biliyorum.”
Meltem’in gözlerine baktım. Önce “Acaba alay mı, yoksa ciddi mi?” diye anlamaya çalıştım. Umutlandım. Sonra; “Evet sana aşığım, seni çok seviyorum Meltem. Ama bunu sana söylemekten hep korktum. Bir türlü söyleyemedim.”
Meltem gözlerini kıstı, yere doğru baktı.
“Kızdın mı?” dedim.
“Hayır kızmadım, ben de seni çok seviyorum.” dedi. Yüzü pembeleşmişti. Utanmış mıydı? Sonra eve dönmesi gerektiğini söyleyerek yanımdan ayrıldı.
Gözden kayboluncaya kadar ardından baktım. Tam olarak sevinemedim. Çünkü cevabı içten değildi, hislerim bana samimi olmadığını söylüyordu.
Bir türlü sonu gelmeyen tedavi sürecimin artık bitmesini herkesten çok ben istiyordum.
Babamla birlikte sağlık kontrolüm için gittiğimiz doktora sordum: “Bu tedavi daha ne kadar devam edecek? Artık yoruldum. Bir daha ameliyat olmak ve yıllarımı hastaneler de geçirmek istemiyorum.”
Doktor, anlayışla yüzüme baktı, biraz düşündükten sonra cevap verdi:
“Seni anlıyorum. Son ameliyattan sonra birkaç kez daha durumuna bakacağız, ondan sonra karar vereceğiz.”
Görüşme bittikten sonra eve geldik. Meltem’in parkta söyledikleri de aklımdan çıkmıyordu. Beynime ağır gelen bu düşüncelerimi biraz olsun hafifletmek için yazmak ihtiyacı duyuyordum. Odama çıkıp yazmaya başlarken telefonuma mesaj geldi; Baktım Meltem’den geliyordu.
“Bana aşık olduğunu çoktan anlamıştım, şımarıklık edip senden duymak istedim. Ama pişman oldum, keşke sormasaydım, bunun için kendime çok kızıyorum. Çünkü sen iyi insansın sevmeyi ve sevilmeyi hak ediyorsun. Şunu bil ki ben seni bir arkadaş olarak seviyorum. Ayrıca yakında başka semte taşınacağız… Belki böylesi daha iyi olur; bunu da bildirmek için yazdım. Sakın dert edip kendini üzme olur mu? Hoşça kal.”
Derin nefes alarak cevap yazdım: “Ah Meltem… Ben hissetmiştim zaten, bu mesajı yazmasan da olurdu. Kızmıyorum sana ve söz veriyorum; Kendimi üzmeyeceğim.”
Omzuma bir el dokundu, ani hareketle döndüm, annemdi.
“Yine dalmışsın düşüncelere… Seslendim duymadın; hadi gel sofra hazır.” dedi.
“Tamam, geliyorum anne.”
Annem şiir defterime bakıp gitti. Ben, kalbimde hüzünle, yüzümde acı bir tebessümle Meltem’e yazmak istediğim son şiiri yarım bırakıp kalktım.
(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi, Mart 2020)
SİNEK İLACI
Saat sabahın sekizi oldu, bugün biraz daha uyuyayım dedim ama yağmurun sesi ve şimşek gürültüsü yüzünden uyuyamadım.
Hayme yine benden önce kalkmış, kahvaltı hazırlıyordu.
Hayme erken kalkmayı severdi. “Çok uyumak insanın ömründen alıyor.“ derdi.
Yatağımdan kalkarken Hayme aşağıdan seslendi. “Uyandın mı, uyandıysan gel kahvaltını et!“
Giyindim, aşağıya indim, sofraya oturdum.
Hayme her sabah olduğu gibi yine mükemmel bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı.
Derin bir ah çekerek “Ah Hayme, ben senin hakkını nasıl ödeyeceğim?“ dedim.
“Kahvaltını et, kahvaltını!“ diyerek güldü.
Evli oğlumuz gelin ve çocuklarla başka bir şehirde kalıyordu. Özlemiştik.
“Aylardır ses seda yok, belli ki işleri yoğun. Bir fırsat bulup gelseler de hasret gidersek.” dedim.
“Sahi ne kadar oldu taşınalı?”
“Üç ay, fakat bana üç yıl kadar uzun geldi.”
“Bana da…”
Kahvaltımızı ellerimizde büyüyen torunlarımızı düşünerek yaptık. Oğlumuz ve gelinimiz iki şehir arasını yıllarca gidip dönmekten iyice yorulmuşlar yıpranmışlardı. Sonunda bizim iznimizi alarak işyerlerinin bulunduğu şehre taşınmışlardı. Şimdi rahattılar. Aslında onların daha az yorulduklarını düşünerek biz de mutluyduk. Ancak onları çok özlüyorduk.
Sonra “Evde bir sinek gördüm, yakalayamadım. Sinek ilacı al!“ dedi Hayme.
Hayme sinek konusunda çok hassastı. Odada bir sinek olsa sabaha kadar uyuyamazdı.
“Bir sinek için mi?” dedim.
“Olsun, çoğalmadan al sen!” dedi.
Hava yağışlıydı. Kahvaltıdan sonra şemsiyemi alıp çıktım.
Yürürken yanımdan geçen insanların konuşmalarını duyuyordum, ancak öğrendiğim birkaç kelime ve söz dışında ne dediklerini anlayamıyordum.
Sokak her sabah olduğu gibi kalabalık sayılırdı. Okullarına giderken birbiriyle şakalaşan, kahkahayla gülen gençler, köpeğini sabah gezintisine çıkarmış kadınlar, işyerlerine giden insanlar hafif yağmurdan dolayı aceleyle yürüyorlardı.
Hayat devam ediyordu.
Yürürken sokak ve dükkân isimlerine de bakıyordum ama çoğu tabelada ne yazıldığını anlamıyordum. Bu ülkede dil bilmeden bunca yıl nasıl yaşamıştık, hayret ediyordum.
Eczaneye geldim. İçeride Eczacıdan başka kimse görünmüyordu.
Girdim ve doğruca eczacının yanına vardım. Merhabalaştık. Sıra geldi sinek ilacı istemeye.
“Ben nasıl isteyeceğim?” diye düşünürken, adam ne istediğimi söylemem için yüzüme bakıyordu. Ben söylemeyince o sordu. Bu defa;
” Sinek ilacı almak istiyorum. “ dedim.
Türkçe söylemiştim. Anlamadığı için tekrar sordu.
“Hay Allah, şu an buranın dilini bilen Türk’ün biri gelse de bana yardımcı olsa…”
Eczacı ellerini yana açarak hâlâ yüzüme bakıyordu.
Elimle işaret yaparak “Sinek, ilaç, pıs pıs sıkıyorsun.“ dedim. Adam gülmeye başladı.
Sinek resim de yok ki göstersem, o zaman belki anlardı ne istediğimi.
Ben yine düşünüyordum. Fakat adam tezgâhın üstündeki ilaç kutularıyla ilgilenmeye başladı. Adamın bu davranışına önce kızdım ama sonra hak verdim, anlatamıyordum ki bana yardımcı olabilsin.
Kendimi çaresiz hissettim, ilk geldiğim yılları tekrar yaşıyor gibiydim.
“En iyisi şimdi gideyim, tanıdık bir Türk bulayım.“ diye düşündüm ve eczaneden çıkmak istedim. Kapıya doğru giderken vitrinde sinek resimli bir kutu gördüm. Döndüm eczacıya “Bayım” diye seslendim.
Vitrindeki kutuyu işaret ettim. Yanıma geldi ve yine yüzüme baktı.
Sonra parmağımla göstererek sinek ilacı dedim. Adam bir vitrine baktı bir de bana baktı.
“Hey Allah’ım, yine anlamadı.” dedikten sonra vitrinin yanına biraz daha yaklaştım, üzerinde sinek resmi olan kutuyu işaret ettim.
Eczacı bakmaya devam ediyordu, sonra “Ha tamam.” Anlamında bir işaret yaparak kutuyu vitrinden çıkardı bana uzattı.
Kutuyu aldım, baktım üzerinde başka bir uçan böcek resmi var. Elimi sallayarak “Hayır, bu sinek resmi değil.” dedim. Düşündü ve bana eliyle bekle işareti yaparak arka odaya gitti.
Ben şaşkın bir şekilde