Erkut Dinç

İç Dünyam


Скачать книгу

mahcup çocuk gibi hissettim.

      Eve geldim. Hayme ev işleriyle meşguldü. Sinek ilacı şişesini ecza dolabına koymadan önce şişeye baktım. Sanki şişedeki sinek de bana eczacı gibi bakıp imalı şekilde gülüyordu.

       (Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi, Mart 2020)

      LANET KORKU

      Bu gece de uyuyamadım. Zira iki aydır uykuya dalsam bile korkudan hemen uyanıyordum.

      “Mutfağa gidip su içeyim, kendime geleyim ama önce yüzümü suyla yıkayayım.” dedim.

      Nilgün yine derin uykudaydı. “Uyandırsam mı?” diye düşündüm. Kıyamadım, bugün iş yerinden yorgun dönmüştü.

      Yürürken dengemi sağlamakta zorlanıyordum. İki adımlık banyo sanki uzaktaymış gibi geldi.

      Banyoya vardım, çeşmeyi açmadan önce aynaya baktım.

      Yüzümü kana bulanmış gibi kızarmış gördüm.

      Yüzümü yıkadıktan sonra tekrar aynaya baktım; yüzüm hâlâ kızarıktı. Gözlerim kan çanağına dönmüştü.

      Mutfağa gitmeden önce yatak odasına gittim, Nilgün uyuyordu. Mutfağa yürüdüm… Su doldurduğum bardağı tutan elim titriyor, içindeki su dökülüyordu. Suyu dökerek de olsa, bir solukla içtim. Bu hareketimi Nilgün görse önce şaşırır, sonra da komik bulur, gülerdi.

      Tekrar yarısına kadar doldurduğum bardak elimde oturma odasına geçip koltuğa oturdum. Duvar saati gece yarısından sonrasını gösteriyordu. Yüzümün, gözlerimin hâline, adım atmaktaki zorlanışıma, ellerimdeki titremeye bir türlü mantıklı bir açıklama bulamıyordum. Zira içim; korku mu, heyecan mı olduğuna karar veremediğim bir duyguyla doluydu.

      Böyle oturmuş kendimi dinlerken dışarıdan bir ses geldi. Sanki biri bana sesleniyordu. Yüreğim hızla çarpmaya başladı. Cama yaklaşıp perdeyi araladım. Dışarıda kimseyi göremedim. Koltuğuma dönerken aynı sesi tekrar duydum. Beni çağıran biri vardı dışarıda. Dönüp perdenin aralığından bütün dikkatimi gözlerime vererek dışarıyı gözden geçirdim. Kimse yoktu. Bahçede, sokakta, uzakta, yakında kimse yoktu. Her yer bomboştu. Sadece yüreğimdeki çarpıntı devam ediyordu.

      “Vay be! Bir de erkek olacaksın, aile reisi olacaksın! Bir sesten bu kadar korkulur mu? Eve hırsız, uğursuz girse, kendimi, karımı korumayacak mıyım?” diye kendi kendime söylenmeye başladım. Kendime kızdım, kendimden utandım.

      Rahatlamaya, cesaret toplamaya başlamıştım ki “Ne yapıyorsun camın önünde?” diyen bir sesle bardak elimden düştü.

      Bu ses oturma odamızın kapısından geliyordu. Eşikte duran sesin sahibini, o an çok korktuğumdan ve gözlerim bulandığından geç tanıdım. Karım Nilgün’dü. “Ne yapıyorsun?” diye sordu tekrar. “Yine neden korktun? Beni de korkutuyorsun. Böyle olmaz. Mutlaka bir hekime görünmemiz gerek. Bu da baş ağrısı, diş ağrısı, ülser, tansiyon gibi bir hastalık…”

      Beraber kanepeye oturduk. Elimi tuttu ve gözlerime sevgiyle, şefkatle dolu, sıcacık bir gülümseyişle baktı. Beş yıldır evliydik. O, hep böyleydi, böyle bakardı bana. Zaten ben onun böyle bakışlarına aşık olmuştum. İçimden omuzuna başımı koyup ağlamak geldi. Tuttum kendimi, ağlamadım. Bugüne kadar inat edip “Hekime gidelim!” teklifini reddettiğim için kendimi suçladım.

      Nilgün çıt sesi duysam korktuğumu biliyordu. Bunun nasıl başladığını ikimiz de bilmiyorduk. Uyurken uyanıkken beklenmedik bir ses duyduğumda ruhum korkunç fırtınalarla boğuşuyor gibi oluyordu. Uykudaysam tam bir kâbus yaşıyordum. Bana dehşetle bakan gözler görüyordum. Beni çağıran sesler duyuyordum. Tanımadığım tuhaf yüzler görünüyorlar, kayboluyorlardı.

      Nilgün’ün gözlerine uzun uzun ve teslimiyet duygusuyla baktıktan sonra;

      “Nilgün kabûl ediyorum!” dedim.

      “Neyi kabul ediyorsun?”

      “Aylardır reddettiğim; hekime gidelim, tedavi olalım teklifini kabul ediyorum. Bu böyle geçmeyecek. Hekime başvurmaktan başka çaremizin olmadığına artık ben de inandım.”

      Nilgün, bu kararıma çok sevindi. Sıkıca sarıldı bana. Sanki birilerinin duymasından çekiniyormuş gibi fısıltıyla;

      “Bir müjdem var sana. Bil bakalım ne?”

      “Ne ki…”

      “Çocuğumuz olacak!”

      Bir anda korkum ve heyecanım dönüşmeye başladı. İçim mutlulukla doldu. Kelebek kadar hafiflediğimi hissettim. “Şükür Allah’ım!” diyerek Nilgün’e sarıldım.

       (Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi, Mart 2020)

      HAYATIN KÖTÜ SÜPRİZİ

      Hayat iyileri kadar kötü sürprizlerle de dolu. İşte bir kötü sürpriz; Kovid-19… Bir ay oldu. Zaman denilen şey evde kalsan bile su gibi akıyordu. Lâkin zaman hızlı geçse de içimin sıkıntısı da artıyor, nefes almakta bile zorlanıyordum… Bu yüzden karımı ve kızımı üzdüğüm oluyordu. Bir defasında altı yaşındaki kızım Mine “Baba” diye seslenerek yanıma geliyordu. “Dur gelme.” dedim. Durdu ve şaşkın vaziyette bana baktı. Gözleri doldu, yanakları ıslandı. İçim yansa da günlerdir kızımı yanıma yaklaştırmıyordum. O da üzülüp ağlıyordu.

      Karım Yonca abarttığımı söyleyerek bana kızıyordu. Gerçekten abartıyor muydum?” Hayır hayır, ben sağlığımız için sadece doktorların dediğini yapıyordum.

      Ne var ki kızımın annesine laf anlatamıyordum. “Yeter artık! Nedir bu telaş bu korku? Anladık mesafeli davranıyorsun ama beni de sinir ediyorsun. Böyle devam edersen…” Yonca bunu söylerken yerimden doğrularak “Ee, böyle devam edersem?” diye sordum. Yonca cevap vermedi, kızımın yanına gitti. Kovid-19 çıkalıdan beri Yonca’ya her hareketim, her konuşmam batıyor gibiydi.

      O, çalıştığı bankaya gidemediği için evde çalışıyordu. Ben de hastanede çalıştığım için iş yerime gitmek zorundaydım. Üniversiteden arkadaşım Başhekim, şüphe üzerine beni kendisi muayene etmiş, ateşim yüksek olmasa da tedbir amacıyla bir süre evde kalmamı istemişti. Zira Doktorların herkesten daha dikkatli olmaları, kendilerini hastalarından, aile bireylerini de kendilerinden korumaları gerekiyordu.

      Hastaneyi arayıp tekrar test yaptırmak istediğimi söyledim. Temiz çıkarsa işime dönecektim. Evde huzurumuz kalmamıştı.

      Başhekim, iki haftayı doldurmadan dönemeyeceğimi söyledi. Hastane tedavi gören Kovid-19’lularla doluydu. Başhekim, uzun yıllar Türkiye’de çalıştığından Türkçeyi iyi biliyordu, unutmamak için de benimle Türkçe konuşuyor, Türkçe kitaplar okuyordu. Başhekimle iyi anlaşan iki meslektaştık.

      Yonca çocuk odasından dönüp karşıma oturunca deminki söyledikleri aklıma geldi. Dayanamadım sordum: “Böyle devam edersen demiş, devamını getirmemiştin. Ne demek istedin Yonca?”

      Yüzüme bakmadan “Hiç boş ver.” diye cevap verdi.

      Söylemesi için ısrar edince konuştu:

      “Hastane de ateşini ölçtürdün, tedbir için evde kalman istendi… Bu yüzden bizden mesafeli duruyorsun. Ben de artık bankaya gidemediğim için evde çalışıyorum. Bu tedbire ben de uyuyorum… Ama senin gibi yapmıyorum.”

      Gözlerinin dolduğunu hissettim.

      “Daha açık konuşur musun lütfen… Neyi benim gibi yapmıyorsun?”

      “Anlasana bizi üzüyorsun, güler