Sizi üzmek isteyebilir miyim? Kafama fena takıldı. Böyle devam edersen boşanalım mı demek istedin?”
Masadan kalktı “Asla!” dedi, ağlamaya başladı.
Yonca ağlayınca ben sustum. Kendini koltuğa bırakarak bir süre hıçkırarak ağlamaya devam etti. Onun da sinirleri fena hâlde bozulmuştu. Kovid-19’la ortaya çıkan kısıtlı, baskılı yeni hayat tarzına bir türlü alışamamıştı. Kızına, göz nuruna bile sarılamıyordu. Bu yüzden dünyadan, olup bitenlerden nefret ediyordu. Bana karşı özel bir tavrı yoktu. Aslında ben de aynı duygularla doluydum.
“Demek hıncını benden çıkarmak istedin ha?” diye takıldım. Gözyaşlarını silerek gülmeye başladı. Sonra birbirimizden özür diledik. Kucaklaşamadık ama birbirimize güler yüzle bakarak anlaştık.
Mine de uyanmıştı, yanımıza geldi ama yaklaşmadı. Gülen yüzlerimizi görünce o da mutlulukla güldü. Eskiden olduğu gibi komik hareketler yaparak Mine’yi güldürmeye devam ettik. Evde kalarak, mutlu olmayı, huzurlu yaşamayı öğrenmekten başka çıkar yol yoktu.
Dakikalar sonra hastaneden aradılar. Yarın test için bekliyorlardı. Sonuç negatif çıkarsa hemen işe başlamam gerekiyordu. Hasta sayısı sürekli arttığından giderek daha çok hekime, hemşireye, yardımcı elemana ihtiyaç duyulacaktı. Maalesef Başhekime de virüs bulaşmış, karantinaya alınmıştı. Onun işlerini Başhekim yardımcısı yürütüyordu.
Ertesi sabah hastaneye gitmek üzere evden ayrılırken Yonca peşimdeydi. Hüzünlü bir çehreyle bana mesafeli duruyordu. “İnşallah negatif çıkacak!” dedi. “Yine de çok dikkatli olmalısın! Ne de olsa hastane ortamı.”
(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi, Mart 2020)
ON YIL OLDU
Yeni hikâyeler yazıyordum…
Nihâyet son hikayemi de bitirdim.
Kahvemi içerken Alp Başkan aradı.
“Merhaba kardeşim, bu akşam dernekte Kitap sohbeti var, sohbete senin de katılmanı istiyorum… Gelirsen sevinirim.”
Tamam Başkanım, geleceğim.” diye cevap verdim.
Alp Başkan ile beraber derneklere ziyarete giderdik ve programlara katılırdık; Sosyal ve kültür faaliyet için çalışmalar yapardık.
Akşam oldu, sohbet için Ömer Seyfettin hikâyeleri kitabını aldım… Kitap dosyamı da kapattıktan sonra hazırlanıp evden çıktım.
Sonra Maria ile karşılaştım, merhabalaştık. Birbirimize hatır sorduktan sonra “Kitapların ne zaman Hollanda dilinde basılacak, artık biz de okuyalım değil mi?” diye sordu.
“Ben de isterim Maria… Ama biz de nasip derler. Bakarsın belki bugün belki yarın.”
Maria ile Hollanda vakfında beraber gönüllü çalışırdık ve arkadaş olduk… Güler yüzlü, her dinden ve milletten olan insanlara karşı saygılı, güzel insandı.
Bir süre daha sohbet ettik ve ayrıldık. Dernekte sadece Alp Başkan ve Hüseyin ağabey vardı.
Hüseyin ağabey çay ocağına bakıyordu; Kur’an okumayı ve sohbet etmeyi seven bir ağabeyimizdi.
Yarım saat sonra gençler geldi ve sohbete başladık… bu sefer uzun sürüyordu. Selim siyaset üzerine soru soruyordu… Ama Alp Başkan “Bu aksam sohbetimiz okuduğumuz kitap üzerine.“ diye müsaade etmedi. Selim de her genç gibi siyasete meraklıydı, “Biz de zamanında böyle değil miydik? Selim de elbet siyasetten daha önemli meselelerin olduğunu anlayacaktır.” diye umut ediyordum.
Konuşmaları dinlerken hikâyelerimi düşünüyordum… İçimde bir ses eksiklik var diyordu. “Acaba nerde?” diyordum içimden. Alp Başkan koluma dokunarak seslendi. “Hayırdır daldın.” dedi. “Yok bir şey Başkanım.”
Hüseyin ağabey çay verirken konuya katılıp fikirlerini de paylaşıyordu… Alp Başkan da okuduğu Yahya Kemal Beyatlı’nın Eğil Dağlar kitabını tavsiye ettikten sonra gençlerden okudukları kitabı getirip anlatmalarını istedi. Ben de Ömer Seyfettin’in neden hikâye yazarlığına başladığını ve Pembe incili kaftan ve Diyet gibi hikâyeleri ne amaçla yazdığını anlatıyordum.
Sonra gencin biri: “Yeni kitap yazıyor musunuz?” diye sordu… Soran Oğuz’du… Kitap okumayı seven biriydi.
“Evet dördüncü kitabımı yazıyorum.”
Oğuz bir soru daha sordu: “Yeni kitabın ismi ve konusu nedir?”
“Türk yazarları… Osmanlı Devleti’nin son yıllarında yaşadıklarını hikâye olarak kaleme aldım, bu yazarlardan biri de Ömer Seyfettin’dir.”
Gece olmuştu dernekten ayrıldım. Yürürken hikâyelerimi düşünüyordum, huzursuz oldum ve Ömer Seyfettin aklıma geldi. “Rahmetli de böyle oluyor muydu acaba?” diyerek adımlarımı hızlandırdım, çünkü bir an evvel eve varmak istiyordum. Çalışma masama oturmadan önce kahve aldım ve tekrar hikâyeleri gözden geçirdim… İçim rahat etmedi bir daha baktım. Güldüm kendime… Kursa başladığım zamanda ödevlerimi çalışırken böyle oluyordum. Düşünüyorum da on yıl olmuş… On yıl önce yazarlık için kursa katılmıştım. Kürşad Başkan “Kardeşim bu kursa katıl.” diye tavsiye etmişti.
Kendisi yazar ve aydın insandı… Okumayı ve yazmayı seven Türk gençliğine önem verirdi.
Önce karar veremedim… Çünkü sağlık nedenlerimden dolayı okula devam edememiştim… “Acaba katılmaya hakkım var mı?” diye çok düşündüm.
Çekingenlik ruhumu sarmıştı… Zaten bu çekingenliğim yüzünden o zamanlar özgüvenim yoktu. Günler sonra kendime “Ben bu kursa katılayım, çalışırsam Allah nasip eder belki.” dedim. Okudum ve yazdım sonra yazar oldum… Ama dersim hâlâ devam ediyordu aslında… Çünkü hayat her yıl yeni şeylerle karşıma çıkıyordu… Gözlemlediğim toplumsal meseleleri, tarih ve kültür üzerine okuduklarımı inceleyip hikâyelerimde dile getirmeye çalışıyordum.
Yazdıklarımı inceledim, hikâyeler de bir eksiklik yoktu. Hikâyelerimi yayın evine e postadan gönderdikten sonra sanki kalabalığın içindeymişim gibi sessizce “Bu da tamam.” dedim.
Kahvemden bir yudum daha aldım, notlarıma baktım ve kalbim de yine tatlı bir heyecanla bir sonraki kitabım için çalışmaya başladım.
Yazarken ses duymuş gibi masamın üstünde duran annemin resmine baktım; Canım annem okumaya ve yazmaya merakımın olduğunu biliyordu, ama her anne gibi üzülürüm diye endişe de ediyordu.
“Bak üzülmüyorum anne, sen de üzülme, oğlun yazar oldu hikâyeler yazıyor.” Sonra derin nefes aldım ve kendimi klavye tuşlarının sesine verdim.
(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi, Nisan 2020)
UYUM VE HASRET
Sokağımızda evin birine bir aile taşınalı günler oldu.
Elif yaptığı kurabiyelerle komşu hanıma hoş geldin ziyaretine gitti, fakat çok sürmeden geri geldi… Yüzü asıktı.
Ne oldu diye sordum, yok bir şey diye geçiştirdi…
Israr ettim anlattı; meğer içeri buyur edilmemiş.…
Kurabiyeleri aldı mı? diye sordum, aldığını söyledi; beni tuttu bir gülme. Gülmeye başladığımı görünce Elif bana kızdı. “Tamam kızma” dedim.
Yeni evliydik. Hollanda’ya geleli çok olmamıştı ve bu yüzden kültür farkını henüz öğrenememişti. Bizde kapımıza gelen kim olursa