Saule Dosjan

Pehlivan


Скачать книгу

kazanı dolu olur, biricik oğlunu kimseden eksiği kalmadan yetiştirirdi. Zamane bir meslek sahibi olsun diye muhasebe eğitimi aldırır. “Ocağını tüttürsün” diye de edepli ve merhametli bir kız olarak bilinen Küntöre ile evlendirir. İşte bu, biricik evladının soyunu devam ettiren Jakay’dır. Jaksılık’a babaannesi şımartır Jakay diye kısaltarak adını zikrederdi. Bundan dolayı sadece evindekiler değil, bütün köy Jaksılık’a “Jakay” demiştir.

      Küntöre bazen oğlunu şımartarak:

      “Sen uyurken evdeki herkes ayaklarımızın ucuyla yürürdük. Hatta, sen uyanma diye, babaannenden korumuzdan, semaveri de evden ırak bir yerde kaynatırdık. Zira, babaannen “Rüzgârlı havada tütünü eve girer. Uyumakta olan Jakay’ı niye düşünmüyorsunuz? Şu tütünden boğulacak zavallı” diye kızardı. Baban ise seni bir yerlere yollayım diye eve doğru yönelince:

      “Şu yumruk kadar çocuğa mı kaldı bütün iş. Uykusunu kaçıracak kadar nerede ne yanıyor?” deyip sinirlenirdi.

      Öyle anlarda baban:

      “Oğlanı erkek gibi terbiye edersen erkek olur, köle gibi terbiye edersen köle olur, denilen sözü Bavırjan ağabeyimiz nasihat etmemiş miydi ana? Oğlunuz öğlene kadar uyuyor. Tam bir tembel olacak” diyerek sözleriyle iğnelerdi.

      “Sus, saçmalama! Gelecekte tüm iyiliği bu oğlumdan göreceksiniz, adını duyuracak olan da şu yavrum olacak” diyerek babaannesi öyle anlarda oğlunun söylediklerine alınır küserdi.

      Annesi Kültöre yolculuğa sık çıkan Jaksılık’ı her özlediğinde onun çocukluğuna ait buna benzer ilginç hatıraları anlatırdı.

      Jakay’ın ilginç hareketlerine doyamadan yedi yılın ne kadar hızlı geçtiği hiç fark etmemişlerdi. Bu çocuk adeta destanlardaki bahadırlar gibi her yıl değil her gün, hatta her gün değil her saat büyüdüğünü hissettiriyordu. “Alpamış” yedi yaşında nişanlısı “Gülbarşın”ı kurtarmak için Kalmaklara karşı akın etmişse, Jakay o yaşta hiçbir şeyi düşünmeden Talas nehrinin derinliklerine dalarak yüzüyor, şımararak büyütülüyordu. Okul çağına geldiği için artık sünnet olmalıydı. Babası ile babaannesi bu durumu istişare edip, kendi aralarında konuştuklarını Jakay’dan bir yaş büyük olan ablası Altınkül duyar ve saçları darmadağın halde Talas kıyısı boyunca koşmaya başlar. Koşarak gelip:

      “Jakay, seni sünnet edecekler!” diye bağırır nefes nefese kalarak. Jakay her erkek çocuğunu böyle bir acının beklediğini eskiden beri kendi yaşıtlarından duydukları için bilirdi. Onlar molladan çektiği “acıları” anlattıklarında, korkudan, “sünnet” denilen şeyden nasıl kaçıp kurtulabilirim?” diye bazen ciddi ciddi üzülürdüler. Yine de kendilerini avutarak: “Benim babaannemden molla da korkar, babaannem varken benimkini kimse kesmeye cesaret edemez” derdi. Bu düşüncesini arkadaşı Karahan’a söylediğinde ise o çocuk gülerek:

      “Bak da gör, o ihtiyara baban ile babaannenin kendileri seni yakalayıp götürecekler seni” dediğinde ona inanmamıştı.

      “Babaannem bana öyle bir kötülük yapmaz” deyip arkadaşının dediklerine itiraz eden Jakay, babaannesinin kendisine olan sınırsız sevgisine güvenmişti.

      “Dedemin kendisi beni tutup oturttu. Babaannemle dedem de beni severler” diyerek Karahan söylediklerini tekrarladı. Jakay çaresizce:

      “Öyleyse dağa kaçarım” dedi.

      “Nereye gitsen de baban bulup getirecektir …”

      Bunu duyduğundan beri için için bir tehlikenin varlığını hisseder olmuştu. Zira çocuklar “okula başlamadan önce sünnet edilir” dediklerini hep duyardı, kulağında bu sözler çınlardı. Bir keresinde kendisinden büyük çocuklara:

      “Kızlar ondan korkmazlar mı?” diye sordu.

      “Hey, aptal, kızlar sünnet olmazlar. Onlar oynaya güle giderler okula” dedi arkadaşı.

      “Sünnet ederken molla testere ile kesip, sonra üzerine kül serpip kanını durdurur” dedi biraz daha yetişkin olan bir diğeri.

      Jakay Müslümanların erkek çocuklarını 3, 5, 7 gibi tek sayılı yaşlarda sünnet ettirdiklerini o zamanlar bilmiyordu. Okula 7 yaşında gideceğinden dolayı, bunu “okula gitmeden önce halletmeyi” doğru bulsalar gerek, köydeki çocukların çoğunu velileri 7 yaşına girince sünnet ederlerdi. Bunu erkek çocuklar kendilerince “sünnet olmayanları okula almazlarmış” diye anlarlardı. Altınkül koşarak gelip duyduklarını anlattığında Jakay başından aşağı kaynar su dökülmüş gibi oldu, neye uğradığını şaşırdı, donakaldı. Altınkül söyleyeceklerini söyleyip “görevini yerine getirdikten” sonra, tekrar kuş gibi uçarak hızlıca köye döndü. “Bu felaket bana da gelmiş, ne yapmam lazım?” diye kara kara düşünen Jakay, güneş yuvasına yerleşip hava karardığında nehrin kıyısındaki büyük kavak ağacının tepesine doğru tırmandı. Çocukların hepsi o vakitte evlerine dönmüşlerdi. Gökyüzünde yeni doğan ayın nehre yansıyan ışığına bakarken bir grup insanın nehir kıyısı boyunda:

      “Jakay!”

      “Jaksılık!”

      “Neredesin?” diye bağırarak, koşturarak gelmekte olduklarını gördü.

      Kendisini aramakta olduklarını bilse de “arasınlar!’ Sünnet ettireceklermiş ya. Gitmeyeceğim. Babaanneme çocuk lazımsa beni mollaya vermeyecek!” deyip, biraz inatlaşarak olduğu yerde kalmaya devam etti. Arayanlar her tarafa dağılıp “Jakay, Jakay” diye bağrışıyordu. Bir an babasının “Jakay! Kurban olduğum!” dediğini yakın bir yerden duyduğunda kalbi yumuşayıp, duygulandı. Kendisini hiçbir zaman şımartmayan, tatlı konuşmayan taş gibi sert amcasının “kurban olduğum” deyişi her şeyi unutturmuş gibi oldu ve Jakay ağacın tepesinden inmeye başladı. Tabanı yere değdiğinde babasının sesi daha da yakından duyuldu:

      “Jakay!”

      Tek çocuğu “nehirde mi boğuldu?” diye korkan zavallı babasının sesi titriyordu. Babasına acıyan çocuk:

      “Amca” diyerek ağlamsı bir ruh haliyle seslendi. Babanın kulağı çocuğunun sesini duyar duymaz kalbi hızlı çarpmaya başladı. O, karanlıkta etrafa bakınarak oğlunun siluetini gördüğünde, koşarak gidip kucaklayıp, çocuğu yerden hızlıca kaldırdı.

      “Bulundu!” diye bağırdı etrafa.

      “Çocuk bulundu” diye bağrışan komşuları Jakay’ı ortalarına alıp sevindiler. Ne yapsınlar, hepsi çocuk boğuldu diye çok korkmuştu.

      Tespihini çekerek kapıdan gelecek haberi beklemekte olan Batima anasına:

      “Nine, oğlunuzu bulduk, müjde!” diyerek bir kayını haberi ulaştırdı.

      “Kurban kesin! Kurban kesin!” deyip, babaannesi elini yere dayayarak ayağa kalktı.

      Çocuğu aramaya yardım eden akrabalar gece yarısına kadar Küntöre’nin kavurmasını yiyip, çayını içip evlerine dağıldıktan sonra babaannesi ile babası kaçağın meselesini masaya yatırdılar. Anası kayınvalidesinden çekindiği için hiçbir şey soramasa da, bulaşıkları topluyor, minderleri silkeleyip havalandırıyor, sonra tekrar yerine seriyormuş gibi yaparak kocası ile kayınvalidesinin konuşmalarını dinlemeye çalışıyordu.

      “Oğlum, sünnet olmaktan insan korkar mı hiç?” diyen babası erkek çocuğun hayatındaki en önemli şey hakkında kendince bilgi vermeye çalışıyor. “Sen erkek değil misin, şu küçücük şeyden bu kadar korkman da neyin nesi? Sünnet olmak demek, yiğit olmanın ilk nişanıdır. Bu, erkek çocuğun kızdan farkını, dayanıklılığını gösterir. Sen büyüyünce Vatan’ı koruyacaksın,