Mevlüd Süleymanlı

Göç


Скачать книгу

kocam, hem de oğlumsun.

      –Bak, hiç kimseye söyleme tamam mı? Ninem diyor ki, eğer erkek olduğumu bilseler beni öldürürler.

      Bekil sanki köye ilk defa geliyordu.. Sanki o andan itibaren büyümeğe başlamıştı. Kız isminin ağırlığı altında sıkılan omuzları, kendinin de haberi olmadan genişlemekteydi…

      Senem Hatun’a kuymak10 yediriyorlardı.

      –Ye…

      –Bak bir, Göğüş gelmedi mi, nine?

      –Nereye gitti?

      –Evdekileri dışarı çıkar.

      Konu komşu sitemle söylene söylene dağılıp gittiler.

      –Tanrı tarumar etsin seni, ey ağalık, yer kabul etmesin seni ey Dursun!…

      –Bu zavallıların kimi kaldı kıız?

      –Göğüş de mi?

      –Ne bileyim, yoktur, nerededir kim bilir?

      –Göçüp gitmeliydiler, yer mi yoktu?

      Hürü Kadın tırnaklarının ucundan itibaren buz kesmeğe başlamıştı. Bebekler ağlıyor, susmak nedir bilmiyordu. Hürü Kadının sesi aniden kabalaşıp erkek sesine döndü ve ağlaya ağlaya:

      –Ağlamayın! -dedi.

      Senem Hatun da ağlıyordu, çocuk da, Bekil de.

      –Olacaktı, bekliyordum, ama erken oldu…

xxx

      Göğüş, Akçallı yamacına tırmandı, atın üstünden kayalıklara doğru baktı. Taşların, kayaların ardı bela kokuyordu. Bela, alın yazısı güder gibi önüne katmış Göğüş’ü götürüyordu. Demek istediği bir söz müydü, söylemek istediği türkü müydü, ne idiyse içinde kalmıştı, başkaca endişesi yoktu. Aç, kılıca doğru nasıl at sürerse o da belaya doğru öyle dörtnala gidiyordu.

      Beybek’in atlıları da karşı yamaçtan çıktılar. Kurşun mesafesinde durdular. Beybek atın üzerinde doğrulup:

      –Geldin mi Karakelle oğlu? dedi.

      –Geldim, Kanıkoğlu.

      –Kaçıncı olduğunu biliyor musun?

      –Bizden yalnızca ben kalmışım, biz sayısını unuttuk. Peki sizden?

      –Bizden yüzden fazlası gitmiş.

      –Kendinizi de üstüne ilâve edin.

      Böyle diyerek Karakelle Göğüş ayaklarını üzengiden çıkardı, Beybek’in tüfeği yavaş yavaş doğruluyordu. Yanındakini korku bürümüştü, bu sebeple sesi hırıldadı:

      –Köpoğlusu, gözlerinden vuracağım, dedi.

      –Kanıkoğlu, yanındakine söyle, üç yüz senedir düşmanız, ama aramızda küfürleşme olmamış. Kendinizi de ölenlerinizin üzerine ilâve ettin mi, kaç etti?

      Kanıkoğlu’nun silahının doğrulmasıyla Göğüş’ün kayanın arkasına sıçraması bir oldu. Göğüş’ün silahı henüz havadayken patladı. Küfür eden atlının bağırtısı kurşunların sesini bastırdı. Sesi deminki gibi hırıltılı değildi, çan gibi çınladı. Çünkü artık korkusu kalmamıştı. Deminki ses korkusunun sesiydi, Göğüş’ün kurşununun öncesinde kalmıştı. Kendi de ancak haykırışı kesilene kadar yaşadı. Eyerden kayarak atının ön ayakları dibine düştü. Diğer atlıların her biri bir tarafa dağıldı. Her biri bir taraftan Göğüş’ün ardına saklandığı kayaya kurşun yağdırıyordu. Göğüş gözüne ilişen karartıya bir kurşun sıktı, kurşunun ete daldığını tetikteki parmağında hissetti.

      Ardından Beybek’in, sesi duyuldu:

      –Göğüş, yüzünü dön!

      Döndüğü anda ikisinin de silahı bir anda patladı. Bir anlığa ikisi de gülümsedi. İkisi de dövüşten memnun kalmıştı. Önce sanki Göğüş’ün sağ göğsünün altına buz bağladılar, serin, güzel, ayazlı yayla havası doldu içine. Yavaş yavaş da yandı. Kayaya dirseğiyle yaslanıp atını sesledi:

      –Kaşka, Kaşka!11

      Bu, Göğüş’ün dünyada kalacak son haykırışıydı. Önce bir kişneme duyuldu, sonra atın kendisi göründü. Sürüne sürüne kayaya tırmanıp atına bindi. Bu da Göğüş’ün son gücüydü ki, son defa da kendine lâzım oldu…

      Tabut götürüyormuş gibi köye doğru birbirinin yanında iki at gidiyordu.

      –Göğüş, sen misin?

      –Benim Beybek.

      –Nerenden vuruldun?

      –Göğsümden.

      –Sağ mı, sol mu?

      –Sağ.

      –Sen nerenden vurulmuşsun?

      –Karnımdan vurdun Göğüş. Çünkü sen aşağıdaydın, ben yukarıda.

      –O zaman acın çoktur.

      –Hı, felâket ağrıyor.

      –Göğüş!

      –......

      –Bir defa seni vurmak istedim, Göğüş! O zaman yirmi yaşındaydım. Sizin neslin yaşını biz sizden daha iyi biliyoruz. Göğüş!

      –Hı…

      –Kan dâvası gütmek iyi bir şeydir.

      –Nesi iyidir?

      –İnsan çabuk büyüyor. Ama eve ölmeden ulaşırsam diyeceğim ki barışın. Sen de dersin, oldu mu?

      –Peki, ama, bizden kim kaldı ki, artık barışmak bizim nemize gerek?

      Atlar köyün girişinde ayrıldılar, toprak yolda nallı ayaklarıyla patırdata patırdata her biri bir tarafa döndü…

      Sabahleyin Eyrikar’dan altı tabut çıktı. Üçü Kanık neslinden, üçü de Karakelle neslinden. Karakelle Göğüş, Senem Hatun ve ikizlerin birisi.

      Kanık neslinin ak saçlı kadınları Hürü Kadın’ın yanına barışmaya geldiler. Ak sakallılar Bike’nin örgülerini kesip adını Bekil koydular.

      Bekil birkaç yıl içinde içi kanaya kanaya büyüyüp boylu boslu bir yiğit oldu. İçindeki kanlı tohumlar da yeşere yeşere büyüyordu. Bazen gözlerine sağılan kan da bu kan idi…

      Eyrikar’ın yedi yerine, yedi obasına ilân edildi ki, Karakelle soyuyla Kanık nesli barışmış. Sönmekte olan Karakelle ocağı tütsülene tütsülene yeniden yanmağa başlamıştı.

      …Kanık soyunun ak sakallı ihtiyarı Dursun Ağa üç gündür can çekişiyordu. Üç gündür bağırıp duruyordu. Eğrikar, insanların yaşamaya başlamasından beri böylesine ürkütücü bir ses duymamıştı. Dursun Ağa’nın sesi, yedi ağaçlık12 bir mesafeden duyuluyordu. Kadınlar saçlarını yolup, yüzlerini yırtıyorlardı:

      –Allah’ım bizden uzak et, yer Dursun Ağa’yı kabul etmiyor!..

      Kanık nesli, daha ölmeden Dursun Ağa için ihsan dağıtıyordu. Kurban kesip ev ev dağıtıyorlardı ki, Allah, Dursun Ağa’ya acısın, onun canını tez elden alsın. Ama Dursun Ağa’nın ruhu kendine yer bulamıyordu. Canı gelip boğazında düğümlenmişti, bu sebeple sesi korkunçtu. Kediler bu sesten ürküp ağaçlara tırmanmışlar, atlar kişneye kişneye köyde dört dönüyorlardı. Irmağın suyu damar damar olmuş, yarılmıştı. Dursun Ağa, dilini bağlayıp aç bırakarak öldürdüğü