kesiyorum, avukat arkadaşına, soranlara selâm.
Yeni yerinde Allah seni muvaffak etsin, hayırlı günler ihsan etsin.
Ailene ve sana selâmlar kardeşim.
E. Işınsu Öksüz”
“Töre” antetli beyaz kâğıda, daktilo ile yazdığı mektup:
“21 Nisan 1980
Kardeşçiğim,
Mektubunu şimdi aldım, derhal cevap vermesem yine kaynayacak. Kasıtlı kaynamıyor. Sağlığım hiç iyi değil. Ameliyatlı dizimi çok yormuşum, tekrar şişti, topallık falan. Doktor kesin istirahat diyor, bir sürü ilaç alıyorum vs vs. Romanım ilerlemiyor, bu yüzden de moralim bozuk. Her neyse, yazıhaneye az geliyorum. Ve mektuplara cevap veremiyorum. Ben, K. B.’lığı Çocuk ve Halk Kurulu’na seçilince, zaten Ekrem’e8 söylemiştim. “Kallimci’nin hikâyelerini toplayalım, bir de dilekçe yazalım, ben imzasını atarım, kurula havale edelim.” diye. Derken senin mektubun geldi. Düşündüğümü yapmışsın. Bu ay İstanbul’da iki gün önce toplantı yapıldı, tabi ki gidemedim. Bilmiyorum senin kitaplar geldi mi? Önümüzdeki ay inşallah Ankara’da olursa toplantı, katılacağım ve senin kitaplardan bir ikisini alırım tetkik için. Merak etme. Çokum’a, Cilasun’a falan da –nazımın geçtiği kimseler- söylerim, tesir edebilirim.
Müsabakaya gelince, vallahi beni seçici kurula almışlar, ancak kuralları hakkında hiçbir fikrim yok. Ayrıca hikâyeler Atatürk’le mi ilgili olacak, onu da bilmiyorum. Melin Hanım’a bir sorayım, sana bildiririm… Eğer Atatürk’le doğrudan ilgi olmayacaksa, Divan’a katıldığın hikâyeyi, burada mutlaka değerlendir. Sana yolladığım kopya üzerinden, bir de sen geç, öyle. Divan’dan bir çocukla görüştüm, o müsabakayı bir hayli kaynatmışlar, anladığım kadarı ile. Çocuk, “En güzeli Kallimci’nindi, fakat galiba geç kaldı, hikâye Divan’daydı,9 yayınlanacaktı” falan gibi lâflar etti. Şimdi senden ricam, katılacağın hikâyeleri yine önce bana bir yolla, tenkitlerimi al, sonra temize çekip K. Bakanlığı’na yolla… Şimdi öbür hikâye üzerindeki eleştirilerimi hatırlamıyorum, sen hatırlıyor isen, lütfen onları nazarı itibara al.
Şimdi netice: 1-Bakanlık müsabakası hakkında ayrıntılı bilgi edinince, sana yazacağım. Ama sen beni beklemeden, hikâyelerini yazmaya koyul. 2-Kurula gelen eserlerin için ancak iki kişiye tesir edebilirim, bir de ben, üç. İnşallah, şu geçtiğimiz toplantı, -ki üçümüz de yoktuk- dağıtılmamıştır kitapların. Doktor da bana sigarayı yasak etti, yine de içiyorum! Bu konu seni ilgilendirdiği için, özellikle yazdım!!! Sana hayırlı çalışmalar, hayırlı başarılar kardeşim. Işınsu”
20 Mayıs 1980 tarihli, “töre” antetli kâğıda kırmızı tükenmez kalem ile yazdığı, iki yaprak-dört sayfalık- mektup:
“20 Mayıs 1980
Kardeşçiğim,
Bu kalemle yazdığım için kusura bakma başkasını bulamadım. Daktilo da evde… Hikâye kitabını dolduracak şekilde 3 hikâyeden meydana gelecekmiş ve I. mükafat 25 bin TL. Roman 50 bin TL. Asıl mühimi 30-50 sayfalık film hikâyesi. İskenderler buna 75 bin TL. mükâfat verirler. Gayet saçma! Bana şartnâme getireceklerdi, daha gelmedi. Bu ayki toplantı İstanbul’da idi, ayın 18’inde. Oysa biz İzmir’deydik. Kayınbiraderim evlendi 17’sinde. Bugün döndük Ankara’ya.
Senin hikâyeni Sadık K. Tural’a söyledim. “Divan’da olduğundan haberim yok. Ercilasun onu geciktirmiş. Müsabakaya girmedi. Sonra kime vermiş bilmem!” dedi. Ercilasun da “birisine” verdiğini iddia ediyor. Anlayacağın o iş karışık. Herhalde gençlerin elinde bir kenara atıldı. İstanbul’da benimle konuşan Şevket Çalık; “Divan’da basacaklarını ve güzel bulduğunu” söylemişti. Her neyse ben Sadık’a; bulunsa dahi yayınlanmamasını söyledim. İstersen o hikâyeyi, film hikâyesi hâline getir.10 Ama 30-50 sayfaya uzatmak bir felâket olur! Aslında film hikâyesi 4-5 nihayeti 7-8 sayfayı geçmez. Senaryo ise en azından 100-150 sayfa olur. Ne halt edip de böyle bir kural koydular anlamadım. İkisi arası bir şey olacak herhalde. Yazabilir misin? Mamafih elin hikâyeye yatkın, onu da deneyebilirsin. Uzun boylu sahne düzenlemelerine filan kalkışma. Sahnede dekor bir hayli mühim. Çok sade halletmeye, icabında sahneyi 2’ye 3’e bölerek, ev-sokakdükkân falanı yerleştir. Basit dekor kullan. Modern tarzda yani… Herifler çıplak sahnede bile oynuyorlar biliyorsun.
Haydi canım, kalemine kuvvet; aklına, yeteneğine sağlık, gönlüne huzur.
Selâmlar, T.T.K.
E. Işınsu Öksüz
Mühim Not: Sait Faik’i okudun mu? Mutlaka oku. Adamın şusu busu bir tarafa gerçekten çok iyi bir hikâyeci. Tesir altında kalma ama faydalanacak şekilde oku”.
“Töre” antetli beyaz kâğıda, daktilo ile yazdığı bir başka mektup:
“26 Ocak 1981
Değerli kardeşim,
Ne iyi ettin de yazdın, sana cevap verememiş olmak içimde bir yara gibiydi. Tahmin edersin eylülden beri son derece kesif bir sıkıntıya girdim, adetâ bir bunalım… Hayır yavrucuğum, Kültür Bakanlığı’ndaki işlerinin iyi gitmesi ile benim hiç ilgim yok, orası ile çoktan kestiler ilgimi. Başarını tamamıyla kendine borçlusun.
Sorularına cevap vereyim: Sözcü’nün çıkması için fikrî yardımda, ilgi ve teşvikte bulunduk ama dergiyi biz çıkarmıyoruz. Tamamıyla Avni Özgürel çıkarıyor, finanse ediyor falan. Dedikodu yazmaya kendim talip olmuştum ama Avni bana malzeme verecekti. Bu çeşit yazılar için ortada bulunmak, oraya buraya girip çıkmak, sosyal-siyasî bir yaşantıyı sürdürmek gerek ki benim yapabileceğim iş değil… Böylece malzeme sıkıntısı çektim, baktım yazdıklarım bir şeye benzemiyor. Ayrıca benim dedikodu yazmamı yadırgayanlar da oldu, Bilge Erdem vs gibi. Eğer yazdıklarımdan memnun olsaydım, başkalarının fikri ilgilendirmezdi, çünkü bu çeşit yazı, romanın bir parçası gibi, roman üslûbumu bozmuyor. Fakat işte beğenmedim ve vazgeçtim… Hiç kimse de, “İyi oluyordu devam etseydin” demedi, demek ki sahiden lüzumsuzmuş o köşe. Böylece bitti.
Kayıhan galiba Almanya’da imiş, bize bir eyvallah bile demeden gitti. Alper11 dergisini çıkarıyor, o, beni hiç sevmez, pek arada sırada işi olursa arar. İyidir. Burhanettin, AP’lilerin çıkardığı bir dergide çalışıyor, HÜRYURT ismi…
Evet romanım 28 Ağustosta bitmişti, hemen temize çekip, şu günlerde yayınlamayı düşünüyordum. O zamandan bu zamana ancak 30 sayfa kadar temize çekebildim. İçimde hiçbir arzu yok, yazmak için. Beğenmedim romanı galiba. Ve galiba artık romancılığım da bitti diye düşünüyorum. Görüyorsun ya, hiç de iyi değilim. Töre için göstermelik bir arama yaptılar, İskender’i beş altı saat götürdüler, sonra sorgusuz sualsiz bıraktılar. Derginin çıkmaması matbaa meselesi… Çıktı. Kasım ve Aralık birlikte şu sıralarda postalanıyor. Ocak ve Şubat bir arada inşallah Şubat’ın ilk haftasında çıkıyor. Güzel bir sayı oldu, bundan böyle zamanında ve güzelliğini muhafaza ederek çıkacağını sanıyorum, Allah izin verirse. Genel sıkıntılara ilâve olarak bazı özel sıkıntılarım da oldu, Yağmur’un lise son sınıftan okulu terk etmesi gibi… Allah beterinden saklasın. Şu günlerde “genel sıkıntılar” konusunda bazı iyileşme havadisleri