Akil Abbas

Dolu


Скачать книгу

yemin etmişim, silâhımı sana vermek için değil!

      At Belinde Olan Adamın vücuduna saplanmış bin bir tane diken yavaş yavaş çıkmaktaydı. Bundan büyük bir lezzet duyuyor ve içinde “Hadi, gebertin birbirinizi it oğlu itler!” diyordu.

      Komutan daha da sertleşti:

      –Hapsedin bunu!

      Drakon:

      –Beni mi? Biçerim hepinizi! –Dedi ve bahçe kapısına doğru yöneldi. –Tüküreyim hepinize, ben yokum! Peleng, sen yoksun! Sen ölüsün artık!

      Birlikte olan yaşlılardan birisi:

      –Komutan, bırak gitsin. Birazdan hiddeti geçer. Onu da anlamalıyız. Gözünün önünde öylesine yiğit bir kardeşini vurup şehit ettiler.

      Vurgun Vurmuş Gençlerden bir haylisi de Drakon’un ardınca gitti. Onların tamamı Drakon’a duyduğu sevgi için birliğe gelen milislerdi. Onları gören Drakon geri dönerek hiddetle haykırdı:

      –Siz nereye be! İt herifler! Dönün geriye!

      Drakon gitti, birliğin bahçe kapısından çıktığı anda bir şarjör mermiyi havaya boşalttı.

      Komutan hiddetten yaşarmış gözlerini sildi. Nefesi sıklaşmıştı, oksijen alamıyor gibiydi. Son zamanlarda sinirlendiğinde bu hep oluyordu. Bir hayli öksürdü, nefes yollarını açıyor gibiydi. Biraz sakinleşti, sonra Peleng’e sordu:

      –Niye boğuşuyordunuz?

      Peleng, kafasıyla At Belinden İnmiş Adamı gösterdi ve Komutan onu şimdi şimdi gördü, etrafındakilere sordu:

      –Bu burada ne arıyor?

      Vurgun Vurmuş Gençler:

      –Drakon dedi ki, gidin arabanın bagajına tıkıp getirin, biz de getirdik. Ancak acıdık bagaja tıkmadık.

      –Niçin?

      Peleng:

      –Pantolonunu çıkarmak istiyordu, ben de engel oldum.

      Komutan kulaklarına inanamadı. Drakon’un, yılan gibi topladığı zenginliğin üzerinde kıvrılıp yatan, evi barkı yerle bir edilenlere yardım etmeyen yüksek görevli adamlardan hoşlanmadığını, sık sık onları rahatsız ettiğini, hatta bazılarına sutyen yolladığını biliyordu. Bu görevlilerin milis birliğine gönüllü olarak yardım etseler de bazılarının Drakon’un korkusundan yaptığını iyi biliyordu. Ancak Komutan, bindiği zırhlı arabayı kolhoz başkanının kendi arzusuyla değil, Drakon’un korkusuyla satın alıp ona verdiğini bilmiyordu. Bu tür şeyler yüzünden birkaç defa Drakon’u azarlamıştı bile. “Kimseyi buna mecbur etmemek gerekir, halk bize kötü gözle bakıyor” demişti.

      Drakon da hep bu cevabı vermişti:

      –Komutan, bu paraları adamların kendisi darp etmiyor ya! Hepsini bu halkın cebinden çıkarmışlar! Savaşacak cesaretleri yoksa da canları çıksın şimdi biraz millet yolunda harcasınlar.

      Drakon’dan bu tür şeyler beklenebilirdi. Birisini dövebilir, birini cezalandırabilir, birini arabanın bagajına tıkabilir, uf bile demeden birini öldürmek bile onun için bir yudum su içmek gibi bir şeydi, ancak birinin pantolonunu çıkarmak… Buna, onun kabul ettiği kanunlar bile izin vermiyordu. Bu sebeple Komutan hayret etti:

      –Neden?

      –Para istemiş, vermemiş…

      Vurgun Vurmuş Gençlerden birisi Peleng’e kızarak:

      –Sen de bilmediğin şeye burnunu sokma. Öyle değil Komutan. Dün Musa’ların evine roket mermisi isabet etmiş, anasını Bakû’ye götürdüler, kadının ayaklarının ikisini de kesmişler. Sabahın erken saatlerinde Musa telefon açmış ve doktorların bin manat5 para istediklerini söylemişti. Drakon da yolladı ve gidin ondan alın dedi. Biz de gittik vermedi. Drakon da sinirlendi ve gerisini de siz duydunuz.

      Komutan, hep At Belinde Olan Adam’ı baştan ayağa değil, ayaktan başa doğru şöyle bir süzdü, sonra da öksürüp ciğerinden çıkan balgamı adamın suratına fırlatmaktan son anda kendini tutabildi ve yere tükürdü:

      –Yahu sen ne kancık adammışsın be! Bakû’den gelen yüksek rütbelilerin kıçını yalıyorsun, kendininkine geldikte beş manata acıyorsun?!

      Drakon’un elinden bin bir güçlükle kurtulan adam yeniden kırk arşınlık kuyunun dibine yuvarlandı. Kendini haklı çıkarırcasına:

      –Komutan! Seyyid Lâzım Ağa’nın6 ceddine yemin olsun bilemedim. Her gün o geliyor bana para ver, bu geliyor par ver, ben kopoğlusu ne bileyim kim kimdir. Bana sizin istediğinizi demediler ki!

      Komutan baktı ki, hiddeti onu esir alarak ardınca çekip sürüklüyor ve böyle giderse elinden bir kaza çıkacak. Zaten adları kötüye çıkmıştı. Hükümet onları Ermenilere değil de kendine düşman olarak görüyordu ve bu gönüllü taburları halk nazarında iki paralık etmek için elinden ne geliyorsa onu yapıyor, haklarında yüzlerce şayia yayıyordu. Geceleri Dolu başladığında yavrularını alıp canlarını kurtarmak isteyenler kapılarını bile kilitlemeye fırsat bulamıyordu. Sahipsiz ve kapısı açık bırakılmış evler hemen her gece yağma ediliyordu. Sabahleyin dönüp de evlerinin yağmalandığını görenler şikâyet bile etmiyorlardı. Kime şikâyet edeceklerdi ki, milis güçleri siperde, yönetici siperde idi. Hükümet de, şehirde meydana gelen yağma ve hırsızlık olaylarının tamamını milis birliğinin üzerine yıkıyordu. Onların da ne ellerine Kur’an-ı Kerim’i alıp ev ev dolaşarak yemin etmeğe zamanları vardı, ne de hevesleri. Kafaları savaşla meşguldü.

      Bu tür söylentilerden dolayı bıkıp usanan Komutan bir gün şehir yöneticisinin önüne çıktı:

      –Reis, dışarıdan gelen hırsızlar şehirde girmedikleri ev bırakmadılar. Hükümet de bu tür olayları bizim boynumuza yıkıyor. Ya bunları önlersin veya kötü şeyler olacak!

      –Komutan, vallahi gücüm yetmiyor. Ermenilerle mi çarpışayım, yoksa bu şerefsizlerle mi uğraşayım bilmiyorum. Bir değil, iki değil, kocaman bir şebekedir. Komşu şehirlerde yaşıyorlar ve buraya gelerek halledip sıvışıyorlar. Bu şehirlerin yöneticilerine durumu anlatıyorum, diyorlar ki, hırsızlık senin şehrinde oluyor, canın çıksın kendin bul. Söyle bakayım şimdi ben ne yapayım, Ermeniyle mi çarpışayım, hırsız mı arayayım, ne halt edeyim?!

      Komutan gerçekten Reis’in böylesi bir kargaşada, hercümerçlikte meydanı boş bulan hırsızlara gücünün yetmediğini anlamıştı. Ve hırsızlara haber yollayarak demişti ki; biraz insan olsunlar… Ancak hırsızlar onu dinlememişti.

      Komutan bir daha onları uyarmıştı:

      –Beni havsaladan çıkarmayın!

      Hırsızların reisi de ona mukabil haber yollayarak demişti ki; “Elinden geleni ardına koma”.

      Bu cevabın alınmasından on-on beş gün sonra, hırsız çetesinin lideri ağzından kurşunlanmış hâlde Lenin Meydanı’nın ortasına atılmıştı. Hatta elini bileğinden keserek göğsüne bırakmışlardı. Halk bir anda etrafına toplanmıştı:

      –Seni vuranın eline kurban olayım.

      –Kadın donu çalan deyyus.

      –Geber şimdi.

      Komutan biraz onlardan uzakta Drakon’la yan yana durmuş halkı seyrediyordu.

      Şehrin Reis’i ona yaklaşarak usulca:

      –Komutan, hiç olmasa bu deyyusun cesedini Ermenilerin tarafına atsaydınız.

      –O zaman başkalarına ders olmazdı. Bırak halk kimin kim olduğunu anlasın.

      –Komutan,