Avşar İmdat

Soğuk Rüya


Скачать книгу

kovalayarak, Cacabey Camisi’ne darın düşürecek hatta içinde az buçuk iman olmasa, Cacabey Camisi’ni tarumar edecek…

      Her zamanki gibi sıra kahramanlıkları anlatmaya gelmişti ki, öğretmenler odasının tek menteşeli kapısı gıcırdayarak açıldı ve okulun az ilerisindeki viran bir kerpiç evde oturan Davulcu Mansur Usta, ezile büzüle girdi içeri. Bir elinde şapkası, diğer elinde davul çomağı, çubuk, sırtında boz bir davul, yanında da esmer, kavruk tenli, cılız bir oğlan… Davulcu Mansur Usta, iki büklüm geldi yanımıza, şapkasını çıkardı, eğilerek yerden selamladı bizi.

      “Selamünaleyküm hocalar, müdür bea yok mu?”

      Gençler karşılık verdi:

      “Müdür Bey afet işleri ile uğraşıyor Mansur Usta, bu gün gelmez, hayırdır?”

      Mansur Usta, yanındaki cılız çocuğu gösterdi:

      “Uşağı mektebe gayıt ettireceğem gurban olduğum.”

      Süleyman Ağabey’in devrimci ruhu, başka bir bedene girip yeniden dirildi, hortladı:

      “İşte!” dedi, “İşte biz eşitliği, adaleti, hakça bölüşümü, ekonomik özgürlüğü bu zavallı halk için savunuyorduk. Devrimi bunlar için yapacaktık! Bakın! Bakın! Ezilmiş, fakir, köleleştirilmiş halk kitleleri bunlar! Gel, Mansur Yoldaş, gel emekçi kardeşim! Bu emperyalistler senin davulunu, çomağını da sömürdüler. Bense senin için işkenceler gördüm, tam beş sene mahpus damlarında yattım.”

      Mansur Usta şaşırdı:

      “Ben ne suç işledim? Benim ne gabahatim var? Niye benim için hapislerde yattın gurban olduğum Sülemen Hoca?”

      Bayram Ağabey ezilmiş halk kitlelerinin garip neferi Mansur Usta’nın yüreğine su serpti:

      “Sen buna bakma Mansur Usta, gel, gel, otur! Bu yoldaş ne bilir davulu, zurnayı, sazı, kemanı… Eskiden Çav Bella, Lili Marlen dinlerdi bu ayran akıllı. Şimdi davula, zurnaya ağıt yaktığına bakma sen! Ağırlamayı, bale zanneder Süleyman, bozlağı da senfoni… Ne emekçisi? Ne kölesi? Sen, gaza meydanlarında düşmana korku salan ve gümbür gümbür öten köslerimizi, davullarımızı çalan mehteran ekibinden geriye kalan son neferlerindensin. Sen, bu asil milletin öz evladısın, sen milletsin Mansur Usta! Sen devletsin!”

      Mansur Usta neye uğradığını şaşırdı:

      “Hâşâ gurban olduğum Bayram Ağa’m” dedi, “millet de sizsiniz, dövlet de…”

      Gençlerden biri Mansur Usta’nın kolundan yapıştı:

      “Otur Mansur Baba, otur! Davuluyun önünde ölürüm senin!”

      “Töbe, gurban olduğum, töbe, ben sizin önünüzde ölüyüm. Sağ olun, oturmayım, uşağı gayıt ettiriyim, sonra düğün çalmaya gidice-em.” dedi Mansur Usta. Omzundaki davulun ipini kavrayıp boynuna doğru çekti, omzunu yukarı doğru kaldırıp indirdi. Boz davulu omzuna iyice yerleştirdi ve ekledi:

      “Ben gidiyom, gurban olduğum ağalar, bu uşak, benim deal sizin! Bayram Ağa’m, anan baban hayrına oğlanı mektebe gayıt ettir! Kafa kâğıdı da yok amma sen iş bitiren adamsın, gulun kölen oluyum bu işi bitir, benim ipimi bıçakla!”

      “Tamam!” dedik hep birlikte, “Çocuk, okullar açılınca gelsin!”

      Gençlerden biri yazdı oğlanın adını soyadını, müdür beyin masasının üstüne bıraktı. Bayram Ağabey sevdi bu cılız çocuğu, saçlarını okşadı, sordu:

      “Adın ne senin kerata?”

      “Şereeef.”

      “İyi okuyacak mısın?”

      “Heee.”

      “Büyüyünce ne olacaksın?”

      “Dümbelekçiii!”

      Süleyman Ağabey, masaya bir yumruk attı, masanın aksak ayağı altındaki tuğla kaydı, masa yan yattı, kitaplar, defterler yere düştü ama aldırmadı, sesini yükselterek nutka başladı:

      “İşte! İşte zihni sömürülmüş bir emekçi çocuğu! Burjuva dayatıyor bu çocuğa ait olduğu sınıfın toplumsal normlarını. Burjuvanın dayattığı benlik bilinci genlerine işlemiş bu çocuğun. Ait olduğu sınıfın farkında bile değil, bu sınıfı asla terk edemeyecek! İlerleme yok! Babası davulcu ya, çocuk da dümbelekçi olacak! Sonra kader diyecekler, bunları avutacaklar!”

      Süleyman Ağabey’in sadece bir cümlesini kavradı Mansur Usta, giderayak ince bir göndermede bulundu:

      “Ne olacak ağam! Sıçandan doğan kendir keser, bu abdal oğlu, dosta düşmana garşı okuyup da öğretmen olacak deal ya!”

      “Mansur Usta! Mansur Usta! Bu zihinsel alt yapı ile okusa bile bir kazanım elde edemez bu çocuk. Asla sınıf atlayamaz!”

      “Sınıf atlamasın gurban olduğum Sülemen Ağa’m, beş sene gelsin, gitsin, birden beşe gadar okusun.”

      Elini iki yana açtı Süleyman Ağabey:

      “Boşuna dememiş ağzını sevdiğim büyük önder: Halka rağmen halk için…”

      “Bu aklının yarısını icara ver Süleyman!” dedi Bayram Ağabey ve Mansur Usta’ya yol verdi: “Haydi Mansur Usta, sen çocuğu da al git, işine bak! Müdür bey gelince, ben kaydettiririm.”

      “Eyvallah ağalar, müdürüme de yüzümüz gara amma bir guru selamımı söyleyin gene de!” dedi Mansur Usta, çocuğun elinden tuttu, şapkasını taktı, davulun ipini tekrar yukarı doğru çekti ve kapıyı yavaşça çekerek odadan çıktı. Kapıda çocuğa bir şeyler söyledi, çocuk fırlayıp eve doğru koştu. Mansur Usta da şapkasını yıkıp şehre doğru yürüdü.

      Kısa bir sessizlik oldu, ardından çaylarımız geldi, Kara Dayı’nın lütfedip masaya bıraktığı çay tepsisine hep birlikte hücum ettik. Bardak kaşık seslerinden başka ses kalmadı bir an. Sonra ablalardan biri sessizliği bozdu:

      “Bayram Abi, yıllık planını yaptın mı?”

      “Ben plan yapmam! Ben plan yapmaya tövbeliyim!”

      “Nasıl yani?”

      “Bir kere vatanı kurtarma planı yaptık, başıma gelmeyen kalmadı.”

      “İyi de müfettişler gelince sorarsa?”

      “Gelmedik ağrıya hasta olmayın hanımlar. Müfettişler gelince bir plan düşünürüz.”

      “Süleyman Abi, bu yıl ikimiz zümreyiz, ünite planını yaptın mı? Yaptıysan ver, ben de aynısını yapayım.”

      “Ben koca müfredatı sekiz parçaya bölüp de ünite planı yapmam!”

      “Allah Allah! Ne oldu böyle size, niye ünite planı yapmıyorsun Süleyman Abi?”

      “Ben, “devletin üniter yapısını bozmak” iddiasıyla yargılandım, üniter yapıya zarar vermekten tam beş yıl yattım.”

      “Aman Süleyman Abiii!”

      Ablalardan biri bu kez gençlere yöneldi:

      “Gençler, sınıf içi ilgi köşelerini hazırladınız mı?”

      Gençler umursamazdı:

      “İlgi köşeleriyle ilgileneceğiz abla, sonra…”

      Gülüştük. Hizmetlimiz Kara Dayı çayları tazeledi. Kara Dayı çay demler sadece, başka işe karışmaz, bir de çarşıda kendi işi olursa, bütün düğmelerini ilikleyip, yel değse yıkılacakmış gibi boynunu eğer ve müdürün huzuruna varıp: “Gidecek evrak var mı müdürüm?” diye sorar. Okul toz toprak içinde, hiç