Muhittin Gümüş

Halis Öğretmen


Скачать книгу

kılıcı gibi postabaşı ustalar duruyordu. “Öğretmenliği bırakıp buralara ne diye geldim ben? Yok muydu bunun başka yolu?” diyordu kendi kendine…

      Madenci Halis yavaş yavaş işe ısınmıştı daha doğrusu çaresizlik sebebiyle alışmak zorunda olduğunu da biliyordu. Yeni arkadaş edindiği kişilerle her cumartesi akşamı restorana gidiyordu. Uzun Ağa´nın anlattığı sarışınları da görmek mümkün değildi. Uzun Ağa’ya göre haftada bin mark para kazanacağız diye düşünüyordu. Sonunda anladı ki; ne ocağın önünde bekleyen sarışın ve kırmızı arabalı Marialar vardı, ne de Almanya´da haftada bin mark para veren maden ocağı… Bu adam tek kelimeyle yalan makinesiymiş. Meğer köye geldiğinde cebinden çıkarıp gösterdiği paralar da köydeki zavallılara hava atmak için arkadaşlarından ve akrabası olan köylülerden borç alarak topladığı ve cebinde gezdirdiği emanet paralarmış. Borç batağında yüzen zavallı bir Uzun Ağa’ymış…

      Uzun Ağa, yüzlerce yalanla bütün yörenin köylülerini uyutuyormuş. Halis’in öğretmenken madenci olduğunu bilen yoktu çevresinde. Kendisi bu tür zavallı işçilerin kaldıkları barakalara gidip onlara adam akıllı sözlerle yardımcı olmaya çalışıyor, nasihatlerle daha düzenli yaşamalarını, iyi çalışmalarını, alın terlerini har vurup harman savurmamalarını öğütlüyordu. Pazar günlerini arkadaş ziyaretleriyle geçiriyor, çay içip memleket hasreti gideriyordu.

      Artık madenci oluyor gibiydi Halis Öğretmen. Memlekete mektup yazıyor, aileye para gönderiyor, çocukların fotoğraflarını istiyordu. Gün geçtikçe memleket hasreti çoğalıyordu. Akşam yastığa başını koyduğunda “Oğullarım; Yavuz’um, Ahmet’im, hayat yoldaşım Medine, babam, kardeşlerim ve bütün akrabalarım… Gözü yaşlı bıraktığım Kumluköy’deki öğrencilerim… O sümüğünü bile silemeyecek kadar çelimsiz ama okuma azmiyle dolu zavallı köylü çocuğu Sami’yi, çakır çakmak gözleriyle cevval bakışlarıyla her işe koşan İbrahim’i unutamıyorum… Şimdi ne yapıyorlar acaba?” diyordu.

      Maden ocağında kaza haberleri herkesi ciğerinden vuruyordu. Kaza geçiren madencilerin hastane ziyaretine çok önem veriliyordu. Hasta odalarının birinden çıkıp diğerine gidiyorlardı. Hastanın ilaçtan çok morale ihtiyacı olduğunu onların sözlerinden daha çok bakışlarından bile anlamıştı Halis Öğretmen. Kimilerinin ailesine mektuplarını da Halis Öğretmen yazıyor, böylece hayatta görmediği ve belki de ebediyen göremeyeceği insanlara selamlar gönderiyor ve güzel haberler vererek onların sevinmesine sebep oluyordu.

      İyiden iyiye madenci gibi davransa da “Sen madencilik yapamazsın Halis.” dediklerinde Halis de şunun şurası beş altı ay daha çalışıp biraz da Almanca öğrenirim, sonra da memlekete dönerim.” diye cevap veriyordu.

      Bir gün madende işe giderken tünelin başında durup düşündü ve kararını verdi. Mühendis Steiger Debus Hoffmann’ın yanına gitti ve:

      – Ben sabah vardiyasında çalışmak istiyorum.

      Hoffmann, sert ve kaba üslubuyla yüzüne bakarak:

      – Neden?

      – Almanca kurslarına katılmak istiyorum. Aachen’da Almanca kursu var. Lütfen bana izin verin de akşamüzeri kurslara katılayım.

      Staiger Debus’un cevabı hazırmış zaten. Yine sert ve kaba üslubuyla, hatta Halis’in yüzüne bakmadan:

      – Esel braucht kein Deutsch! (Eşeğin Almancaya ihtiyacı yoktur!)

      Halis bir şey diyemeden doğruca iş elbiselerini giyip uzaklaştı oradan. Ocağa giderken “Adam bizi resmen eşek yerine koydu. Bu ne alçak adammış? Hayır, dayanamayacağım bu kadar aşağılanmaya!” diyerek indi ocağa. Biraz sonra Steiger Debus Hoffmann gelip madencilere iş taksimatını yaptı. Ağır adımlarla ileri geri dönüp dururken düşünceli bir hâle bürünmüştü. Aslında Steiger Debus Hoffmann’In aklı Halis’in isteğinde kalmıştır. İç muhasebesi yapıp vicdanının sesini dinlemeye karar verdiğinde Halis’le daha iyi bir diyalog kurmaya karar verdiği anlaşılıyordu. Yanına yaklaşıp sorular soruyor ve kısa cevaplar alıyordu. Almancayı öğreneceğine kanaat getirdiğini fark edince bir hafta sonra Halis’i sabah vardiyasına verdi ve böylece sürekli sabah vardiyasında çalışmaya devam etti. Steiger Debus Hoffmann’ın bu kadar anlık değişik davranışlarına anlam verememişti.

      Halis, Aachen´a gidip VHS ´de kurslara yazıldığını anlatmaya çalışırken çok zorluk çekiyordu, Hoffmann’la konuşurken… Adam çok sert biriydi. Steiger Debus, tuttuğunu koparan, aynı zamanda kafası çalışan bir mühendisti. Daima bağırarak konuşarak disiplinli bir adam rolünü oynuyordu; işçileri paydos ettikten sonra Halis’in yanına uğruyor ve ona fiil çekimi yaptırıyordu. Değişik sorular sorup Almanca konuşturmaya çalışıyordu. Birkaç ay zaman geçtikten sonra Halis’i usta sınıfına dâhil etti. Çalıştığı Almanca kitabını alıp her gün fiil çekimlerinden başlayarak âdeta kök söktürüyordu. Giresunlu Osman ve diğer oda arkadaşlarına anlattığında “Olmaz öyle şey, yahu! Steiger Debus’u görünce diğer işçi çavuşu Betriebsführer bile kaçacak delik arıyor! Kaldı ki seninle konuşsun! Mümkün değil. O ceberut Alman seninle ilgilenir mi hiç?” diyorlardı.

      Steiger Debus Hoffmann’ın sürekli ilgisi Halis’i daha dinamik tutuyordu. Almanca dışında değişik alanda sorular soruyor ve cevaplar alıyordu. Bir gün Fizik alanıyla ilgili olarak “Kuvvet yönleri ve Moment kuvvetini” konuşurken, Pisagor Bağıntısı nedir?” diye sordu. Halis, tebeşirle çizerek anlattığında Debus’un hayret dolu bakışları ve ses tonu değişmeye başlamıştı.

      Sürekli Debus soru sorarken bu defa da madenci Halis ona Cebirden bir soru sordu. Cebinden tebeşiri çıkardı ve duvarların kenarlarını sağlamlaştıran geniş metal levhaların üzerine yazarak problemi çözmeye çalışırken Betriebsführer’in çalışma ekibiyle kalabalık bir ustabaşı ekibi şaşkınlık içinde seyrediyordu. O sırada Betriebsführer yani İşletme müdürü de geldi “-Ne yapıyorsunuz?” dedi ve lambayı üzerlerine çevirdiğinde Debus, bağıra bağıra anlatmaya devam ediyordu konuyu ve Halis’i işaret ederek “Bu adam bana soru sordu ve ben de cevaplamaya çalışıyorum. Galiba bu defa cevabı zor verdim.” dedi Steiger Debus Hoffmann, Halis’le diyaloğunu devam ettirirken bazı şüpheleri de zihninin bir kenarında taşıyordu. “Zavallı bir kömür madeni işçisi benim gibi üniversite mezunu mühendisi sıkıntıya düşürecek kadar sorular soruyor ve benim bile bilmediğim Fizik, Cebir ve Matematik alanıyla ilgili bilgilere sahip bir adam bu Halis. Bu adamda bir farklılık var, diğer işçiler ‘Günaydın!’ demeyi beceremiyor, bu şimdiden Almancayı halletti. Ders verecek kadar geliştirdi. En iyisi yarın bunu sıkıştırayım da sıradan bir işçi olmadığını, aslında özel gönderilmiş birisi olduğunu ima edeceğim. Bakalım ne diyecek?” diye içinden geçiriyordu.

***

      – Halis Gümüş, gel de biraz konuşalım!

      – Peki efendim.

      – Sen kimsin? Çocukluğundan bugüne kadarki hayatını anlatır mısın?

      – Anlatırım sayın Hoffmann… Ama neden bunu öğrenmek istediğinizi merak ediyorum.

      – Ben işçileri pek sevmem, onlara her zaman sert ve kaba davranırım. Yumuşak davranınca başıma neler geldiğini çok iyi yaşadım geçmişte. Ben sana yardımcı olmayı düşünüyorum. Hadi anlat!

      – Ben küçük yaşta annemi kaybettim. Şu anda sekiz çocuklu bir ailenin evladıyım. İki oğlum var. Yoksul bir ailenin içinden çıktım, çalıştım ve buraya madenci olarak geldim.

      – Hayır, hayır… Pek inanamıyorum. Üniversitede okumadın mı?

      – Üniversitede değil ama yüksekokulda okudum efendim.

      – Seni