Muhittin Gümüş

Halis Öğretmen


Скачать книгу

arada Müdür Bey, şu filtreli Alman sigarasını indir cebine… Sonra sen de bana iyi bir şeyler ısmarlarsın. Kahveci Sallabaş’a söyleyeyim de şu bin markın ateşiyle kahve pişirsin sana.

      – Olur mu öyle şey Uzun Ağa? Para servettir, alın terinin sembolüdür. Çoluk çocuğun nafakasıdır yahu!

      – Cebimde bunlardan çok var Hocam! Daha bunlar yarısı sayılır. Şirket hepsini vermedi hemen harcamayasın diye. Kalanını dönünce verecekler…

      – Vay be Uzun Ağa! Emeğinin karşılığını fazla fazla ödüyor ha bu gavurlar, öyle mi?

      – Şirketten “Göster bu paraları da onları paranla ez!” dediler bana Hoca!

      – Bak bunu iyi dememişler… Köylüler sana kırılır. Öyle fazla şişinmesen iyi olur.

      – Okumuş adamsın Hocam. Laf etmesini sen bilirsin, ben bilemem ki… Bana orada Bottroplu madenci Uzun Ağa derler. Madenden çıkınca kırmızı arabalarıyla sarışın kızlar bekler her gün beni. Kim önce davranırsa ben ona biner giderim. Sen de devletten maaş, böcekten ipek beklersin Hocam! Durma buralarda! Seni de madene götüreyim.

      – Neyse şimdi zamanı değil Uzun Ağa… Sonra yine konuşuruz.

      Zaman zaman Uzun Ağa, Halis Öğretmen’in yanına gelip sohbet ederken, bazen de komşu köylerden “Hoş geldin” demeye gelenlere hep aynı hikâyeleri anlatıyordu. Arada bir Halis Öğretmen Uzun Ağa’nın yanlışını bulmak için sorular soruyor ama adam o kadar uyanıktı ki bir anlattığını ikinci kez anlatırken isimleri karıştırmıyordu. Çünkü bütün kızların adı Maria’ydı. Arabaların ve kızların gözlerinin renkleri değişse de isimleri değişmiyordu.

      – Uzun Ağa! Söyle bakalım şu mavi arabalı sarışın kızın adı neydi?

      – Şimdi söyleyiverem Hocama. Tabii ki Maria…

      – Mavi arabanın sahibi kızın adı da Maria’ydı. Almanya’da başka kız adı yok mudur?

      – Şimdi diyorsun ki Uzun Ağa’m yalan söylüyor. Bu ağanız neler gördü neler… Almanlarda Maria adı çok değerlidir. Onun için kızlara başka ad koymazlar… Başka adlar da var ama o adlar sakıncalıdır.

      – Peki Uzun Ağa’m. Arabalarının markası nedir bu Mariaların?

      – Fort hocam fort…

      Halis Öğretmen, okuduğu yabancı romanlarda, seyrettiği sinema filmlerinde Maria adının olduğunu biliyor, bir de gazetelerden Ford’un bir araba markası olduğunu duymuştu. Adam abartılı konuşsa da pek de yalanı yoktu ona göre. Uzun Ağa anlattıkça anlatıyor ve Halis Öğretmen’in kafası da karışmaya devam ediyordu. “Hocacığıma deyiverem… İster inan ister inanma!” diye başlayan cümlelerle palavralar birbirini kovalasa da yapacak bir şey yoktu. Gece yarılarına kadar dinleyicisi vardı Uzun Ağa’nın. Uzun Ağa’ya göre “Almanya dediğin yer aha şu dağın arkasında. Çıkıp bak, vallahi görürsün! Hemen şuracıkta! Sokakları parayla ve sarışın Alman kızlarıyla dolu.” diyordu.

      Bir gün Uzun Ağa, Halis Öğretmen’e gelir:

      – Bak Hocam! Sana bir sırrımı söyleyeceğim. Sakın ağzından kaçırmayasın ha…

      – Nedir sırrın Uzun Ağa? Anlattıklarının hepsi yalan mıydı yoksa? Pişman mı oldun yahu?

      – Aman Hocam… Bizde yalan dolan ne gezer? Ne pişmanlığı be… Bak şu cüzdandaki fotoğraflara…

      – Eee. Yine sarışınların fotoğrafları… Sende başka renk yok zaten.

      – Bak hocam… Aha bu öğretmen, şu uzun saçlısı avukat, aha bu da hastanede hemşiredir. Hepsiyle başa edemem diye bu üçünü seçtim. Artık başkası gelmesin diye… Kıyımdan ayrılmazlar vallahi.

      – İyi de bana neden gösteriyorsun ki?

      – Tek güvendiğim adamsın sen Hocam! Cahillere gösterir miyim ben?

      – Eyvallah Uzun Ağa…

      Uzun Ağa’nın cüzdanındaki üç hatun kişinin fotoğrafını hem kendi köyünde hem de civardaki ahaliden duymayan kalmadığı gibi görmeyen de kalmamıştı neredeyse. “Ahırdaki öküzümü, eşeğimi, kümesteki kazımı, tavuğumu satarım bu Almanya’ya giderim.” diyenlerin sayısı böylece gün geçtikçe artıyordu.

      Kumluköy’ün sakinlerinden ve komşu köylerden gelenler Almanya’ya beni de yaz diye sıraya geçmişlerdi âdeta. Kahvede adını kendi isteğiyle yazdıranların yanı sıra, ailesinin veya büyüklerinin kabul etmeyeceğini ileri sürerek “Sakın yazma!” diyenler de olmuştu. Uzun Ağa’ya inanmış gibi davrananlar olduğu gibi “O sahtekârın kendine faydası yok ki bize olsun!” diyenlerin yanı sıra “Kaybedeceğimiz bir şey yok! Uzun Ağa ismimizi yazdı. Çıksa da çıkmasa da bahtımıza!” diyorlardı.

      Halis Öğretmen, Uzun Ağa’nın kısa sürede bunca para kazanması, filtreli sigara içmesinden, giydiği kıyafetten etkilenmişti. “Cahil bir adamın Almanya’da kazancı bu kadar iyiyse ben okumuş adam olarak emeğimin karşılığını alamıyor muyum acaba?” sorusu kafasına takılıyor ve uzun uzun düşüncelere dalıyordu.

      Aradan geçen iki ay içinde kışa doğru İş ve İşçi Bulma Kurumu aracılığıyla Almanya’nın İstanbul Başkonsolosluğundan işçiler için celpnameler dağıtılmıştı. Halis Öğretmen, ben de Balıkesir’e gideyim de yazdırayım kendimi. Onca yıl okuyup öğretmen oldum, okul müdürü oldum ve ardından işçi olmak pek de makul karşılanacak bir iş değil ama bu vesileyle kaderimde bir değişiklik olacaksa şimdi olmalı, aksi takdirde geç kalmış olurum.” diyerek gitmeye kadar verdi.

      Sabahın erken saatleriydi. Tan yeri ağarmadan ana yola kadar yürüyen işçi adaylarıyla Balıkesir’e ulaştıklarında perişan hâldeydi. Sırayla alınan işçi adaylarına önce sağlık tetkiki yapılıyor, sonra okuma yazma durumuna göre karar veriliyordu. Kazananlar sevinç içinde, kaybedenler üzüntülüydü. Halis Öğretmen de İş ve İşçi Bulma Kurumuna adını yazdırdı. Bir aya kadar seni çağırırız dediler. Hemen madencilik alanıyla ilgili bir kitap satın aldı.

      Tekrar yollara düşüp çıktı Kumluköy’e. Eşi Medine Hanım da merak içindeydi. Halis Öğretmen’in ise ağzını bıçak açmıyordu. Okuldaki çocuklar aklına geliyor ve bir gün bu meslekten vazgeçmesinin çok güç olacağını düşünüyordu.” Ben gidersem kim gelir ki buraya? Öğretmensiz kalırlarsa bunun vebalini nasıl taşırım?” diye iç muhasebesine başlamıştı. İşçi adaylarının katılacağı sınava davet edilmesi gerektiğini söyledi eşine. Sabırla beklemekten başka çare de yoktu.

      Çağrıyı beklerken dağları taşları dolaşıyor, ellerim nasırlaşsın diye elinde bir balyozla taş kırıyor, odun kesiyor ve kazmayla meyve ağaçlarının dibini eşiyordu. Muayenede mahcup olmamak için çalışmış ve yıpranmış el görüntüsü olmalıydı. Nihayet İş ve İşçi Bulma Kurumuna kasım ayında davet edildi ve heyecanlıydı. Heyet huzurunda görevli:

      – Aç ağzını, dedi. Dişler ve ağız sağlığı iyiydi. Ellerde yeteri kadar nasır ve çatlak yoktu. “Şu gazete sayfasını oku bakalım!” dediler; okudu. “Kalemi al ve şu kâğıda adını yaz bakalım”, dediler; yazdı. İşçi seçme komisyonunun başındaki adamın tuhaf bakışlarından şüphelenmişti. Fakat birkaç saat sonra sonuçlar açıklanacaktı. Heyecanla bekledi Halis Öğretmen. Komisyona öğretmen olduğunu da söylememişti.

      Öğleden sonra seçilenlerin ismi okunduğunda Halis Öğretmen’in adı yoktu. Bu duruma çok içerlemiş ve hemen komisyonun başındaki adama sitem ederek:

      – Beyefendi nasıl oldu