Muhittin Gümüş

Halis Öğretmen


Скачать книгу

üstün başarıyla bitirdi. Öğretmen Okulundan mezun olduğu günkü sevinci tarifsizdi. Babası Tayyar amcanın çevresinde değil ilkokulu bitiren, okul yüzü gören kimse yokken oğlunun öğretmen okulundan mezun olmasından duyduğu gururu kelimelerle ifade edemese de her hâlinden belliydi. Kısa zaman sonra 26 Temmuz 1966’da Maarif Müdürlüğünden gelen kararnameyle Zonguldak’ın Karadeniz Ereğlisi’ne bağlı Ketenciler Köyü ilkokuluna tayini çıktığını öğrendi. O güne kadar Tokat ve Amasya’dan başka vilayet görmemişti. Gidip görev yapacağı köyün nasıl olduğunu da merak ediyordu elbette. Dokuz yaşına kadar köyde çok zor şartlarda yaşamıştı. Kış günlerinde bile yalınayak veya çarık giyerek kızakla kaydığı günlerden annesini kaybettiği günlerdeki sıkıntıların yanında hiçbir zorluk ona ağır gelmeyecekti; öksüzlüğün, fukaralığın verdiği zorluklara dayanmışken gurbete mi dayanamayacaktı? …

      Ketenciler Köyü’nün tabiatı, insanları, okulu kendi köyündekinden farklı mıydı, değil miydi? Tüm bunları merak etmesi de normaldi tabii. Babasının aldığı tahta valiz ve bir kat yatak yorgana yattığında başını koyacağı küçücük bir yastığı bile yoktu. İstanbul’a giden otobüsle yola çıktığında yeni bir hayat yolculuğu çoktan başlamıştı Halis Öğretmen için. Yolda acıktıkça yanındaki çantadan çıkarıp yediği cevizli burma kömbenin yanında içmeye suyu da yoktu. Aslında yolda da yokluklar devam ediyordu, olmayan başka bir şey de şikâyetti. Şikâyet edilecek ne vardı ki? Karnımız gözümüz doyuyor ya, işte o yeter bana diyordu Halis Öğretmen. Ancak geride doyuracağı dokuz nüfus vardı. Sorumluluk anlayışıyla büyümüş olup, çektiği sıkıntıları kardeşlerine yaşatmak istemiyordu.

      Karadeniz Ereğlisi Maarif Müdürüne takdim ettiği yazının ardından kendisine Ketenciler Köyü’ne üç gün içinde gitmesi gerektiği söylendi. Köy ilkokulunda kendisinden başka iki öğretmenin daha olduğunu ve kalabileceği iki odalı bir ahşap ev olduğunu söylemişti. Köye ulaştığında pek de yabancı gelmeyen tabiatla karşılaşmış, sevinmişti Halis Öğretmen. Köyün insanları da misafirperverliklerini gösterme yarışındadır. İlk günlerde eve yerleşme ve alışma evresi pek zor geçmemiş olsa da genç öğretmen için pek kolay değildi. Okuldaki diğer öğretmenler de Halis Öğretmen’e yardımcı olmaktalardı… Köydeki okulda 140 öğrenci vardı ama üç öğretmen nasıl baş edecekti ki? Arada bir köy kahvehanesine gidip sohbet etmeye de alışmışlardı. İşi gücü olmayan köylülerden iskambil ve tavla oynamayan yoktu nerdeyse. Köylüyle kaynaşmak için kahvehaneye gitmekten başka bir yol da yoktu. Allah’tan köy muhtarı Sâdık amca, babacan ve görgülü bir adamdı ve Halis Öğretmen’i pek sevmişti:

      – Halis hocam! Sen efendi adamsın… Yokluklardan buralara kadar gelmişsin. Okumuş adam olmanın faydasını ilk vazife yaptığın bu köyde göreceksin. Eminim ki öğretmenlikle ömür boyu mutlu olacaksın. Allah her insana ilmin faydalısından nasip etsin. Bizim çocuklarımıza iyi bir eğitim vereceğinizden eminim. Bir ihtiyacınız olduğunda mutlaka söyleyin bana.

      – Sağ ol muhtar amca. Yardımlarınız için teşekkür ederim. İyi ve güzel işlerimizi başkalarına, yanlışlarımızı bize söyleyin lütfen. Siz hayat tecrübesine sahip, bilge insana benziyorsunuz. Ben gencim ve öğretmen olsam da sizden öğreneceğim pek çok şey vardır. Bana manevi katkılarınız olursa yeter.

      – Sağ ol evlat… İltifatınıza lâyık olmak isterim.

      Halis Öğretmen, “Köy ilkokulunda her şey güzel giderken bir yandan da önce askerliğimi yapayım, sonrasında Allah kerimdir.”, diyordu.

      Vilayetteki Askerlik Şubesine uğradığında bir an önce askerlik görevini yapmak ve ardından çok sevdiği öğretmenlik mesleğine devam etmeyi düşündüğünü söyledi. Kısa süre içinde sevki yapıldı ve Balıkesir Edremit’te Askerî okulda ders verirken çok sevdi mesleğini. Aradan geçen zaman içinde askerlik de bitmişti. Askerliğini yaptıktan sonra Halis Öğretmen, ilk görevli olduğu köyden 1968 yılında Balıkesir’e tayin olmuş ve aynı zamanda okul müdürü olarak atanmıştı. Yeni tayin olduğu köyün adı Kumluköy’dür … Dursunbey’e bağlı köyün nerede olduğunu sorduğunda gösterilen dağların arkasından iki saat daha yürümek gerektiğini, yol olmadığı için eşekle ya da katırla gidilen bir yer olduğunu söylemişlerdi. İçi cız etse de öyle yollarda zaten yürümüş olduğundan pek de yabancı değildi zor yollara. Kumluköy’de ahır üzerine yapılmış tek odalı evde kalmak zorundaydı. Başka bir imkân ve ihtimal de yoktu zaten. Okul ise tek dershaneli olup beş sınıfın öğrencisi bir arada okuyacaktı. “Beşi bir arada mı, beşi bir yerde mi desem bu hâle?” diyordu Halis Öğretmen. Bu köyde günler geçse de geceler bitmiyor, her şeyin yokluğunun içinde yalnızca güzel insanlar vardı. Heyecanla okumak isteyen mahcup köylü çocuklarının gözünde Halis Öğretmen’in verdiği ışıklar parlıyordu. Muhtarın gayretleriyle okulun yanına bir lojman yapıldı ve burada altıncı yılına girmişti. Oğlu Yavuz iki yaşında, Ahmet ise dört aylıktı. Biraz daha iyi bir evde yaşıyordu. Köydeki yetişkinlere de okuma yazma kursları düzenliyor, yaz aylarında ipekböcekçiliği yaparak kazancından hasta olduğu için çalışamayan babasına da para gönderiyordu. Kardeşlerinden Selim, Fatih, Fatoş ve Hüseyin büyümüşler ve okula devam ediyordu Turhal’da. Onların da masraflarını karşılayacak tek maaşlı Halis Öğretmendi. O yıl, 80 kilogram ipekböceği kozasını Bursa’da 28 lira 75 kuruştan sattığında bunca emeğin karşılığı bu kadar az olmamalı diyerek döndü evine. Her gün ipekböceklerine dut yaprağı taşımaktan bıkmıştı. Dağların arasında kuş uçmaz kervan geçmez bir köyde başka hangi şekilde geçimini sağlayacak bir iş yapabilirdi ki?

      Bir kış günü köylülerle kıraathanede hasbihal ederken fötr şapkalı, geniş yakalı gömleğine biraz eğreti bağlanmış genişçe kravatlı bir adam girdi. Kenardaki boş masaya oturdu. Ceketinin yan cebinden bir deste iskambil kâğıdı çıkardı. Kendi kendine desteleri karmaya başladı. Arada bir kâğıt çekiyor ve “Hah işte bu yahu! Buldum sonunda en güzelini!” diyor. Halis Öğretmen gibi diğer köylüler de adamın hareketlerini yan gözle izliyorlar fakat bir anlam veremiyorlar. O sırada muhtar içeriye girer. Küçükler ayağa kalkarak yer verirler. “Buyurun muhtarım, masamıza oturun!” derler. Yan masadaki fötr şapkalı adamdan da gözlerini ayıramazlar, fakat adama bir şey de soramazlar. Almanya’dan izne yeni gelen Uzun Ağa dedikleri adamın garip hareketleri dikkat çekicidir. İzne geldiğinde akrabaları pek mutludur ve her hafta yeni giysiler alıp gelen Uzun Ağa’nın davranışları da tuhaf gelir Halis Öğretmen’e. Durumu fark eden muhtar:

      – Ne o Uzun Ağa? Nelerle meşgulsün yine? Gel hele de iki laf edelim. O elindekiler ne öyle?

      – Muhtarım sağ ol… Ben kimim ki sizin gibi büyük adamlarla oturayım. Okul müdürü, ormancı ve kocaman muhtar… O masaya kaymakamlar hatta valiler oturuyor, ben gariban bir adamım. Haddim değil sizinle oturmak.

      – Gel yahu yanımıza! Otur şöyle bakalım. Ceplerin de pek kabarık Uzun Ağa. Çok mu para kazandın Almanya’da ha?

      – Haftada bin mark kazanıyorum. Siz de gidin şu Almanya’ya paranın ne olduğunu orada görürsünüz. Bakın elimde bir deste kâğıt var ama o bildiğiniz iskambil kâğıdı değil.

      – Nedir öyleyse?

      – Şansınıza bir kâğıt açalım da bakın. Madenden çıkınca aha bu fotoğraftaki gibi Alman kızları karşılıyor bizi. Bayılıyorlar bizim Türk erkeklerine…

      – Bizimle dalga geçme yahu? O kadar para kazanıyorsan çok iyi ama kazandığın parayı da kızlarla mı yiyorsun?

      – Onlardan kalan para aha bunlar Müdür Bey.

      – Vay be… Nerdeyse 25-30 bin mark paran var ha… İki yılda bunu mu kazandın? Çekelim