Akil Abbas

Dolu


Скачать книгу

hallet. Doktor ne kadar para istemişti?

      –Bin manat.

      Komutan, cebindeki paraları çıkarıp saydı, toplam altmış beş manatı vardı, on beşini alıp cebine koydu, elli manatı Peleng’e verdi.

      –Al bunu, bizimkilere de söyle, kim ne kadar yardım edebilirse toplayın ve doktora yollayın. Ha tamam, verin gazeteciye o götürsün.

      Komutan “bizimkiler” diye, şehirdeki çocukları kastediyordu. Şehirdeki gençler savaş başlayalı beri atın belinde dolaşanlardan geri kalır bir yaşam sürmüyordu. Evleri barkları, arabaları vardı. Kimi kıraathane çalıştırıyor, kimisinin mağazası, kiminin yemekhanesi vardı. Çay evi, dükkânı, yemekhanesi olmayanların da parayı nereden bulduğu ve nasıl geçindiğini sormak ayıp kabul ediliyordu. Her türlü meşakkate katlanıp iyi para kazanmayı da güzel bir hayat sürmeyi de becerebiliyorlardı. Çoğu alışverişle meşguldü. Moskova’dan girip Kiyev’den çıkıyor, Kiyev’den girip Riga’dan çıkıyorlardı. Son zamanlarda Polonya’ya bile yönelmişlerdi. Dünyalarca malı şehre taşıyıp getiriyorlardı. Hatta Moskova’da bulunmayan şeyleri bu şehrin pazarında bulmak mümkündü. Hatta ortada, Dünyanın bu En Zengin Şehri’nin pazarında atom bombasının bile satıldığı söylentileri dolaşmaktaydı.

      Çocuklar bazen şakaya getirip:

      –Bombamız var, ancak müşterisi olmadığından dolayı ortalığa çıkarmıyoruz.-diyordu.

      Ancak savaş her şeyi alt üst etti. Artık para kazanmak gibi bir düşünce kimsenin aklına bile gelmiyordu. Restoranlarda şampanyalar patlatılmıyor, kimse Moskova’dan alıp getirdiği “Mercedes” marka otomobiline binip fors atmıyor, dünyalarca mal bu şehre akıtılmıyordu. Moskova’dan girip Kiyev’den çıkan, Kiyev’den girip Riga’dan çıkan çocuklar ellerindekileri avuçlarındakileri silâha cephaneye yatırıp iki yıldır siperlerden çıkmıyorlardı. Elbette keseden yiyorlardı, ancak bu kese dipsiz kuyu değildi.

      Hükümetin bütün tehditlerine rağmen şehrin zenginleri gönüllü milislere yardım elini uzatıyordu. Ancak bu kadar gönüllüyü yedirip içirmek, silâhını cephanesini temin etmek bir şehrin gücünün yeteceği şey değildi. Ellerinde avuç dolusu altınlarla Gence şehrinde, Şerbak’ın12 önünde sıralarını bekliyorlardı ki, bırakınız BTR’yi hiç olmazsa bir uçaksavar veya tanksavar alabilsinler. Dünyanın bu En Zengin Şehri, Şerbak’ı dünyanın en zengin generali yapmıştı. Altın sudan ucuzdu ve bir makineli tüfeğe bir avuç altın veriyorlardı. Buraya bir kalaşnikov tüfeği getirip bir araba alıp götürmek mümkündü. Evlerde kebe ve halı kalmamıştı-tek namlulu bir av tüfeğine bile bir halı veriyorlardı. Bir kutu mermi verip bir kebe alıp götürebilirdiniz. Bu bostanı irileyerek13 en iyilerini seçip götürmek için her taraftan akın akın geliyorlardı, hatta Gürcistan’dan bile. Buradaki malları araba araba taşıyorlardı, hem de insafsızcasına. Tanrı’yı, Peygamber’i akıllarına bile getirmeden Dünyanın En Zengin Şehri’nin zenginliğini soyup soğana çeviriyor, adeta yağma ediyorlardı.

      Bu toplum hem soyuluyordu, hem kurşunlanıp öldürülüyor, hem de alay konusu oluyordu:

      –Ne oldu be! Öylesine yüksekten atıyordunuz! Şimdi ise Ermenilerin karşısında aciz kalmış gibisiniz…!

      Soyulup soğana çevrilmeye, ölmeye tahammül edilebiliyor, ancak bu alaylı ifadeleri asla sindiremiyorlardı. Böylesine alaycı ifadeler, toplumu Ermeni kurşunlarından daha beter yaralıyor, sarsıyordu.

      Diğer bölgelerden gayret damarı kabararak gelen gönüllülerden başka halkın geneli bu savaşa, Ermenistan’ın Azerbaycan’a açtığı savaş gözüyle değil, Ermenistan’ın, Dünyanın En Zengin Şehri’yle savaşı gibi bakıyordu.

      Şimdi Komutan çok iyi biliyordu ki, kendininkiler de artık eskisi gibi değil. Birçokları soyulup soğana çevrilmiş ocaklarında, yalnızca zevahiri kurtarıyorlardı, zaten başkaca çareleri de yoktu. Savaşa gönüllü gelenlerden para istemek son derece ayıp kaçardı, zaten gelenler genelde fakir fukara çocukları idi. Onlara herhangi bir şahıs silâh falan alıp vermemişti. Ellerindeki avuçlarındakini satarak savaşacakları silâhı, mermiyi kendileri almıştı. Hatta son zamanlarda yiyeceklerini bile kendileriyle birlikte getiriyorlardı ki, yerli halkın elinde avucunda kalan son yiyecek kırıntılarına ortak olmasınlar.

      Komutan da bu duruma müthiş sinir oluyordu.

      –İnsan utancından yerin dibine girecek gibi oluyor. Hem gel burada çarpış, hem de yiyeceğini kendinle birlikte getir.

      O, gelen gönüllüleri biraz olsun durumu iyi olan ailelere emanet etmişti. Onlar da bu gönüllü yiğitleri kendi evlatlarından ayırmıyorlardı:

      –Gayretinize kurban yavrum!

      Komutan, parayı Peleng’e verdikten sonra uzaklaştı; ancak üç dört adım attıktan sonra ne düşündüyse durdu:

      –Buraya gel! –Parmağındaki nişan yüzüğünü de çıkarıp Peleng’e uzattı. –Olur ya, yetmezse bunu da ilâve edersiniz.

***

      At Belinde Olan Adam bürosuna girer girmez baktı ki, Şehir Sekreteri’ne ait telefon bas bas bağırıyor, koşarak ahizeyi kaldırdı:

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

      1

      Karabağ’da yaşayan Türkler Rusların çok namlulu roketatarlarının fırlattığı mermiye “Dolu” diyordu.

      2

      Hz. Abbas, Hz. Ali’nin oğludur ve üvey kardeşi Hz. Hüseyin’le birlikte Kerbela savaşında şehit oldu. Şiî (Caferî) inancına sahip Türkler Hz. Abbas’ı çok severler ve ona edilen veya verilen yemine kesinlikle uyarlar.

      3

      Vatan topraklarını koruyup savunmayı ülkü edinen, hiçbir şeyi olmayan ve yegane servetleri olan canlarını bu yola adayan gençler.

      4

      Dağlık Karabağ’da Gargar ırmağı sahilinde, Karabağ sıradağları eteğinde, Karabağ Hanı Penah Ali Han’ın oğlu Mehdikulu Han tarafından kurulan köy, Han tarafından kurulduğundan dolayı onun adına atfen Hankendi, Han’ın köyü adıyla anılmış ve 27 Nisan 1920 Bolşevik Rus işgalinden sonra oluşturulan Sovyet yönetimi tarafından 1923 yılında, Azerbaycan’ın Bolşevik Ruslar tarafından işgaline yardımcı olan Taşnak Partisi mensubu ve Türk düşmanı Stephan Şaumyan’ın adı verilerek Stepanakert olarak adlandırılmış, 1991 yılında Azerbaycan’ın bağımsızlığını