çalışarak ilk kez yayınladığımız arkadaşlarımızdır. Tabii derginin edebiyat dünyasına kazandırdığı bu isimler her zaman, her dergi yöneticisini gururlandırı ve onlara onur verir. Dünyaca ünlü, büyük ustamız Dağlarca’nın bir şiirini yayınlamak tabii ki bizim için sevindirici, onur vericidir; ama dergileri yönetmek için de genç bir takım insanları bulmak, onları keşfetmek ayrı bir zevk, keyifli bir şeydir. Bugün durum biraz daha farklı. Füsun Akadlı, edebiyat dergileri heyecan uyandırmıyor, okurda ihtiyaç yaratmıyor diye yazmıştı; onunla yakın dostluğumuz vardır konuştuk, yani bugün toplumda edebiyatın kendisi bir ihtiyaç yaratmıyor. Türkiye toplumunda edebiyatın kendisi ihtiyaç yaratsa mutlaka dergiler de bir ihtiyaç yaratırdı. Bunun başka da bir anlamı var, bu söylediklerim diğer Türk devletlerinden gelen arkadaşlarım için, onların içinde bulundukları toplum içinde geçerli. Orada bir dergi 20 bin, 30 bin belki de daha fazla basılıyordur. Küreselleşme süreciyle iyice yüz yüze geldikleri zaman o sayıları yakalayamayabilirler; çünkü dergiler okurlarıyla ayakta duramıyorsa siyasi bir partinin, devletin resmi sözcülüğü, veya bu kurumların desteği bunlar dergileri güçlü ve kalıcı yapmaz, dergiler okurlarıyla ayakta durmalıdır, eğer duramıyorsa iş biraz sıkıntılıdır. Türkiye’de bizim gördüğümüz enteresan bir durum var, yazının önemi yitmeye başladı hatta yazının önemi bitti, kalmadı diyenler var ben onlara katılmıyorum. Daha görsel bir dünyada yaşıyoruz ve edebiyat insanların gündelik yaşamının içinden geçmiyor. Beşir Ağabeyin söylediği önemli bir şey var, fikrin gelişmesi için üç-beş kişi de olsa yeni bir şey söylenmesi, birkaç sayıda çıkabilir fark etmez, önemli olan o fikrin söylenmesidir. Bununda zamanla sıkıntılı bir döneme gireceğini düşünüyorum. Bugün edebiyat Türkiye’de medyanın manipülasyonuyla karşı karşıyadır . Şimdi gazetelerin spor sayfalarına, magazin sayfalarına baktığımız zaman sayfaların çoğunu işgal ettiğini, doldurduğunu görüyoruz. San’at ve kültüre yer ayıran birkaç gazete var, ama o gazetede de yarım sayfa tam sayfa olmuyor bile. Hatta bunun tersinden de düşünüyorum, biraz lafı dağıtıyorum kusura bakmayın. Diyelim ki gazetelerin hepsi ikişer sayfa san’at, kültür sayfası ayırdı ve hatta biraz daha ileri gitti haftada iki öykü beş de şiir yayınlamaya başladı. Ben bunun edebiyat dergilerine yararı olacağını düşünmüyorum zararı olur artık hiç kimse Türkiye’de edebiyat dergisi almayabilir diye düşünüyorum. Öyle kaotik bir durumumuz var aslında son günlerde de yine dağıtım şirketleri Türkiye üzerinde yeni bir fiyatlandırmaya gitti. Şu anda kültür dergilerinin Türkiye’de nasıl bir yol izleyeceğini tam olarak bilemez durumdayız teknik ve ekonomik anlamda. Bizim sıkıntılarımız bunlar, sıkıntılarımızla biz sizleri yormayalım, üzmeyelim. Teşekkür ediyorum.
Beşir Ayvazoğlu
Söz Lütfü Şahsuvaroğlu’nda.
LÜTFÜ ŞAHSUVAROĞLU
AYB GENEL BAŞKAN YRD.
TÜRKİYE
Teşekkür ederim sayın başkanım, sayın başkanlarım. İletişim ve edebiyat bu tabii çetin mesele. Türk Edebiyatı ve Varlık Dergileri gibi iki köklü derginin genel yayın yönetmenleri söze başladılar. Burada ilk defa, bütün Türkçe yazan edebiyat dergilerinin ilk kurultayı diyebileceğimiz bir bir aradalık yaşıyoruz. Kazakistan’dan Beybit Koyşubay dostum, Azerbaycan’dan İntikam Bey ve diğer arkadaşlarımız, Türkmenistan’dan, Kırgızistan’dan, Kırım’dan, Başkırdistan’dan Salavat’ın ülkesinden, Kırım’dan, bizim Şakir Selim’in ülkesinden, bir sürü kalem erbabı burada. Dergicilik çilekeş bir meslek, fakat öncelikle eskilerin ağyarını mani efradını cami dedikleri konumuzu ve sınırlarını iyi belirleyip zamanı tasarruflu ve yerinde kullanabilmek için ben öncelikle bazı anahtar kelimelerden ortaya çıkarak problem nedir ve bu problemin çözüm yolları nelerdir, bunlara değinmek istiyorum. Edebiyat, bizatihi kendisi düşünen beyinler, şairler, yazarlar ve okuyucuları ile birlikte bir iletişim ortamı yaratmaktadır. Edebiyatın kendisi bir iletişim ortamıdır. Biraz önce Enver Bey de değindi, büyük gazeteler ve televizyonlar günümüzdeki edebiyat ve iletişim ortamına katkı sağlamıyorlar. Bunların san’ata kültüre el atmalarının gerçekten edebiyata faydalı mıdır yoksa zararlı mı? bunun hakikaten iyi irdelenmesi lazım. Popüler kültür ve millî kültür meselesi de bunun arka planını oluşturuyor. Bu popüler kültür içerisinde birtakım şarkı sözü yazarlarının büyük şairler olarak medyada arz-ı endam ettiklerini görüyoruz. Onlar meşhur adamlar oluyorlar, efendim şarkı sözleri kasetlere okudukları şiirler CD’leri çok satıyor. Bir yandan da yaşanmış bir olay var, bir şairimizin şiirini alıp çok meşhur bir sunucu o şiiriyle meşhur olabiliyor; böyle çelişkiler de var. Bu isimleri de aşikar etmek istemiyorum siz onları zaten biliyorsunuz. Biz burada meseleyi masaya yatırmak açısından edebiyat ve iletişim arasındaki ilişki; ortak kültür coğrafyamızın yaşananların ne idiğü ve neler yapılması gerektiği hakkında ufku yakalamak bakımından bir takım bulgulardan yola çıkarak yolumuzu aydınlatmak istiyorum. Eski edebiyat dergileri biraz önce Beşir Beyin de söylediği gibi Cemil Meriç’in sözüyle açıklanabilecek ortamlardır, mahfillerdir. Dergi “Hür tefekkürün kalesidir.” Hür tefekkürü oluşturmak ve bir kaleyi meydana getirebilmek için kumandanları, askerleri olacak. İşte o hür tefekkürde buluşan insanlar hasbi olarak kendi söz sanatlarını aktüel olanını yani yaşadıkları günle buluşturup topluma bir şeyler söyleyenlerdir. Ne maziyi aynen taklit, tekrar meselesi ne de bir kişi etrafında onun problemlerini kültürümüzün, edebiyatımızın problemleri gibi aksettirme meselesi. Bir mahfil oluşacak, o mahfildeki paylaşımda insanlar bir edebiyat ekolü, bir ideolojiyle, misyonu veya taraftarlarıyla kendi söz san’atları etrafında o hür tefekkürün nihai ürünü olan dergiyi ortaya koyacaklar. Bugün yaşadığımız zannediyorum, o büyük köklü dergilerimiz olmasına rağmen biraz önce yayın yönetmenlerinin de söylediği gibi üstünde durmamız gereken kapitalistleşmenin getirdiği veya çağdaş iletişim araçlarının o yoğun trafiğinin ortaya çıkardığı problemlerdir. Yani siz gönüllü çalışacak o hasbi hür tefekkürde neferlik, askerlik yapacak insanı bulamazsınız, çünkü niye kapitalistleşme elbette ki her ürünün, biraz önce lobide Enver Bey de şikayet etti mesela biz gençliğimizde dedi hakikaten hepimiz de öyle dönemler yaşadık, bir röportaj bandını çözebilmek için hangi gence söyleseniz onu bir gün çalışır çözerdi. Ama insanlar, gençler artık karşılığında ne alacağım diye sorguluyorlar. Tabii ki gençlerin böyle tepki vermeleri yeni bir kültürle karşılaştığımız anlamına gelmiyor, bunda bizim de suçumuz var. Yani biz de hür tefekkürün kalesi olması gereken bu mahfilleri bu yaşayan organizmayı adeta kapitalistleşme sürecinin bir unsuru haline getirdik. Bu bakımdan iletişim, popüler kültür, millî kültür, evrensel kültür üçleminde bizim bu hür tefekkürün kalesi olacak odakları, mahfilleri ve son ürün olan dergiyi nasıl canlı tutabileceğimizin yollarını hem mazimizden hareketle çözebiliriz. Eski üstatlar bunu nasıl yapmışlar, Sebilürreşad ve Sırat-ı Müstakim dergilerini akla getirmek istiyorum, bir Mehmet Akif var, Eşref Edip var yoldaşı ama aynı zamanda onların hitap ettiği bir gençlik var, bir adanmışlık var. Bir Büyük Doğuyu hatırlıyorum Ağaç Dergisini ama en azından hepimizin bildiği Hisar Dergisini düşünecek olursak hani Mehmet Çınarlı’nın çıkardığı, ama hakikaten edebiyatımızda saygın bir yeri olan kendi halinde bir dergi. Mehmet Çınarlı’nın yürüttüğü dergide bile onun kendi yoldaşları, yaşlı şairler vardı; biz beğenelim beğenmeyelim hoş insanlar bir ortam oluşturmuşlardı. Orada bile bir hür tefekkürün kalesi bir hasbilik söz konusuydu. Şimdi biz bu hür tefekkürün kalesi olacak, gerçekten özgür olacak yani Namık Kemal’in hürriyetle vatanı eşit tutan, bir tutan hürriyet olmazsa vatan, vatan olmazsa hürriyet olmaz anlayışında çağdaş olandan