diyorlar ya”, diye kendilerine bir dönem kızmışlardı.
Koyunları bol köye geleli Jakay ile Orazay kendi hallerindeydi. Sıkılmaya zaman kalmıyordu. Uyanık Jakay her gün bir oyun uydururdu.
Bir keresinde ikisi “avcı olalım” diye kararlaştırdılar.
“Ne ile avlayacağız?”, dedi saf Orazay.
“Keçe otağın duvarında tüfek asılıydı, gördün mü?”
“Abi onu bize verir mi ki?”
“Merak etme hadi kimseye fark ettirmeden sessizce alıp çıkalım.”
“Öğrenirse, bizi öldürür…”
“Korkma dedim ya sana!”
İki bahadır keçe otağın duvarına asılı tüfeği sessizce alıp çıkardılar. Şimdi ne yapacaklardı? Jaksılık Orazay’dan 1-2 yaş büyüktü. Tüfeği büyüklerden gördüğü gibi doldurdu ve omzuna astı. Orazay da ona imrenerek:
“Bana verir misin, omzuma ben asayım”, dedi.
“Olmaz, sen daha küçüksün ateş edemezsin. Tavşan çıkarsa kendim ateş ederim”, dedi Jakay.
İki arkadaş bir birini kollayarak ava çıktılar.
Mayıs sonu otlukta tavşan niye gezsin ki? İki “avcı” bir tepeden diğer tepeye gezerken iyice kayboldular. Tepelerin hepsi bir birinin aynısı. Nerden çıkıp, nereye gideceklerini karıştırdılar.
“Jakay, eve dönelim, susadım ben”, dedi Orazay.
“Evimiz ne tarafta”, dedi Jakay büyükler gibi etrafına bakınarak.
“Hakikaten kayıp mı olduk?”
“Öyle gibi…”
“Jakay, ağlamak istiyorum…”
“Gevezeliği bırak. Bak duyuyor musun, bir yerden köpek avlamasını duyuyor musun?”
İkisi de iyice kulak kesildi.
“Ben bir şey duymuyorum”, dedi Orazay.
“Bu taraftan geliyor sesler”, dedi Jakay. İkisi o yolu takip etmeye başladılar. Biraz zaman geçince tepenin eteğinden gerçekten köpekleri sesini duymaya başladı. İkisi sevinçten göklere uçuyordu. Bir tepeye çıkınca uzaktan 2-3 haneli bir köyü gördüler. Evlerin birine yaklaşınca içerden bir genç çocuk çıktı.
“Çocuklar, nereden geliyorsunuz?”, dedi ikisinin de yorgunluğunu fark edip, şaşırdı.
“Kayıp olduk, bayılmak üzereyiz”, dedi Orazay bitkin vaziyette. Evin köşesine oturuverdi.
“Bu tüfek de ne? Ava çıkıp kayıp mı oldunuz?”, dedi genç bunlarla dalga geçerek.
Şakalaşacak halleri yoktu. Bunu anlayan genç evden iki kâse yayık ayran getirdi. Ayranı içer içmez iki “avcı” kendine geldi. Onlar serin eve girip, ala keçe üzerine kendilerini attılar. Genç ortadaki yuvarlak yer sofrasına et, salatalık turşusunu getirip, çocukları kaldırıp sofraya davet etti.
“Bu yemeğin adı ne?”
Orazay tuzlu salatalığı ilk defa görmüştü.
“Aç isen sorup soruşturmadan yesene”, dedi şakacı genç çocuk.
Jakay da daha önce böyle bir şey yememişti. İkisi de tadına bakıp çok beğendiler.
“Beğendiniz mi?”
İkisi de kafalarının sağlayıp önüne koyulan yemeklere daldılar. Bu sırada eve daha başka çocuklar ve kızlar girip sofraya yerleştiler. Onlar da bu ikisin avcılığa çıkıp kayıp olmasına dalga geçmeye başladılar. O zamanlarda okulu biten çocuklar üniversiteye gitmeden önce 1-2 sene hayvan yetiştirilen kolektif çiftlik ya da devlet çiftliği için yardım ederlerdi, sonra okula davetiye alırlardı. Bu gençler de onlardanmış. Çocukları hem yemeğe, hem de sohbete doyurup, kendi köylerini bulmaya yardımcı oldular. Biraz oturup, sohbet ettikten sonra ikisi de misafirperver ev halkıyla vedalaşarak dışarıya çıktılar.
“Sizin köy o tarafta. Bu yolu kendinize güzergâh edinirseniz evinize ulaşırsınız”, dedi, Edige. Karanlık çökmeye başlarken, kafadar “avcılarımız” koyunlara seslenen dedelerinin sesini duyunca ikisi de sevindi. Az önce genç çiftçilerin evinde yediği turşu bunları ölürcesine susatmıştı. Dilleri ağızlarına sığmadan koşa koşa Düysek dedelerinin evine geldi. O zamanlarda kapılara zincir vurulmazdı, sadece iple bağlanırdı. İkisi de kapıyı açar açmaz kapalı duran kovayı açıp aceleyle su içmeye başladılar.
“Ya, bu nasıl bir su, tuzlu mudur nedir?” diye Jakay Orazay’a söylendi. Orazay ise o kadar susamıştı ki suyun acısını, tatlısını ayırt edecek hali yoktu.
“Hadi, tamam, şimdi Düysek dede gelir, gidelim”, ikisi de evlerine yöneldi. Orazay tüfeği alıp, “karşımıza tavşan çıksaydı şöyle ateş ederdik”, diye nişan alırken, Jakay onu çocuk gördüğü için “Tüfeği ver bana, içinde mermisi var. Yanlışlıkla ateş edersin hadi” dedi.
“Tamam!”, diye kendisinden 2 yaş büyüğünü dinleyerek, önden çıkıp gidiyordu ki tam o sırada Jakay yanlışlıkla tüfeğin tetiğini çekti. Bir anda “tars” diye bir ses çıktı. O sıra Orazay’ın şapkası uçup, yere düştü. Şapkayı uçuran mermi yerden şapkayla birlikte tütüyordu. Bu sefer Orazay’ı Allah kendi korumuştu. Aniden ne olduğunu anlamayan iki dost bu olanlardan hiç kimseye söz etmemek için birbirine söz verdiler.
Babaannesinin Büyük Hayali
Dünyaya geldiği zaman yeleğinin içine sarmalayıp, bağrına basan babaannesinin evladı olan Jaksılık kendi babasına “amca”, annesine ise “jeneşe”, yani “yenge” derdi. Bu kelimeyi de kısaltarak sadece dili döndüğünce “jişe” şeklinde söylerdi. On beş çocuk dünyaya getiren babaanne Batima’nın çocuklarının hepsi küçükken vefat edip, eşi Emirali’nin ocağını tüttürecek bir tek erkek çocuğu Üşkempir kalmıştır. Çocukları yaşamayınca on beşinci olarak dünyaya gelen oğlanı köyde akrabası olan bir ihtiyarın kaftanının eteğine sarmalayıp, elden ele gezdirmiş, dolaştırma sırasına göre en sondaki üç yaşlı