Saule Dosjan

Pehlivan


Скачать книгу

gelmez Jakay koyunları gütmeye çıktı. Eskiden arkadaşı Orazalı ile birlikte bütün yaz boyunca Moyınkum’da koyun gütmüşlerdi ve bu konuda tecrübeliydi. Ancak burada koyunu otlatırken eşekle dolaşıyorlardı. Sürüsü otlamaya başladığında çizmesinin içine koyarak yanında götürdüğü kitabı çıkarıp, temiz havada güzel güzel okurdu. Bir keresinde kendisi kitaba dalmış, sürüsü ise sovhozun ekinine girmişti. Hemen eşeğine binip koyunları ekinden çıkarmak için baya ter dökmüştü. Normalde hızlı olan eşeği o gün doğru düzgün yürümediğinden canını biraz sıkmıştı. Ayaklarıyla ne kadar tekmelese de eşeği hiç yürütemedi. Kendisi solak olan Jakay sol eliyle eşeği kamçılamaktan yorulunca sağ eline alıp eşeğe vururken kamçının ucu kendisine değmişti. Kızılcık ağacından sapı olan kamçının ucuna bağlanan tel sol elinin dirseğini kesmiş kolunu kanatmıştı. Sinirlenen Jakay eşekten sıçrayarak inip koyunların peşinden kendisi yaya koşmaya başlamıştı. Kolundan akan kana aldırış etmeden canla başla uğraşarak koyunları ekinden çıkarıp bir araya topladı.

      Kolunun kanaması dursa da ertesi gün dirseği bir hayli şişti. Jakay bahadır yine de kimseye şikâyet etmeden, fark ettirmeden sürünün peşinde dolaşmaya devam etmişti. Çocuğun sol kolunda bir ağrı hissettiğini fark eden Aben Amcası:

      “Jakay, buraya gelsene” deyip yanına çağırıp gömleğini çıkarttırdı. Zar zor hareket ederek soyunan çocuğun şişmiş dirseğini görünce:

      “Eyvah, oğlum, bu da ne? Neden söylemedin? Şunu babaannen görürse beni mahveder. Ne diyeceğim onlara?” deyip içi parçalandı ve hemen bir koyunu kesti. İrin toplayıp şişmiş olan yaraya koyunun çiğ kuyruk yağını daha sıcakken koyup üzerini sardı. Jaksılık’a genç hayvanın etinden yedirip, çorbasına doyurup, yorgana sarıp yatırdı.

      “Şu çocuğun dayanıklılığına bakın hele” diye şaşkınlığını da gizlememişti. Bunu yengesiyle de paylaştı.

      “Oğlunuz dayanıklıymış, yenge, bu çocuktan bir şey çıkacak, eminim” demişti. Babaannesi “âmin” deyip, elini yüzüne sürdü.

      Jakay ise Kazak halk hekimliğinin bu tedavisinden sonra ertesi gün iyileşmişti. Sabahleyin uyanan çocuk kolunun eskisi gibi zonklamadığına sevinerek sargısını çözüp baktı, mucizevi kuyruk yağı irinin hepsini emmişti. Zonklayarak ağrıyıp ağırlaşan sol eli artık çok hafifti. Yaşanan bu durumdan dolayı çok utanan Aben amcası da hastalığın acısını çeken Jaksılık da bu duruma sevindiler. İki, üç gün sonra yara kabuk bağlamaya başladı. Küçüklüğünden itibaren emeğe, çalışmaya ve dayanıklılığa alışkın olan Jaksılık’a bu özelliğinin daha sonra sporda da nice başarılar için önemli anlarda çok yardımı olacaktı. Sovyetler Birliği takımındayken de on beş cumhuriyetten toplanan aslan gibi yiğitler onun dayanıklılığını her zaman takdir etmiş ona “Dayanıklı Jak” lakabını takmışlardı…

      Tek Kavgası

      Jaksılık doğuştan kalbi yumuşak, iyi yürekli bir çocuk olarak büyüdü. O, köyde kendisiyle yaşıt çocuklarla tartışıp, çekişip, kavga etmiş değildi. Yüzmede kimseye yenilmezdi, “Tegistik’in Şampiyonu” idi. Başka çocukların horoz dövüştürme gibi oyunlarından uzak dururdu. Bu tür bahis oyunları Jakay’ın ilgisini çekmezdi. Boyu kısa olmasına rağmen gücü bakımından rakiplerinden üstündü. Kimseyi tepesine çıkarmazdı. Bu özelliğinden dolayı arkadaşları ona “Şakar” derdi. Ancak erken yaştan itibaren çalışmaya başlayan çocuğun yaramazlık yapmaya, sokakta kavga etmeye işlerden zamanı bile olmazdı ve kendisi de öyle şeylere istekli değildi. Yine de Jaksılık’ın çocukluğunda tarihine geçen hayatının tek kavgası vardı.

      Dokuzuncu sınıf okuyordu. O zaman ablası Altınkül onuncu sınıftaydı. Söz konusu kardeş olunca akan sular durur. Yaşı kendisine yakın olan ablasına sınıfındaki Kay-sar adında bir delikanlı sataşır. Belki bir genç olarak kıza kur yapmak istemiştir. Eli kolu uzun bir tip, köyde kavgacılığıyla tanınan yaramaz bir çocuktu. Köyün saygın kişiliği Batima ninenin nazlı torunu Altınkül ile şakalaşacağım derken onu üzmüş biraz. O gün genç kız eve gözleri yaşlı geldi. Ablasının eve bu halde geldiğini görünce bu duruma sessiz kalması acizlik olurdu elbet. Jaksılık ablasını üzülmesine öfkelendi, hemen Kaysar’ı arayama başladı. Dersten çıkacağı zamanı bekleyip önünü kesti. Yanında üç dört sınıf arkadaşı vardı. Boyu uzun ve artık bir delikanlı olan Kaysar’ın omuzuna boyu ancak yetişen cılız esmer çocuk gelip, arkadaşlarının önünde:

      “Hey, Kaysar, sen bizim Altınkül’ü neden rahatsız ediyorsun” diye seslendi.

      Kaysar onu kendisine denk görür mü?

      “Sen ne karışıyorsun, çocuk? Niye rahatsız ediyorsun diyecek kadar sen kimsin ki?” diye atar yapar.

      Onları çevreleyenler biri uzun, biri kısa olan bu ikinin dalaşmasına gülüşürler. Bu aşağılama karşısında çıldıran Jakay:

      “Gel, erkeksen teke tek dövüşelim” der.

      Kaysar ise “Dövüşeceksen dövüşelim. Gel de ağzını burnunu kırayım senin” der ve o sinirle her ikisi de okulun arkasına geçer. Hemen üşüşen erkek çocukları ikisinin etrafını sarmıştı. Onlara eğlence çıkmıştı. “Ha” deyince Jaksılık Kaysar’ı kucakladığı gibi yere çalıp yıktı. Boyu uzun yiğit yüzüstü yere düştü. Hemen ayağa kalkıp tekrar çekişmeye başlayınca ikisi balçıktan tuğlaların yapıldığı çukura düştü. Yağmurdan sonra oluşan çamurun ortasında kavga eden iki delikanlının üstü başı çamur oldu. Çok öfkelenen Jaksılık uzun boylu çocuğu kavgada adam akıllı dövüp, “Yapmayacağım! Yapmayacağım! Bundan sonra ablanın yanına yaklaşmayacağım” dese de dayak atmayı kesmedi. O sırada beden eğitimi dersine giren öğretmen yanlarına gelerek:

      “Burada ne oluyor?” diye bağırdı.

      Öğretmenin yüksek sesini duyan herkes arkalarına döndü ve ortayı açarak yol verdi. Öğretmen kavga eden ikiliyi görüp:

      “Kaysar! Hey, Jaksılık! Ne oldu size? Hadi, kesin artık” deyip çamurun içine girerek ikisini ayırdı. Kaysar’ın bileğini sıkıca kavramış Jakay’ın elini öğretmen güçlükle ayırdı. İki yaramazı çukurdan çıkarıp iyice azarladı ve çocukların gözü önünde birbirlerinden özür diletip barıştırdı.

      Üstü başı çamur olan ve ıslanan ikili iki yöne gitti. Evine yaklaşan Jaksılık bu hâliyle babaannesine gözükmek istemediği için ahırın yanında beklemeye başladı. Bir süre sonra dışarıya Altınkül çıktı.

      “Altın! Altın!” diye kısık sesle seslenerek ablasını yanına çağırdı.

      Kardeşinin ahırın arkasından seslendiğini duyup o tarafa dönen ablası:

      “Ne oldu? Neden eve girmeden orada duruyorsun?” deyip yanına yaklaştığında kardeşinin halini görüp: “Bu ne hâl? Çamura mı düştün?” diye ürperir.

      “Sessiz ol! Bir kova su ile kuru kıyafetlerimi getirsene, ben ahıra girip yıkanayım” diyerek bahadır ahıra doğru fırladı.

      O gün akşam yemeğinde Altınkül ile birlikte hiçbir şey olmamış gibi babaannelerinin iki tarafına oturdular. Altınkül, kendisine sahip çıkıp köydeki “meşhur deliden” öcünü alan kahraman kardeşine minnettarlıkla baktı. Jaksılık’ın köydeki çocuklarla yaptığı tek kavgası buydu.

      Yedi Atası Bahadır Çocuk

      Jaksılık’ın dedesi Emirali tek çocuktu.

      Emirali’nin on beş çocuğu arasında Üşkempir hayatta kalan