Roza Tufitullova

Gülsüm


Скачать книгу

ne kadar çok ilham verirdi.

      Tukay’ın gözünde zehirli kıvılcımlar gören Gülsüm, yine susmak zorunda kaldı.

      – Hanımefendi, Allah size Rusya’nın başkentinde eğitim alma fırsatını hasta şairin yanında oturmanız için vermemiştir diye düşünüyorum. Sizin gibi bilim ateşiyle yanan kızlarımızı ben başka duygu ve düşüncelerle yanıyorlar diye düşünsem de sizin genellikle ufak tefek meselelerle ilgilendiğiniz ortaya çıkıyor. Milletimizin büyük değişimlerin arifesinde olduğunu az çok tahmin ediyorsunuzdur, değil mi? Şimdi halkımıza hizmet için çok fedakâr kadın ve erkek öğretmenler gerekiyor.

      – Kusura bakmayın, dedi kız, duyulur duyulmaz bir sesle. Ne derseniz deyin size yardım etmeye çalışmayı ufak tefek bir iş olarak görmüyorum. Sernovodski’den size arkadaşınız Fatih Emirhan Bey vasıtasıyla yolladığım mektubumda öğretmen olduğumu ve nasıl bir öğretmen olmaya çalıştığımı açıkça yazmıştım. Öğretmen olmak benim de en kutsal hayalim.

      Kızın bu sözlerinden sonra kendini aşırı gergin hisseden Tukay, ona gözlerini dikip baktı. Ümmü Gülsüm’ün yanaklarından süzülen gözyaşları onu derin bir çaresizliğe sürükledi. İçten içe, kendi kendini azarlamaya da, haklı çıkarmaya da vakit kalmadan, kapı çalındı.

      – Giriniz, dedi şair, kendi sesini tanımayışına şaşırarak. Odaya gürültüyle Petersburg’da okuyan bir grup Tatar öğrenci girdi.

      – Müsaade var mı, Tukay Bey?

      – Selamünaleyküm, şairimiz!

      –Hoş geldiniz, Tukay Bey!

      –Sağlığınız nasıl? Sizi göremeyeceğiz diye o kadar endişelendik ki…

      –Biz meşhur Tukay’ımızın yanındayız, ne büyük şans!

      – İşte, nasip olunca…

      Her biri öyle kendince sevinip, Tukay’ı yüceltip tokalaşarak şiir ile selamladı:

      Bir mukaddes his ile herkes hayran bugün;

      Çalıyor sazım da bayram ezgisini: bayram bugün!

      Dinledim usulca eserken bayram rüzgârını,

      O da söylüyor sanki; Bayram bugün, bayram bugün!

      – Cokonda, sen de mi buradasın? Sen her zamanki gibi mahir ve güzelsin, dedi delikanlılar arasından en cesuru, Ümmü Gülsüm’e hitap ederek.

      ???Tukay zor bela hafifçe nefes aldı.

      – E biz tüm şehirde seni arıyoruz. Musa Beylere de gittik. Senato meydanında gerçekleştirilecek “Ak Çeçke”5 eylemi yarına ertelendi. Meryem Hanım ile ikinize önemli bir görev veriliyor. Biliyorsundur zaten, dedi ciddi ve yaşça daha büyük görünen delikanlılardan biri.

      Ümmü Gülsüm “biliyorum” der gibi başını salladı ve aceleyle kapıya yöneldi. Vedalaşmadı bile…

      – E, siz neden ona “Cokonda” diye sesleniyorsunuz, diye sordu Tukay, kız çıkıp gidince.

      “Ümmü Gülsüm” diye, içi sızlayan, hayal kurarak gülümseyen delikanlılardan birisi cevabı uzatmadı.

      – Niye… gizemli gülümsemesi yüzünden. Ayaz İshakî6 Ağabey, Petersburg’da olduğu dönemde ona her zaman “Cokonda” diye sesleniyordu. O: “Meşhur İtalyan ressamın portresini hatırlatıyor” demişti.

      –Evet, Ümmü Gülsüm’de Leonardo da Vinci’nin portresindeki gibi gizemli bir görüntü diyorsun, dedi gözlüklerinin ardından mavi gözleriyle gülümseyen Tukay.

      – Onun kendi ismi yine de daha çok yakışıyor bence, dedi Tukay, delikanlılara bakmamaya çalışarak.

      – Evet, yemin ederim öyle!

      – Öz Tatarca!

      – Çok güzel bir isim, diyerek diğerleri, gürültüyle şairi destekledi.

      Tukay’ın da yüzü canlanıp pembeleşti. Gençler arasından söz ustası olanlar, şairin moralini yükseltmek için epey konuştular. Tevazu ve sabırlı olanları bu önemli görüşmeye içten içe sevindi. İnce ruhlu olanlarının yüreği kan ağladı. Tukay ve şiir ile yatıp kalkanlar şiir okudu:

      Ayrılsam da senden ömrün şafağında ben,

      Ey Kazan ardı! Döndüm sevip yine de sana ben.

      O tanıdık kırlar, çayırlar önce duygumu çekti;

      Çekince bırakmadı, geri verdi son cismimi.

      ……………………

      Büyüktür orman: sınırları görünmez deniz gibi;

      Uçsuz bucaksız, hesapsızdır, Cengiz’in askeri gibi.

      Ansızın akla düşer, namları, devletleri,

      Görürsün atalarımızın tüm kuvvetini.

      Açılır önünde tarihten tiyatro perdesi.

      Ah, dersen, biz neden böyleyiz, biz de Hakkın bendesi.

      Tukay anladı ki; bunlar saf Tatar çocukları çünkü Tatarların gönlü hiçbir zaman kedersiz, hasretsiz olamıyor. İşte onlar Tukay’ı da sıcak, hasretli, sevdalı hislere büründürdüler. Şair bu gençlere minnettar kaldı. Görüşmeyi tamamlayıp onlara hediye olarak şiirsel bir ruh ekleme isteği de bu yüzdendi.

      Seviyorum ben sizi, siz hakiki genç yiğitlersiniz;

      Ümit var sizde, siz gerçek münevverlersiniz.

***

      Tüm fikrim gece gündüz sizin hakkınızda milletim:

      Sağlığın, benim sağlığım, hastalığın benim hastalığım.

      Sen karşımda her şeyden kutsal ve hürmetli:

      Dünyaları verseler de satmam milletimi, milliyetimi.

      Tukay bir süre alkışlara ve hayranlık dolu seslere gömüldü…

      – Tukay Bey, sizi yarınki “Ak Çeçek” bayramına davet ediyoruz.

      – Sabahleyin gelip sizi alırız.

      – Etkinlik tüberküloz hastalarına yardım etmek için düzenleniyor.

      – Petersburg’daki tüm Tatar gençleri toplanacak orada.

      Öğrenciler, Tukay ile görüştüklerine çok memnun olarak, ertesi gün görüşmek üzere vedalaşarak gittiler. Şair, bayrama gelmeye söz verdi.

      Oda sessizleşti. Yalnız nedendir “özlem vakitleri” hâlâ huzur vermiyordu:

      Uyuyorsun rahatça; geceleyin uyansan bir an,

      Etrafın sessiz sedasız hiç ışık yok, atmamış tan.

      O vakit gençlerin nazarında: candan üzülüp, candan sızlanıp

      Ağlıyorsun, Can Zühre ile Can Tahir’e acıyıp.

      Şair ağlıyordu.

      Ayıp vallahi! Petersburg’daki gazeteci arkadaşları Kerim Sagid ile Kebir Bekir’e bu “meleği” şikâyet etmişti değil mi? Güya, Musa Bigiyev’lerin dar evlerini, kız öğrenciler sarmış. Doğrusu şairin fiziksel ve ruhsal durumu, onların aşırı hürmetini ve fazla iltifatlarını kabul edecek derecede değildi.

      İşte yine onun çelişkili ruhu, karakteri, hastalığı, acı kaderi, sayılı günleri, sevda ve talih hakkındaki düşünceleri, sözün birleştiği gibi göğsüne gelip yapıştı… Tukay’ın