Muhittin Gümüş

Halis Öğretmen


Скачать книгу

yıl öğretmenlik yaptıktan sonra buraya büyük ailesine daha iyi bakabilmek için, daha iyi kazanç sağlamaya, madende işçi olmaya gelmiş. Benim vicdanım müsaade etmiyor bu insanın madende kazma sallamasına. Alman yasalarına ve eğitim kanununa aykırı olmaksızın gerekli şartları taşıyorsa açılan okullardaki Türk çocuklarına öğretmenlik yapması mümkün müdür? Bu hususta bizim yapmamız ve sizin yardımcı olabileceğiniz bir şey var mıdır? Dilediğiniz soruyu Halis beye de sorabilirsiniz. Kendisinin Almancasını da sınamış olursunuz böylece.

      – Hay hay sayın Hoffmann… Sizin madencilikte ne kadar kıymetli bir mühendis olduğunuzu biliyoruz. Madende işçi çalıştıran bir kişi olarak değil, bu sektörün sorunları hakkında gazetelerdeki demeçlerinizi, köşe yazılarınızı da dikkatle okuyorum. Sizin görüşleriniz bizim için de değerlidir. Madende yalnızca kara taşkömürü çıkarmıyorsunuz Halis Bey gibi kıymetlileri de madenden çıkarıp getiriyorsunuz bize.

      – Ama henüz konuşup kim olduğunu bile sormadınız beyefendi… Otuz yıllık tecrübemle kapıdan içeri adım atan insanların gözlerinden atılan bakışların şekli, yüzündeki tavrı, ağzından çıkan ilk hitabet ve selamlaşma sözlerini söylerken duyduğum ses tonu bana çok sayıda ip ucu verir. Bugün ilk aşama sınavı geçti Halis Bey. Ben de Bonn’daki Büyükelçiliğine telefon edip bir öğretmene Türk kültürüne uygun olarak nasıl hitap edilmesi gerektiğini sorup öğrendim. Türkçe Halis “Bey” diye hitap edileceğini söylediler. Beyefendi, hanımefendi gibi sözleri öğrendim. Amca, dayı, hala teyze, abi, abla gibi bir sürü akrabalık adları var… Ben de Türkçe öğrenmeye karar verdim efendim!

      – Ben de bundan sonra Halis Bey diyeceğim! Şimdi gelelim asıl konumuza… Bay Haller! Ne yapmamız gerekiyor? Ben mühendis olarak hep sonuç odaklı çalışırım. Duyduğum kadarıyla siz Alman edebiyatı uzmanısınız.

      – Halis Beyin diploması telefonda söylediğinize göre Yüksek Öğretmen Okulu diploması. Bizim Eğitim Enstitüsü düzeyindedir. Bu diplomayla ancak ilkokul dördüncü sınıfa kadarki çocuklara eğitim verebilir. Henüz yaşı gençken ekstern eğitimle Eğitim Fakültesine kayıt ettirelim. Açık öğretim sistemimiz çerçevesinde başarılı olursa diploması Eğitim Fakültesi diploması olur ve böylece biz ilkokuldan üniversiteye kadarki okullarda öğretmenlik yapmasının yolu açılır.

      Bay Haller’den bunları duyan Halis’in yüreği iman tahtasından fırlayacakmışçasına içinden şunları söylüyordu:

      – Allahım…Kadere bak yahu! Öğretmenken işçi, işçiyken öğrenciliğe… Hayatım tenzil-i rütbe baş aşağı gidiyor galiba… Okurken para kazanmak, çalışmak ve ailenin geçimini sağlamak kolay mı? Hep bu açık öğretim dedikleri nedir ki? Önce bunu anlamalıyım.

      Staiger Debus’la Müdür Haller’in konuşması devam ederken birden sessizlik oluştu. Haller, sessizliği bozarak Halis’e döndü ve:

      – Dediklerimizi anladınız. Siz dört yıllık fakülte diploması alacaksınız. İki yılınızı geçti sayacağız eşdeğerlik işlemlerinden sonra üçüncü ve dördüncü sınıf derslerini okuyup diploma alacaksınız. Siz bunu başaracak azimli bir insansınız. Bu diplomayla dünyanın her yerinde öğretmenlik yapabilirsiniz.

      – Sayın Müdürüm… Açık öğretim sistemi nedir? Ben bunu bilmiyorum. Ülkemde böyle bir şey duymadım. Okula gitmeden sadece ders çalışıp belli zamanlarda sınava girmek biçiminde sürdürülen bir eğitim mi? Böyle bir şeyi başmühendis Eddy yani Edmund Goarenz anlatmıştı bana. Madende çalışmadan sadece öğrenci olacaksam nasıl olacak? Maaşım olmadan geçinemem. En az iki yıl değil, iki ay dayanacak hâlimiz olmaz bizim.

      Halis’in bu sözleri üzerine Steiger Debus Hoffmann’la Haller’in gülüşmeleri şaşırtmıştı, ama bilmediği veya kavrayamadığı konularda gülünç duruma da düşmek istemiyordu. Haller, söze girerek:

      – Madende çalışmaya devam edeceksin. Sabah mesaisinde Bay Hoffmann sana kolaylık gösterir. Akşamüzeri iki saat zaman ayırırsanız televizyondan açık öğretim derslerinizi seyredersiniz. Kitaplardan da çalışacaksınız. Dönem sonlarında öğretmenlik uygulamaları olacaktır. O durumda da ben yardımcı olacağım size. Zaten tecrübelisiniz. Değil mi Bay Hoffmann? Siz de Halis Bey’in asıl mesleğine dönmesi için, onun kas gücünden değil akıl ve bilgi gücünden yararlanmaya çalışacağız.

      – Çok doğru söylüyorsunuz efendim. Biz bu genç Türk öğretmeni Mariadorf Pützdrischstrasse’de kaldığı EBV barakasından kurtulacağız. Elele verip sonucunda hepimiz mutluluk duyacağız.

      – Bay Hoffmann, sizden ricam, lütfen usule dair işlemlerde sorun olursa bilgim olsun. Halis Bey biraz yabancı psikolojisiyle çekingen davranabilir. Takip ediniz ve bu bir başlangıç olur. Alman toplumunda farklı kültürlere karşı hoşgörü olsa da Hitlerci kafalar hâlâ var aramızda. Yakında yabancı düşmanlığının başlaması muhtemeldir. Savaştan bu yana henüz çeyrek asır geçti. Sosyal ve kültürel uyum ya da uyumsuzluk insanların psikolojisini doğrudan etkiler. Ruh salığı yerinde olan insanların ailesine, yakınlarına, topluma, insanlığa da katkısı çok olur. Halis Bey gibi insanları doğru bir biçimde istihdam edersek kendisine de alman toplumuna ve özellikle işçi ailelerinin çocuklarına fazlasıyla yardımcı olmuş olacağız.

      – Müdür Bey… Çok teşekkür ederiz. Artık harekete geçme zamanı… Bize müsaade ederseniz işimize dönelim. Halis de diplomasını yıllık izinli olduğu zaman Türkiye’de tercüme ettirip getirir. İşin tekerleği dönmeye başlar. Şimdilik hoşça kalın.

      – Güle güle beyefendi…

      Aachen Eğitim Müdürlüğünün kapısından çıkıp Steiger Debus Hoffmann’ın arabasına kadar yürürken sessizce yürüdüler. Debus da arada bir yüzüne bakıyordu ama Halis bunun farkında değildi.

      İçindeki heyecan yatışsa da kafasında yepyeni soru işaretleriyle çıkan Halis’in zihninin derinliklerinde çözülmesi gereken çok şey vardı. Çocuklarımı ve eşimi getirdiğim zaman onlarla ilgilenirken fakülte derslerini de birlikte yürütebilir miyim? Para kazanıp daha iyi bir gelecek kurmak istediğime göre sabretmem ve daha önemlisi azmetmem lâzım. Ah bee… Kader beni hep eziyor diye isyan etsem elde edeceğim hiçbir şey yok ki…Daha önce de olmadı. Babamın sağlık durumu da beni endişelendiriyor. Bakmaz kendine, dikkat etmez soğuğa sıcağa… Gülendam ablam, ikizim Emine, küçük kız kardeşim Hatice… Küçük yaşta baba ocağından evlenip gittiler… Onlar da çoluk çocuğa kavuştular… Canlarım… Şimdi nerede ve nasılsınız acaba? Selim ve Fatih ortaokula başlayacaklardı… Fatoş, ilkokulda başarılı bir kız idi… Hüseyin de elbet bu yıl ikinci sınıfta olmalı… Büyük kızlar kocaya gitti, üvey anadan doğan kardeşlerim mektebe gidiyor. Ah babam ah… Kim bilir gözünde tüten sıla hasreti, köydeki yetimlik ve yokluk yıllarına bile hasretsen ne diyeyim sana ben… Halis bütün bunları düşünürken arabayla EBV işçilerinin konteyner evlerinin yoluna girmişlerdi bile…

      Halis’in bu sessizliğinin sebebini anlamaya çalışsa da şimdilik ona bir şeyler sormanın faydası olmadığını da biliyordu. Belki yarın işe geldiğinde “Bu kadar güzel bir gayret içindeyken ne oldu da dut yemiş bülbüle döndün evladım!” diyeceğim. Anlamıyorum bu Türkleri… Çok duygusal insanlar… Ailem diyor… Babam kardeşlerim diyor, başka bir şey demiyor. Herkes baksın kendine! Eşin ve iki oğlun sana yeter de artar bile…”diyeceğim ama bilinmez ki nasıl karşılayacak bu sözlerimi…

      Arabandan inerken Halis birdenbire işe geç kalmaktan korkan işçi gibi uykudan uyanmışçasına irkilip kendine geldi, Debus’a:

      – Yardımlarınız için teşekkür ederim, efendim. Bu iyiliğinizi hiç unutmayacağım. Sizi mahcup etmeyeceğim