Roza Tufitullova

Gülsüm


Скачать книгу

rel="nofollow" href="#n14" type="note">14 Bey ile birlikte, tercüman ve gazeteci olarak beş ay süren sadece “Avrupa Seyahati” bile çok önemliydi: Moskova, Petersburg, Berlin, Brüksel, Paris, Nisa, Monte Carlo, Milan, Viyana, Budapeşte, İstanbul. Her biri şehir hakkında geniş ölçekli, resim ve tasvirli, çok yönlü yazılarla Tatar dünyasını dalgalandıran şahıs. İstanbul’a giden vapur kalkmadan önce, konuşup görüşmek için vakit yeterliydi. Yazar, kızlara Türkiye’nin nasıl bir memleket olduğunu, örfünü âdetini, en önemli hassasiyetini kısa ama akılda kalacak şekilde anlatmaya çalıştı. Söz bazen, Türk ya da Fransız edebiyatına gelince de Gülsüm’ün onların edebiyatını tanıyor olması yazarı tekrar tekrar şaşırttı. “Bunlar bizim Tatar kızları mı ?” der gibi Kerimî, sürekli kıza şaşkınlık ve hayranlıkla baktı.

      Kızların Avrupaî tarzda kıyafetleri ve birbirlerine karşı davranışları da onun kalbini gurur hissiyle kaplıyordu. Ama bakıldığında, Türkiye’ye gidenlerin hepsi de imam çocuklarıydı. Dinini, imanını koruyarak kolları yeniliğe sıvamak ve bu sonsuz karmaşık dünyayı anlamaya çalışmak. Bunların hiçbiri kolay olmayacaktı. Evet, yıllar önce o da ilk kez denizleri aşıp İstanbul’a gitmişti. İstanbul’a iner inmez limandan dosdoğru ünlü yazar Ahmet Mithat’ı aramıştı. Delikanlı, Çistay’ın Kamaliye Medresesinde okurken ona sürekli mektuplar yazardı. Ne garip, yazar da onların her birine cevap verirdi. İstanbul’a geldiğinde ise bu öğrenciyi evinde akrabası gibi misafir etti. Ahmet Mithat Efendi, okuma arzusuyla dolup taşan Fatih’i İstanbul’un en tanınmış çocuklarının okuduğu Mülkiye Mektebine yerleştirdi. Nezaket, yabancı dillere ve Türkiye’ye saygı, sevgi nereden gelir! O burada edebiyat işini de sürdürüyordu. Şimdi burada onun arkadaşları fikirdaşları yaşıyor. O, bu kez Türkiye’ye Vakıt Gazetesi için makaleler hazırlamak niyetiyle geliyordu. Daha doğrusu, bir zamanlar kendisini yetiştiren memleketin yenilme sebeplerini açıklamak, ona destek olmak ve içinde bulunduğu bu ağır durumu paylaşmak için geliyordu. Ama bu dönem yalnız Türkiye’nin kaderinde değil, belki de Tatarlar da dâhil, bütün Türk halklarının kaderini belirleyen tarihî bir devirdi.

      Gazeteci, filozof, siyasetçi, yazar Fatih Kerimî’yi15 kadın özgürlüğü, geleceğin yetenekli annelerinin kaderi; iktisadî, askerî, siyasi meseleler kadar hatta onlardan daha fazla ilgilendiriyor. Bu nedenle de o, bu cesur Tatar kızlarını gözünün önünde ayırmamaya çalışıyordu.

      …Şimdilik… Şimdilik yol. Karadeniz akşamı. Gülsüm, gönülden dualar okuyup dilekler diliyordu: “Allah’ım, Ya Rabbi, sağ salim varıp, sağlıkla dönmeyi nasip et!” Yok, yok karanlıkta aklından kötü düşünceler geçiyor. Tukay’ın söylediğine göre:

      Gökte ne olmaz, dersen, o uçsuz bucaksız gök!

      Ey, ey aziz Tukay’ım, sadece sen iyi ol. Bahane çıktı: Gülsüm’ün yanaklarından dizi dizi yaşlar süzüldü. “Ah, gönül şairini alıp Kırımlara götürüp iyileştirecekti… Gülsüm yine son görüşmelerini gözünün önüne getirdi. Lütfen sonuncu olmasın! O, şaire iğne ucu kadar bile kızgın veya öfkeli değildi. Tukay gibi biri, kızların ellerinden tutup Kırım’a gider mi hiç! Gülsüm’ün yanaklarını yine dizi dizi sıcak yaşlar yıkadı. İyi ki sen varsın Tukay! İyi ki gönül yandığında, sevgiye susayınca, özleyince “söyleyip söyleşmek” için sen ve bağrında saklanan şiirlerin var.

      Gülsüm yavaşça kabin kapısını açarak güverteye çıktı. Yüzüne hemen soğuk Karadeniz rüzgârı, kaderin rüzgârı çarptı. Deniz de epey dalgalanıyor, sallıyordu. Yakında Karadeniz’in milyonlarca yıldan beri süregelen hikmetli kanunu yine yürürlüğe girecekti. Deniz acımasız bir güç ile altını üstüne getirir, çalkalanır, rüzgâr eser, dalgalar birbirine beyaz köpüğe batırıp koşar, yoluna çıkan her şeyi yok eder…

      Çıktı rüzgâr,

      Koptu tufan

      Milletin gemisini yel sürer!…

      Hangi yollar,

      Nasıl girdaplar

      Çeker bizi can isteyip!

      Tuhaftır, Gülsüm’ün ruhu bugün şiirsel dalgalardaydı. İşte kederli, hüzünlü Derdmend’in Gemi’si karşıdan geliyor ve gönlü, derin felsefî düşüncelerle, kederlerle doluyordu. O da Gülsüm’ün sevdiği bir şairdi: Derdmend, Zakir Remiyev de İstanbul’da okumuştu. Tukay’ın “İstanbul’a gidip bir görsem iyi olurdu” diye bir düşüncesi varmış. Çoğu aydının gönlünde yatan, sığınacak liman, kardeş ülke. Zor zamanlarda yardıma gelmek, büyüklük ve asalet timsalidir. İşte öyle seyahat süresince isyan ettiler. Şimdi sakinleşip dinlenmek gerek.

      Gülsüm’ün dikkatle kabin kapısını açmasıyla Meryem’in iç çekerek ağlaması duyuldu:

      – Gülsüm, burada ölüp kalsak? …

      – Kim sana ölmeye gittiğimizi söyledi? Canım arkadaşım, bizim ölüleri diriltmemiz gerekiyor, öyle değil mi? Bu yüzden bizi orada dört gözle bekliyorlar. Bu çirkin düşünceleri güzel başından at deyip yumuşacık saçlarını okşayıp anne şefkatiyle kucaklayıp, Meryem’i sakinleştirmeye çalıştı.

      – Ah ah Gülsüm, Allah sana öyle bir irade gücü vermiş ki sen her zaman hayret verici, mukaddes bir ruhsun.

      – Ben de sana hayranım.

      – Sadece sen böyle söylüyorsun, Gülsüm kardeşim. Teşekkür ederim.

      – Meryem, Tukay’ın şiirlerini okuyayım mı sana?

      Meryem’in gönlü yine doldu taştı. Kız sadece başını sallayarak cevap verdi ve gözlerini kapatıp Gülsüm ile birlikte şiir deryasına daldı.

Sevda

      Yer yeşermez, çiçek açmaz, düşmezse yağmur damlası,

      Nereden bulsun şiiri şair, olmazsa ilham meleği.

      Bir güzelden hangi şair, söyleyin ilham almamış?

      Bayron mu, Lermontov mu, Puşkin mi, hangisi?

      Faydasız bir et parçasından ibarettir yürek,

      Pare pare kesmezse aşk sevda makası,

      Dişlerinin cevherinden yaktım işte,

      Ben bu şiiri, söylesenize inciden neresi eksik kalır?

      – Tukay o kadar âşık bir şair mi, Gülsüm?

      – Dinle, sorular sonra:

Olmasa

      Kim bilir kıymetini, canım, dertli gönül olmasa?

      Naz eder kimlere çiçek, karşısında bülbül olmasa?

      Suretinin en gerçeği bil ki, şairin gönlündedir.

      Aynalardan gerçek görüntünü göremezsin o olmasa.

      Vermedi Leyla gibi sevdiğine dünya değeri;

      O sadece bir kız olur, karşısında Mecnun olmasa.

      Hiç yakıştırmıyorum sen gibi güzellik şahına,

      Hiç değilse, duygusal bir şair gelip kul olmazsa.

      – Gülsüm, bu şiir sana mı yazılmış?

      – Yok, Meryem. O kalbinde sevda olan herkese ithaf edilmiş. Bana göre gerçek şiir işte tam da böyle olur.

      – Petersburg’a gelince Tukay bizimle görüşmek istemedi ki.

      – Ah, ah Meryem, Tukay o günlerde çok hastaydı. Ben o günleri aklıma getirince hala yüreğim kan ağlıyor.

      – Sen Tukay’ı gerçekten seviyorsun galiba, Gülsüm?

      – Eğer