Mevlüd Süleymanlı

Göç


Скачать книгу

üzerinde karısı Senem ile yayladan iniyorlardı. Akşamın alacakaranlığıydı. Tarla kuşları ötüşüyorlardı. Göğüş başını kaldırıp havaya baktı:

      –Göç gidiyor, turgay kuşları onun için ötüyorlar, dedi.

      Senem Hatun eliyle usul usul karnını sıvazlayarak, sana bir şey diyeceğim, ama gülme. Bu çocuğa hamile kaldığım günden beri duvarın öbür yüzünü görüyorum.

      –Duvarın öbür tarafını mı görüyorsun?

      –Hıı. Bana görüyorum gibi geliyor. Bir seferinde içeriden baktım ki Kızbes Kadın kapıdan el ediyor. Rüya sandım, evden çıkınca baktım hakikaten de el ediyor. Seni seslemiyorum dedi. Sonra dışarıdan eve baktım, evin içi görünüyordu.

      –Anlamsız şeydir, inanma.

      Göğüş, atını yaklaştırıp Senem Hatun’un boynunu kucakladı, sarsıla sarsıla güldü. Senem Hatun:

      –Canım yeşillik çekti, dedi; in, bana kuzukulağı topla, yeşilliğe aşeriyorum, nerdeyse inip otlayacağım, bak tekmeliyor beni.

      Göğüş, attan indi; yamaçtan kuzukulağı, yemlik, kuşekmeği topladı. At birdenbire kişneyip ayağını yere vurdu. Yamaçtan bir tilki kalktı, koşa koşa kendini dereye attı. Göğüş, hayretler içinde donup kalmıştı. “Tilki silah görmüş.” Kendi tüfeğine baktı, eğerin kaşında duruyordu. Üç atlı başının üzerinde bitti.

      –Kımıldama, Karakelle Göğüş!

      Tüfeklerin üçü de Göğüş’e yöneldi. Göğüş, kendi silahına baktı, tersine asılmıştı. Acı acı gülümsedi:

      –Yeşilliği vereyim, benden kuzukulağı istemişti.

      –Yerinden kımıldarsan vururuz.

      Senem Hatun ağır ağır attan indi, atlıların karşısında diz çöktü. Yazmasını açıp saçlarını yeşilliğe dağıttı. Atlılardan biri tüfeğini yanına indirdi.

      –Peki, Karakelle oğlu, helâlini götür, görüşürüz. Göğüş, Senem Hatun’un kolundan tutup kaldırdı, saçlarını topladı, yazmasını bağlayıp ata bindirdi, kendi de binip atlılara doğra döndü:

      –Nerede olacaksınız, nereye geleyim?

      –Akçallı’da bekliyoruz. Kiminle geleceksin, bilelim.

      –Bizden kimse kalmamış Kanıkoğlu, yalnız geleceğim, çok mu korktun?

      Atlılar yamaçları ürküte ürküte aşarak dörtnala gözden kayboldular…

      Bir zamanlar Kanık Ağa’nın neslinde ölenler, kalanlardan çoktu, git gide soyları kesilmekteydi. Sonra hükümeti tanıdılar, haraç verip önlerinde el pençe divan durdular. Hükümetin adamları Kanık nesline silah verdi. At oynatıp meydanda rakipsiz kaldılar. Karakelle nesli azalmaya, yok olmaya başladı.

      –Korktun mu Senem?

      –Kuzukulaklarından ver yiyeyim.

      –Bir hayli, konuşmadan kuzukulağı yediler. Sanki Senem Hatun’un içinden bedenine yayılan ekşiliğe doğru bir el uzanıyordu. Göğüş’ün neşesi yerindeydi, türkü söylemek istiyordu. Senem Hatun’a doğru döndü:

      –Bir tek tavırlarından memnun oldum, sana saygı gösterdiler.. Kuzukulağını sana yedirebildim.

      Senem Hatun’un yanaklarından göz yaşları süzülüp aktı. Galiba ağladığından haberdar değildi, rahat rahat kuzukulağı yiyordu.

      –İçim bir tuhaf olmuş, seni vurmalarından korkuyorum.

      –Canını sıkma, zaten biz iki yüz senedir kendi ecelimizle ölmüyoruz. Oğlun olursa adını İmir korsun, erkek olduğunu kimseye bildirmezsin. Onu Bike gibi giyindirirsiniz “kızdır” dersiniz. On beş yaşına kadar kız elbisesinden çıkarma. Anama söyle, Bike’nin adı Bekil’dir, unutmuş olabilir. Örgüsünü kesmekte şimdilik acele etmeyin. Dediklerim aklında kaldı mı? Hadi in attan helâllaşalım…

      Köyün eteği idi, alacakaranlık bastırmak üzereydi. Karşı yamaçta Hürü Kadın, yanında da on dört yaşında bir erkek çocuk, uzun boylu Bike koyun otlatıyordu. Göğüş ile Senem diz çöküp kucaklaştılar.

      –Kendi elimle seni ölüme nasıl yollayayım?

      –Ağlama, biliyorsun ki, gitmeliyim. Nereye gittiğimi anama söyleme!

      Atına binerek Akçallı dağlarına doğru dörtnala sürdü…

      Senem Hatun’un içinden kuzukulağının mayhoş tadına doğru uzanan el Akçallı dağına taraf dörtnala giden atlıdan başkası değildi. İçini çekip çekip çıkardılar. Kulakları kurşun dökülmüş gibi uğuldadı, sırt üstü çimenliğe düştü. Senem Hatun toprağın üzerinde yeşermekle olan tohum gibiydi. Sanki kendisi kendi gözlerinden, kulaklarından kuyuya düşüp boğulmaktaydı. Hürü Kadın’ın haykırışları Senem Hatun’a ulaşamıyordu. Birilerinin sarı saçlarına dolaşa dolaşa karanlık bir kuyuya iniyordu.

      –Hey Kızbes, Fatma, Gelin kendini kaybetti, ey kurbanı olduklarım yardıma gelin!

      Hürü Kadın, Senem Hatun’un bembeyaz suratına tokat üstüne tokat indiriyordu. Ama Senem, sanki derin bir boşluğa inmekteydi.

      –Bike çabuk ol, bıçakla suyu doğra, anan bayıldı.

      Bike kemerine kadar ırmağa girdi, suyu enine boyuna bıçaklamaya başladı.

      –Bağır ulan, bağır, vurgun yemiş, sesin mi battı? Bike’nin yazması başından düştü, sular alıp götürdü. Kalın, küt, kara örgülü saçları suya sallandı. Kanık’lar çoluklu çocuklu, kadınlı kızlı seyre dalmışlardı.

      –Haykır, suyu doğraya doğraya bağır, erkek sesi gerek.

      Şimdilik hiç kimse bir şey anlamıyordu. Kadınlar Senem Hatun’un başı üzerinde kazanların altına vurarak ses çıkarıyorlardı. Senem Hatun’un bembeyaz yüzü tokatlardan kıpkırmızı kızarmıştı. Bike suyu bıçaklaya bıçaklaya bağırdı:

      –Ehe, heey, heeey!

      Bu, yeni bulûğa ermiş on dört yaşındaki bir erkeğin sesiydi. Yıldırım gibi çakıp selleri suları geçerek dağlara taşlara değip dalgalana dalgalana uzaklaştı. Kız elbiseli, geniş omuzlu bir erkeğin on dört yıldır sakladığı sesi idi. Senem Hatun’un gözlerinden, kulaklarından inip birbirine dolaşmış sarı saçları açıyordu. Senem Hatun kendine geldi, baktı ki, kulakları ovuluyor. Çocuk sesi duydu. Ne vakittir ki, bu sesi içinden duyuyordu.

      –Karakelle Göğüş’ün ikiz oğlu oldu, Göğüş’ün iki oğlu oldu!

      –Bike erkek imiş!

      –İçime doğmuştu zaten, böyle kız mı olurdu?

      Konu komşunun sesi gittikçe belirginleşerek yaklaşıyordu. Kadınlar Senem Hatun’u teskerenin üzerine koyup eve götürdüler.

      Bike sudan çıktı; elbisesini, gömleğini soyundu, altında erkek elbisesi vardı. Belinde gümüş hançeri vardı, örgülerini sırtına atıp yeniyetme erkek yürüyüşüyle evlerine doğru gitti. Köy halkı, akacak yeni bir kan bekliyordu. Herkes, kurşunun nerede patlayacağını anlamak için kulak kabartıyordu. Kanık nesli bölük bölük olup dağıldılar, Dursun Ağa’ya haber vermeğe koştular. Yetmiş yaşındaki Dursun Ağa bu haberi duyar duymaz yastığa dirseğini dayayıp doğruldu:

      –Gördünüz mü köpoğulları! Karakelleler, insanı böyle uyutur.

      –Senem Hatun da ırmağın kenarında ikiz oğlan doğurdu.

      Dursun Ağa uzanıp gözlerini bir noktaya