Roza Tufitullova

Gülsüm


Скачать книгу

evlendi. Öğrenci olan Gülsüm, kız arkadaşlarıyla birlikte onları çok sık ziyaret ediyordu. 1912 yılının Nisan ayının sonlarında Ufa’dan Bigilere Abdullah Tukay geldi. Gülsüm, bu haberi duyar duymaz önce arkadaşlarına ve ablalarına koştu. Ancak şair tabiatı nedeniyle kızların güzelliğini değerlendiremiyor. Hastalığa tutulduğu için onları kabul etmedi. “Biliyorsunuz ki kadın kısmı, özellikle başkent gibi bir yerde büyük okullarda okuyan hanımlar, çok nazik ve kontrolcü oluyorlar” diye bu “kabalığını” arkadaşlarına anlatıyor.

      Gördüğümüz kadarıyla Kazak şairi bu tür komplekslerle mustarip değildi.

      1912 yılının Kasım ayında, kendisinin çıkardığı “Vakıt” gazetesinde Balkan savaşını anlatmak için Orenburg’tan gelen Fatih Kerimî, kızları Yusuf Akçura’nın yanına götürdü. Yusuf Akçura, “Genç Türkler” hareketinin üyelerinden biridir. Kızları ünlü Enver Paşa ile tanıştırdı. Birlikte fotoğraf da çekiniyorlar. Dört hafta sonra “Genç Türkler” iktidara gelecek ve Enver Türkiye’yi yönetmeye başlayacaktı. O yıllarda, Tatarlar arasında Enver Paşa’nın adı o kadar ünlüydü ki, bu ismin halkımız arasında yayılması tamamen bu kişiyle ilgilidir. Şefkat, Talgat, Cevdet isimleri de o yıllarda Tatarlar arasında yayıldı.

      Tatar kızları, sadece sıradan hemşireler değildi. Bir süre sonra Gülsüm Kamalova, Türk savunma fonuna, kadınlardan bağış toplamak gerektiği konusunda bir öneride bulundu.

      Belirlenen gün, üniversiteye İstanbul’un ünlü kadınları toplandı. Onlar, vakıf için yüzüklerini, bileziklerini ve diğer kıymetli ziynet eşyalarını getirdiler. Toplantıyı, baş vezirin eşi açtı. Fatma Aliye Hanım ve Halide Edip gibi tanınmış yazarlarla birlikte Gülsüm Kamalova da konuşma yaptı. Onun ateşli sözleri neredeyse tüm Türk gazetelerinde yayınlandı.

      Görünüşe göre, Gülsüm doğuştan liderdi. Tatar yazarı Atilla Rasih, şöyle yazmış; “Gülsüm Hanım, coşkulu ve güçlü tabiatlı biri… ayrıca güzel bir kadındı. Uzunca bir yüz, sürmeli, iri, kara gözler, göğsünden çıkan kalın bir ses” (“İşan Onıgı” (Şeyh Torunu) TKN, 199 s.)

      İkinci Balkan savaşı Türkiye’nin bir başka yenilgisiyle sonuçlandı. Tatar kızları vatanlarına döndü. Elbette, Çar’ın polisleri, kızların nerede olduklarını çok iyi biliyordu. Kızlara, yükseköğretim kurumlarına giden tüm yollar kapandı.

      Gülsüm’ü Simbir’deki (Şimdiki Ulyanovski, orada A. Kerensky, Ulyanov Lenin, Y. Akçura doğdu.) milyoner Akçurinlerin biriyle evli olan Şemsi Nisa ablası misafirliğe çağırdı. Bu vatansever kızı ağırlamak için Akçurinler büyük bir meclis düzenlediler.

      Hem güzel, hem cesur, hem de eğitimli bu kızı görünce kim âşık olmaz ki… Abdullah Akçurin Gülsüm’ü kendisine istedi.

      Eskiden, gençleri kavuşturmak için yengeleri çok özenle çalışırlardı. Burada da Şemsi Nisa, boş durmamıştır…

      Sovyet hâkimiyeti yıllarında Gülsüm ve onunla birlikte Türkiye’ye giden kız arkadaşları, gözlerden uzak, gölgede yaşamaya çalıştılar. Mesela Meryem Yakupova, Termez yakınlarında bir köyde, aile bile kuramadan hayatına acı bir şekilde son veriyor… Diğerleri de büyük ıstıraplar çekerek, Sovyet iktidarının baskısı altında ezilip bu dünyadan ayrıldı.

      Oysa bu kadınların hayatı maceralı bir romandır. Sonunda, onlardan biri hakkında yazılan, kıymetli yazarımız Roza Tufitullova’nın bu eseri çıktı.

      Eserin, Türk okuru için de ilgi çekici ve ibretli olacağını düşünüyorum.

Rkail ZEYDULLA,Tataristan Halk Şairi

      Kara Gecenin Beyaz Meleği

      Hastalık ruhun ceketi, vücudumu devanın türlüsüyle

      Her gün yamıyorum, ertesi gün yine yırtık görüyorum.

      Vardı, yalnız kalıp, şiirle, şarkıyla avunduğum zamanlarım, Şarkının, şiirin yarısında göğsümü tutup öksürürüm!

“Hasta Hali” A. TUKAY

      Petersburg, yine beni eşsiz güzelliği, sihirli beyaz geceleri ile karşıladı. Tabiatın bu mucizesi, şehre ayrı bir hava ve ilahî bir güzellik katıyor sanki. Ondan mıdır bilinmez, insanın onun sokak ve meydanlarından geçerken sadece parmak uçlarında yürüyesi ve sohbet ederken fısıldaşarak konuşası gelir. Sanki öyle yapılmazsa, bu mağrur şehrin gizemli ahengi hissedilmeyecektir.

      Petersburg’da kalbe dokunan yerler az değildir. Buraya her gelişimde, şehrin merkezî caddelerinden sayılan Kazan Caddesinde gezinmeyi seviyorum. Hem ismiyle hem de görüntüsüyle dikkatleri üzerine çeken bu cadde, nice sırlar ve değerli hatıralar saklıyor. Zamanında, bu cadde üzerindeki 39 numaralı evde Polonyalı büyük şair Adam Mintskeviç yaşamış. Onun yanına ara sıra büyük Rus şairi Aleksandr Puşkin ve yakın arkadaşlarından şair Anton Delvig de uğrarlarmış. Daha sonra bu ev, Petersbug seferlerinde Nikolay Gogol’un sığındığı ev olmuş.

      Kazan caddesinin sol tarafındaki ara sokakta yer alan 37 numaralı eve, kardeşi Olga Freydenburg’un yanına Moskova’dan ara sıra genç âşık şair Boris Pasternak da gelirmiş.

      Bir süre de, caddenin 3 numaralı evinde ünlü Rus şairi Anna Ahmatova yaşamış. Onun eşsiz görünümünü taş duvarlar bile hatırlıyor sanki… Kısacası, Kazan Caddesine, hiç şüphesiz, şairler caddesi denilebilir.

      Mimarî açıdan herhangi bir özelliği dikkat çekmese de bu caddede bulunan benim aradığım 5 numaralı ev de gösterişli ve nurlu bir binadır. “Kazan Misafirhanesi” olmuş bu evde, çok eskiden tanınmış şahıslar kalıyorlarmış. Bundan yüz yıl evvel, daha doğrusu 1912 yılının Nisan ayının sonunda, o evde Tatarların meşhur genç şairi Abdullah Tukay da kalmış.

      …Tukay da kalmış…

      …Petersburg’un beyaz gecelerine sarılıp dertli, hasretli duygularla içim dışım donmuş, ağlamaklı bir hâlde sessiz sedasız misafirhane katını izliyorum. Tüm huzursuz düşüncelerim sadece asırların küçük Abdullah’ını satan, ağlatan, “Tukay“ yapıp kederlendiren, içini döktüren, “milletim” diye can attıran acı kader, dermansız hastalıklarla acı çektiren tarafa doğru yöneliyor… İşte düşüncelerimin ne kadarı gözümün önünde saçılmış “yerde” yatıyor. Teker teker topluyorum. Ruhuna bağışlar gibi hangi rahatlatıcı ve eşsiz duaları bulacağım? Kalplerini parçalayarak şairin ruhu acıyor:

      Anneciğim, en son kez sen öptüğünden beri,

      Her kapıdan sürdü oğlunu sevda bekçisi.

      Ey sevda bekçisi! Sen o kadar taş kalpli misin? Sen hâlâ burada nöbet mi tutuyorsun yoksa? Belki senin için “geçmiş” diye bir şey de yoktur. Öyleyse, şimdi sen, elinde bir buket zambak tutan, ak gönüllü, Tukay için can veren, soylu Tatar güzeli Ümmü Gülsüm Cokonda1’yı hatırlıyor musun? Elbette hatırlıyorsun! Cevap vermek yele savurmak gibi, diyorsundur. Ansızın düşüncelerimi sıkıştırmak istercesine, işte şu rüzgâr, yani kader rüzgârı, inanılmaz bir hız ve kuvvetle kararan bulutları buraya sürüklüyor. Göz açıp kapayıncaya kadar, soğuk ve dondurucu bir yağmur yağıyor. Muhtemelen bundan bir asır önce yaşanmış olayları hatırlatmak içindir…

      …Ne yazık ki, Rusya’nın başkentini boydan boya gezmek, mücevher kaplamalı saraylarını, müze ve tiyatrolarını görmek nasip olmuyor şairimize. Petersburg’a gelince, onun ciğerini yakan verem daha da güçleniyor. Şehrin iliklere işleyen nemli, soğuk havası, şairi günlerce misafirhanede kalmaya mecbur bırakıyor.