kurduğu anlar arasındaki anlam bağıntısından oluşur. Bu süreç zamanın mekânla bütünleşerek insan psikolojisi üzerindeki olumlayıcı özelliğidir. Yeni yerine bir türlü adapte olamayan ya da başka bir deyişle mekâna sığmayan Satıkul, zaman geçtikçe doğduğu topraklara daha çok özlem duyar. Bu özlem onun mekânın kuşatıcılığıyla doruğa çıkar. Doğduğu topraklara gidişi, onun kendini huzurda hissetmesine yol açar.
2.1.1.3. Öyküde Mekân
İçinde yaşadığı dünyayı anlamlandırmaya ve okumaya çalışan insan, kendini konumlandırmaya çalışarak evrende kendine yer açar. İlk çağdan beri insanoğlu korunma içgüdüsüyle sığınacak bir yer ararken farkında olmadan yeni yuvasında hayatın anlamı üzerine kafa yorar. Yeni düşünceler ışığında mekânın kendini ruhsal anlamda rahat ve dingin hissettirmesi bireyin içinde yaşadığı değerlere bağlanmasına yol açar. Mekânın ruhsal anlamda yarattığı bu etki toplum olma gereğini de beraberinde getirir. Tarihsel bir sürecin devamında insanların birarada yaşama gereği, toplum olma olgusuyla birey olma arasındaki anlamsal farkı da beraberinde getirir. Mekân fiziksel olarak bireyin konumlandığı ontolojik bir tutunma alanı olması yanında ruhsal tramvaların/kopuşların da yaşandığı belleğin tahrip edildiği huzursuzluğun alanlarıdır. İnsanoğlu edimsel bir algılayışla mekânın önemini kavradığında kendi oluşunu ya da kopuşunu da mekânsal düzlemde gerçekleştirir. Mekân bu yönüyle tarihsel bir kavrayış yaşayan bireyin “yüzlerce yıllık dünya deneyimini içselleştirmesi”26 şeklinde tasavvur edilebilir.
Gerçek dünyanın ötesinde kurgu dünyasında da mekân gerçekle izdüşümsel olarak benzerlik göstererek kendine yer bulur. Gerçek dünyadan bağımsız olmayan (ütopik anlatılardaki mekanlar hariç) öykü mekanı bireyin içsel dünyasıyla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Bu yüzden, öyküde mekân anlatının geçtiği yerle sınırlı değil, anlatı kişilerinin algı boyutunun da dışa vurumudur. Böylece “mekân tasvirleri, eserdeki kahramanların bazı hususiyetlerini dikkatlere sunmaya da yardım eder.”27 Öyküyü anlamlandırma süreci mekân-insan ilişkisini açımlamaya bağlıdır. “Gündelik yaşamımızı, ruhsal deneyimlerimizi, kültürel dilimizi belirleyen zamansal kategoriler değil mekânsal kategorilerdir”28sözleri, insan-mekân ilişkisinin birbirini nasıl beslediğine göndermede bulunmaktadır. Mekân bu yönüyle bireyin ruhsal dünyasının açmazlarını de görünür kılan bir unsurdur.
Dünyalık zamanda insanın ruhu mekâna siner. İnsan kendi oluşunu mekânla kurduğu ontik bağla gerçekleştirebilir. Bu düzlemde“ruhumuz bir oturma yeridir.”29 İnsan ruhunun istirahat ettiği mekân onun ruhsal bütünlük sağladığı yerdir. İnsanın duygu, düşünce ve hayallerini gerçekleştirdiği mekân üzerine yapılan çıkarsamalar, anlatının ana unsuru olan kahramanları anlaşılır kılar. Kasımbekov’un öykülerinde mekân bireyin ruhsal arzularını veya travmalarını odak noktasına alması bakımından şu başlıklar altında ele alınabilir;
1. Dar/kapalı mekânlar
2. Açık/geniş mekânlar
2.1.1.3.1. Dar/Kapalı Mekânlar
Günümüz toplumlarında görülen iletişimsizlik, yabancılaşma gibi bireyin kendisi ve çevresiyle çatışma içinde olduğu kopukluk hali, mekânın insan ruhuna sinen görüngüsüdür. Yüksek binalar, insanlar arasındaki uçurumu artırmış, iletişimsizliğin yol açtığı uzaklık toplumsal bir körleşmeyi de hızlandıran ana etken haline gelmiştir. Toplumla duygusal bağlarını koparan birey, kaotik bir açmazda kalmış, zamansal ve mekânsal düzlemde korku edimiyle hayatı deneyimlemiştir. Duygusal bir açmazda olan bireyin yaşadığı depresif kırılma anları mekânın karanlık yüzünü imler. İletişimsizlik, çatışma gibi unsurlarla mekânla bütünleşemeyen birey yaşadığı toprakların da sesini dinleyemez olmuş ve birey/leşme ediminden uzaklaşmıştır.
Tablo 1
Mekânın insanı saran olumsallıktan uzak yönü öyküde Satıkul’un yaşadığı devinimsel kopukluk ile kendini gösterir. Satıkul’un 3 yıl önce taşındığı içinde yaşadığı yeni evi dağılmışlığını, eksiklik duygusuyla yaşamdan kopuşunu imleyen labirent bir mekan özelliği gösterir. İnsan ruhunun ana barınağı olan ev, bireysel hayatın da devamlılığını sağlayan içtenlik mekânıdır. Ancak evden uzak olmak demek bu aidiyet duygusunun kaybolması anlamına gelir. Evden uzak olan birey kaotik anlamda güven duygusundan eksik olarak varoluşsal boşluk içine düşer. Satıkul’un doğduğu ev onun belleğinde tazeliğini korurken, yaşadığı eve olan yabancılık duygusu onu bunalıma sokarak gel-gitler yaşamasına yol açar.
Satıkul’un doğduğu yerden uzak olması, onun kötü günler yaşamasına sebep olur. Bu noktada ev onun için kapalı bir mekân özelliği taşır; “ben yola çıkacaktım Satıkul da ‘ben de gideceğim’ diye peşimi bırakmadı ‘Ya sen nereye gideceksin’ diye anneannesi bağırdı. Evin burada, oraya gidip ne yapacaksın” (H.M.: 4). Anneannenin bu serzenişi çocuğun evine olan yabancılaşmasını engellemeye yöneliktir. Ancak Satıkul’un küçük zihninde kalıtımsal olarak kalan ev düşlemi doğduğu evdedir. Satıkul’un mekân algısı, doğduğu memlekete yönelik olarak değişir. Memleketinden üç yıldır ayrı olan Satıkul için mekân darlaşmış, labirentleşmiştir; “Seyde teyze Akcol köyünden göç edeli üç sene olmuştu. Nedeni de Mamırbaydın ölümünden sonra Ak Suu’daki akrabalarının istemesi idi.” (H.M.: 4) Annesinin akrabalarının isteği ile doğduğu topraklardan uzaklaşması çocuğun ruhsal dünyasında bir tahribata yol açar. Memleket değişikliği ile sevdiklerinden uzaklaşan Satıkul, yeni evinde yabancılık çeker. İstemi dışında yaşamak zorunda kaldığı yeni evi onu sıkarak labirent mekân özelliği gösterir. Yaşamı edimsel bir kavrayışla ontolojik olarak kurmak isteyen birey için mekânın önemli bir yeri vardır. Evin bireyi sağaltan koruyucu özelliği, onun aidiyet duygusuyla bütünleştiği anlarda mekân huzurun simgesi olur. Deneyimsel belleğin adiyet duygusuyla bütünleştiği ev, Satıkul’un memleketidir. Onun memleketine olan uzaklığı kaotik bir çıkmazda olmasına yol açar. Mekân bu doğrultuda kuşatıcı yönüyle darlaşarak bireyin ontolojik bir uyumsuzluk yaşamasına neden olur.
2.1.1.3.2. Geniş/Açık Mekânlar
İnsanın birey/leşme sürecinde karşılaştığı olumsuzlukları savuşturduğu, çevresiyle ontolojik bir güven ilişkisi içinde olduğu mekânlar ruhsal bir bütünlüğün yansıma alanlarıdır. İnsan kendi olma deneyimini anlamlandırdığı bu mekânlarda aşkın olana açılma arzusuyla yaşamında insani değerleri önceleyerek içsel bir aydınlanmayı da gerçekleştirebilir. Mekânın fiziksel görüngüsünden çok ruhsal görüngüsünün anlam kazandığı açık geniş mekânlar, insanın tinsel doğumunun da hazırlayıcısıdırlar.
Tablo 2
Geniş/açık mekân bireyi aşkın olana götüren ruhsal barınma alanı olarak öyküde yer bulur. Öykü kahramanının kendini ontolojik olarak yeniden kurduğu bu mekânlarda birey çevresiyle uyum içerisindedir. Öyküde, ben/kahraman anlatıcı için açık mekân kendilik bilincini oluşturduğu uçsuz bucaksız Kırgız bozkırıdır; “yolum nihayet Burçuke’nin güneş düşmez vadisine ulaştı. Şarıldayarak akan berrak çay ve kenarına dizilmiş her birinin dalları göğe ulaşmak istercesine uzanmış söğütler, cevizler, huş ağaçları hatta