Novruz Necefoğlu

Çaresiz Yolcu


Скачать книгу

>Novruz Necefoğlu

      Çaresiz Yolcu

Nоvruz Necefоğlu

      1954 yılında Lеrik’te doğdu. Bаkü Devlet Ünivеrsitеsi Cumhurbaşkanlığı Yöneticilik Аkаdеmisini bitirdi. Hikâyeleri ve makaleleri, “Аzerbаycаn,” “Ulduz,” “Litеrаturnıy Аzerbаycаn” gibi dergiler yanında “525. Qezet,” “Kаspi” v.s gazeteler ile kardeş Тürkiye’deki “Kardeş Kalemler,” “Hece,” “Berceste,” “Çıngı,” gibi çеşitli edebiyat dergilerinde düzenli olarak yayımlanmaktadır.

      “Bir Kış Günü Hаtırası,” “Yоllаrın Uzadığı Gün,” “Çаresiz Yоlcu” adlı edebi eserleri yanında, Avrupa ve Güneydoğu Asya ülkelerine seyahat notlarından hareketle yazdığı “Dünyа Durаcаk Yer Dеğil” “Singаpur: Büyük Dünyа Şehri/ İddiаlı Ülke” аdlı kitapların da müellifidir. Novruz Necefoğlu şiirler ve nağmeler müellifi olarak da tаnınır ki, bir dizi şiirleri bestelenmiştir.

      Becerikli, yetenekli, liyakat sahibi aydın bir üst düzey yönetici olarak bilinen Novruz Necefоğlu, halen Şabran valisi olarak görev yapmaktadır.

      ÖNSÖZ

      Elinizdeki bu kitap, halen kardeş Azerbaycan’ın üst düzey yöneticilerinden biri olan, içtimai ve siyasi hizmetleri ile olduğu kadar; edebi ve kültürel faaliyetleri ile de tanınan Novruz Necefoğlu’nun, daha önce Azerbaycan’da yayımlanmış edebi eserlerinden seçilerek Türkçeye çevrilmiş hikâyelerinden oluşmaktadır.

      Altmış yıla yaklaşan ömür serüveninde hem Sovyet dönemini hem de bağımsızlık dönemini farklı açılardan gözlemleyen, bu farklı siyasal yapıları derinlemesine idrak eden Novruz Necefoğlu, kendi hayat tecrübeleri ve dikkatli bir sanatçıya has gözlemleri temelinde oluşturduğu bu hikâyeler ile devrin/devirlerin toplumsal yapısını ve o yapılar içinde “insanı” ve insanın içinden geçtiği hayati olayları bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor.

      Seçilen konular ve insanın iç dünyasına yönelen bakış açılarıyla “Orta Kuşak Azerbaycan Nesri”nin bütün özelliklerini taşıyan bu metinler, Nevruz Necefoğlu’nun akıcı, yalın, doğal ve son derece samimi üslubuyla, insanı birdenbire saran sıcak, duygulu ve insanın her halini yansıtan hikâyelere çevriliyor.

      Novruz Necefoğlu’nun bu kitapta topladığımız bütün hikâyelerinin ana ekseni,“toprak” ve “insan”dır.

      Onun doğduğu topraklara karşı duyduğu büyük sevgi ve toprağa bağlılık hissi, hikâyeleri içinde olabildiğince geniş sınırlara ulaşıyor. Ait olduğu toprağı; ağacı, çiçeği, gülü, yaprağı, yaylası, dağı, kurdu, kuşu, köyü ve şehri ile seven yazarın bu hassasiyeti, hikâyelerinin satırları arasından bir volkan gibi patlayan “vatan” sevgisine dönüşüveriyor.

      Novruz Necefoğlu sevgi ile bağlandığı bu toprağın “insan”ını anlatırken de, “insana sevgiyi” ve “merhameti” daima ön plana çıkarıyor. O, kendi bulunduğu mevkii ve makamı yerle bir edip halkı arasına karışabilen ve insana vicdani pencereden bakabilen bir yazardır.

      Novruz Necefoğlu, doğduğu topraktan zoraki koparılan bir ihtiyarın şehirde yaşadığı dramı anlatırken de; çocuklarının geleceği için her türlü zorluğa katlanan, onlarca kilometrelik bir çölü geçerek obasına ulaşan bir göçebe “ana”yı anlatırken de; ölümle pençeleşen ahraz, dilsiz bir çocuğu anlatırken de okuyucuyu çetin bir merhamet sınavından geçiriyor. Onun hikâyelerindeki, genç, yaşlı, kadın, erkek ya da çocuk, bütün insanlar “merhamet” ve “sevgi” çemberi ile kuşatılıyor. Böylece Novruz Necefoğlu’nun hassas kalbindeki “insan sevgisi” de o toprağın bütün insanlarını kapsayarak “millet” sevgisine dönüşüveriyor.

      Türk okuyucusunun beğeniyle okuyacağını umduğumuz “Çaresiz Yolcu” adlı bu kitabın gün ışığına çıkması için bize her türlü desteği veren Avrasya Yazarlar Birliği başkanı Yakup Ömeroğlu’na; bu hikâyeleri Türkçeye çevirirken bize yardımlarını esirgemeyen Ulduz Dergisi baş redaktörü Elçin Hüseynbeyli’ye; kitabın tasarımını yapan İbrahim Sağlam’a teşekkürü borç bilirim.

İmdat AVŞAR08/05/2012

      ÇARESİZ YOLCU

       “Şüküfe hanım kendi derdini unutmuş, bir haftadır telaşla, torunu küçük Behruz’a yün yorgan ve yün döşek hazırlıyor… Bu hikâyeyi, evlatları için bütün çilelere katlanan analarımıza ithaf ediyorum.

      Sıcak yaz güneşinin dağı, ovayı, dereyi, düzü yakıp kavurduğu günlerdi. Kıztamam,1 insanı canından bezdiren bu sıcakta, canını dişine takıp yola düşmüştü. Güneş yakıyor, Kıztamam sanki alevler, közler içinde yürüyordu ama buna rağmen telaşla ilerliyor; bir an önce menzile varmak için can atıyor; ileriye, hep ileriye doğru atılıyordu. Yıllardır üstünden geçen yolcuların ayakları altında ezilerek sertleşmiş yoldan biraz kenara çıkınca, ayağının altında ufalanan keseklerden kalkan toz zerrecikleri yüzüne doğru geliyor, nerdeyse gözleri içine dolan tozlar, gözbebeklerini sızlatıp yakıyordu. Terin, suyun içinde kalmıştı. Biraz önce yüzünün terini ve gözünden akan yaşları köyneğinin ucu ile silmişti ama artık bunu yapmıyordu, köyneğinin ucunu kaldırıp yüzüne, gözüne götürmeye bile dermanı kalmamıştı. İşaret parmağı ile kâh sağ, kâh sol yanağını yukarıdan aşağıya doğru siliyor, ter damlalarını alnından sıyırıp yanağından aşağı akıtıyordu. Her ne kadar sakin olmaya, acele etmemeye çalışsa da, bunu bir türlü beceremiyordu.

      Kıztamam, bir haral yünü kışlakta bırakmış, sabahleyin göçe yüklemeyi unutmuştu. Az da değildi, tamı tamına altmış kilo, bir haral dolusu yündü. Kışlakta, evlerinin önüne kamıştan yaptıkları ağılda duruyordu, nasıl olmuşsa, yünü oradan alıp yaylaya giden hayvanlardan birinin sırtına yüklemeyi unutmuştu. Yaylaya göçen ahali ile birlikte, büyükbaş hayvanları ve koyun sürülerini haylayarak sonsuz gibi görünen ovayı geçip asfalt yola çıkmışlar ve hayli ilerlemişlerdi. Kıztamam, bu yerlerdeki göçerlerin çala dediği düzlükten geçen kadim kervan yoluna düştükten sonra, birazcık dinlenmek, nefeslerini toplamak için mola verdikleri yerde, yük çatılmış hayvanların üstündeki heybelerden, çocukları için ekmek ve katık çıkarırken, birdenbire yün haralının denkler arasında olmadığını farketmişti. Eyvah! Diye dizlerine vurmuştu ama iş işten geçmişti. Yün haralı kışlakta, obada kalmıştı.

      Kıztamam: “Vay! Yünü unutmuşum, şimdi ben ne yapayım, bu başıma hangi derenin külünü dökeyim,” diye, dizlerini dövüyor, suç işlemiş bir insan gibi, mahzun gözlerle çevresine bakınıyor, sanki birilerinden yardım bekliyordu. Göç ahalisinde yer alan herkes kendi derdinde, işinde gücündeydi. Kıztamam biraz nefes almak için durdukları konaklama yerine; çevresinde, kendi işiyle uğraşan yol yoldaşlarına bir kez daha göz gezdirdi. Gördü ki, o anda, kendi derdiyle meşgul olan bu insanlardan yardım istemeye bile değmezdi. Aralarında ikişer yaş fark olan çocukları Arzuman, Tazehan ve kızı Gülgez’e doğru dönüp:

      “Siz sakın göçten ayrılmayın, ben geriye, kışlağa kadar gidip tekrar geleceğim,” demiş, koşar adımlarla göç kervanından ayrılmış; kocasının deli gibi bağırarak: “Heey! Nereye gidiyorsun! Neyi yitirdin?” diye sorduğu sorulara da cevap bile vermeden ve hiç zaman kaybetmeden, geldiği yoldan geriye dönmüştü…

      …Kıztamam, çala denilen düzlüğü dolaşıp asfalt yola indi. Hayli ilerlemişti. Kocasının bağırtısı ise hâlâ onun bulunduğu yere kadar ulaşıyordu. Kocası, Kıztamam’ın yedi sülalesine sövüp sayıyor; Kıztamam’ın anası, babası, kardeşi, bacısı, hısımı, akrabası… bu sövüşten nasibine düşeni alıyordu. Memiş’in ağza alınmayacak kadar çirkin sözleri, bu cefakar kadının ardı sıra zamansız bir rüzgar gibi uğulduyordu.

      Kocasının, ahaliyle birlikte göç yolunda ilerleyen çocuklarına el kaldırmayacağını, onlara dokunmayacağını, çocukları dövmeyeceğini bildiğinden, Kıztamam’ın içi rahattı. Çünkü Bağır kişi2 yani bu göç ahalisinin aksakalı3 da oradaydı. Demirkır4 atı ile göçün en önünde Bağır kişi gidiyordu.

      … Kıztamam, artık göç ahalisinden hayli uzaklaşmıştı. Kocasının sesini de işitmiyordu. Ancak menzile kadar geçip gideceği