Zeyneb Biişeva

Aşağılananlar


Скачать книгу

Başkurt edebiyatı tarihinde kendine çok özel bir yer edinmiştir.22

Yazarın Diğer Eserleri:

      Kiräy Märgän (1947) “Kirey Mergen”, Bäxet Qıžı Xaqında Äkiät (1949) “Baht Kızı Hakkında Hikâye”, Ütkändärgä Ber Äylänep (1974) “Geçmişe Bir Dönüp”, Yel, Yel Arbam (1956) “Yel, Yel Arabam”,23 Başaq “Başak” (1947), Möxäbbät (1954) “Aşk”, Qayža Hin, Göl-nisa? (1961)24Neredesin, Gülnisa?”, Zölxizä (1981) “Zölhize”,25 Dušlıq (1950) “Dostluk26, Yelqa (1948) “Noel Ağacı”, Ütep Baram (1981) “Geçip Gidiyorum”,27 Qoyaş Kölä (1957) “Güneş Gülüyor”, Yırlayım “Türkü Söylüyorum” (1958), Qırıš Buldı (1958) “Zor Oldu”, Tuğan Telem (1960) “Ana Dilim”, Yažğı Yır (1960) “Bahardaki Yır”, Yıldar, Yıldar “Yıllar Yıllar” (1964), Keşesä (1967) “Kişiye Göre”, Hıžlanma, Duš (1968) “Sızlanma Dost”, Şişmä (1978) “Çeşme”, Yıldar Yögö (1978) “Yılların Yükü”, Minuttarım (1978) “Dakikalarım”, Ğümer Yulım (1978) “Ömür Yolum”, Böyöklök (1981) “Büyüklük”, Ütep Baram (1981) “Geçip Gidiyorum”, Xäyerle Kön (1981) “Hayırlı Gün”, Salavattıñ Huñğı Monologı (1984) “Salavat'ın Son Monoloğu”, Aşqınma la, Diñgež “Coşma Deniz”, Maqtav Yırla, Şağir!, “Överek Yırla, Şair!”28 Yäşäv-Bäxet “Yaşam ve Baht”, Yäşäv-Xežmät “Yaşam ve Hizmet”, Bäxet Öläşem “Baht Payım”, Hıžlanma, Küñěl “Sızlanma Gönül”, Yıržarım “Türkülerim”, Nindey Ön Bıl? “Nasıl Ses Bu?”, Xalıq Küñele “Halkın Kalbi”, Teläk “Dilek”, Atayım Vasıyatı “Babamın Vasiyeti”29 , Ütkän Yuldar, Užğan Yıldar “Geçmiş Yollar, Geçmiş Yıllar”30.

      ROMANIN TANITIMI

      Zeyneb Biişeva’nın, üçleme türünde kaleme aldığı eserin birinci kitabı olan Kämhetelgändär “Aşağılananlar”31 adlı roman, 1958 yılında Başkurt Türkçesiyle kaleme alınmıştır. Eser 276 sayfadan ve iki ana bölümden oluşmaktadır.

      “Aşağılananlar” adlı roman hem sosyal hem siyasî hem de dönemsel şartları kapsamlı bir şekilde ele alması bakımından çok önemlidir. Çünkü yazar, romanında, sadece o dönemde, Başkurt köylerinde yaşayan halkın durumunu anlatmakla kalmamış, bunun nedenlerine de geniş yer vererek açıklamıştır. Tarihî olaylara da değinen yazar, eserinde emperyalist savaşı, Ekim devrimini, işçi ve köylü sınıfının rejime karşı isyan çıkarmasını da ele almıştır. Sovyet rejiminin halka uyguladığı baskı ve zulüm, suçsuz yere insanların Sibirya’ya sürgün edilmesi, halkın Sovyet rejimine ve Ruslara karşı duyduğu nefret romanda gözler önüne serilir.

      Ayrıca yazar, yoksul Başkurt halkının hayatını ve verdikleri mücadeleyi betimleyerek dönemin derin tarihî özelliklerini, ezilenlerin uyanışını, özgürlük için mücadele edişlerini ve umutlarını asla kaybetmeyişlerini epik bir dille ifade etmiştir. Eserde, halk için savaşan ve onları kurtarmaya çalışan kahramanların tasviri için de büyük bir yer ayrılmıştır. Elbette, bunların haricinde; Başkurt halkının kültürel özellikleri, gündelik yaşamı, sosyal ilişkileri, inançları, gelenekleri, örf ve âdetleri, hastalıklara karşı uyguladıkları tedavi yöntemleri, efsane ve mitleri roman içerisinde geniş bir yer tutmaktadır.

      Yazar, bütün bu olayları romanda bahsi geçen ailenin en küçük çocuğu Yemeş’in gözünden okuyucuya aktarmaktadır. Çünkü sıradan bir Başkurt ailesinin ve bu ailenin fertlerinin yaşamı üzerinden anlatılan olaylar, okuyucuya dönemi halkın gözünden görebilme ve onların duygularına ortak olabilme fırsatı sunmaktadır.

      AŞAĞILANANLAR

      Birinci Bölüm

      “Dünyanın genişliği ne fayda,

      Ayağına giydiğin dar olunca…”

D. Yultıy

      I

      Gece. Başkurt kızının pullu elbisesi gibi göz kamaştırarak, gülümseyip duran bulutsuz gökyüzünde altın çanak gibi olmuş ay yüzmekte. Çalılıkta bülbüller cıvıldaşmakta. Ağaç tepesinde guguk kuşu ötmekte. Su birikintisindeki yeşil kurbağalar vak vak etmekte. Ulu Eyek nehri sonsuz mutlu, cezbedici türkülerini bülbül nağmelerine daldırarak, güle oynaya aralıksız şırıl şırıl ederek akıyor da akıyor. Ağaçlar, çiçekler, hayvanlar hatta kuşlar bile yumuşak, soğuk rüzgârdan hoşlanıp, gündüz vaktindeki sıcağın azalmaya başlamasına sevinerek bayram ediyor. Dışarıda hayranlık veren huzur, güzel yaz gecesi. Ama evde, Yemeşlerin evinde tamamen başka bir durum var. Peki, tabiata noluyor? İnsanın kaderine mi kaygılanıyor? Güzellik, sevgi, mutluluk olursa ona yeter.

      Evin içi karanlık. Küçücük pencereler. Onun da yarısı karın zarı ile kaplanmış. Şimdi, camı düşmemiş pencerenin dar gözeneklerini aşarak kurşun şerit olup uzanan ay ışıkları elbette evin içini aydınlatmıyor. Buraya aydınlık da gerekmez. Aile uyumuyor, divanın üst tarafında en dipte kabarık ekmek gibi yere yayılmış bir erkek çocuk yatıyor. Onun adı İştuğan. On iki yaşında. Ama o bundan sonra ailenin ümidi, inancı. Büyür, babası gibi olur, ona yardım eder. Babası Baygilde de öyle düşünüyor. Onun için ismini İştuğan koymuş ya. Üç kız arasında tek erkek çocuğu, tek ona benzeyeni.

      “– Ne zaman büyüyüp de ele gelecek?”

      İştuğan’dan daha beride, eski bir yama yorgan altında üç kız uyuyor. Onların adı Bibeş, Yeneş, Yemeş. Kızlar da büyüyor. Bibeş ailedeki en büyük çocuk. On dört yaşında. Artık evdeki tüm işleri hemen hemen o yapıyor. Ama Yeneş ile Yemeş’in yüreği daha minicik. Birisi yedi diğeri dört yaşında.

      Evet, küçücük onlar. Nasıl bir kader bekliyor onları gelecekte? Neler gösterecek, neler yaşatacak onlara gelecek? Onlar henüz bu konuda düşünmüyor. Evin karanlık oluşunu, darlığını, yorganın üç kişi için küçük olduğunu da hissetmeden kedi yavruları gibi tatlı, mışıl mışıl uyuyorlar. Ama Baygilde ağabey ile Seğüre yenge önemli bir şey düşünüyor. Bu yüzden gece yarısı olsa da uyuyamıyorlar. Seğüre yenge kızlarından mümkün mertebe uzak olmak için gayret ederek, mutfak tarafında en köşeye sıkıştırılmış iki kişilik yatakta yağ ve mum misali eriyip, sessizce nefes alarak yatıyor. Ama Baygilde ağabey gezinip, birbirine girmiş kürek sakalını çimdikleyerek divanın kenarında deminden beri sessizce oturuyor. Mavimsi ay ışıkları onu hem kardan yapılmış hem kurşundan dökülmüş bir heykele benzetiyor. Seğüre yengenin yüreği ne zamandır kocasının bozkır kartalına benzeyen keskin bakışları ile tir tir titriyordu, onun endişeli şekilde duran sürmeli kara gözlerine nasır bağlayıp, sertleşmiş büyük güçlü kollarına kederlenerek bakıp:

      “Ey, mutluluk dediğin güzellik, çalışkanlık değilmiş meğer… Baygilde ile biz güzel, çalışkan olmadık mı? Çilek gibi büyüdük, cin gibi çalıştık. Olmayınca olmuyormuş…” diye düşündü. Ama Baygilde ağabey hiç