Zeyneb Biişeva

Aşağılananlar


Скачать книгу

değmesin?” diyerek sağlam bir sonuç çıkardı.

      Baygilde ağabey sabahtan akşama kadar Zengin Kormoşlarda çalıştığından, Sıvakay nine rahatça eve yerleşip Seğüre yengeye kocakarı ilaçları hazırlamaya başladı. Sıvakay nine bugün de çayın yanında ilk olarak dünyanın, konu komşunun durumu hakkında biraz konuştuktan sonra sözü, coşkuyla türlü türlü hastalıklar ve onları nasıl iyileştirdiğine geçirdi. Bazı cin çarpmış, yaşlı cadı büyüsü yapılmış, içine bisura32 girmiş kişiler hakkında birbirinden korkunç şeyler anlattı. Sözünün sonunu:

      “– Uzun sözün kısası şu Seğüre gelin, ben seni Ezmezulla Molla'ya göstermeyi düşünüyorum” diyerek getirdi. Seğüre yenge şaşırarak:

      “– Niye yenge?” diye sordu.

      “– Ne demek niye? Ne zamana kadar böyle acı çekeceksin?” dedi Sıvakay nine sert bir şekilde. Sonra tekrar yumuşak, nağmeli sesiyle konuştu: “– Senin elin, ayağın da bu hastalıktan sızlıyor. Cin çarptığından kötü kanın çoğalmış. Kötü kan eklemlerine oturmuş. İşte bu kötü kanı aldırmak lazım Seğüre!”

      Seğüre yenge çekinerek karşı çıktı.

      “– Kocam: – “Seğüre senin eklemlerin soğuk değdiği için ağrıyor. Soğuk senin ilik yağlarına kadar geçmiş dedi.”

      “– Bırak, Baygilde gibi günah sözler söyleme” diyerek tersledi Sıvakay nine. “– Erkek ne bilir? İşte bu üfürükle tedaviden, kocakarı ilacından kaçtığın için iyileşemiyorsun sen!”

      “– Kocamın söylediğini söyledim…”

      “– Söyleme. Ben dün Ezmezulla Molla'yı gördüm konuştum.”

      “– Baygilde’ye, o dinden çıkmışa, razı olmasam da Seğüre gelin için gelirim dedi. Belki şimdi gelir. Sen Baygilde’ye bakarak benim gibi yaşlı birinin sözünü çiğnemezsin ya? Biliyorsun o başka mollalar gibi sadece üfürük tükürükle kalmıyor, kan alıp, kocakarı ilaçları yaparak da iyileştiriyor!”

      Sıvakay nine bu sözleri söyleyerek sözünü bitirdi. Dışarıda, kapı dibinde incecik uzayıp giden sesi yankılandı.

      “– Aleykümselam! Ev sahibi evde mi?”

      Sıvakay nine bu ince nağmeli sesi tanıyıp, divandan yere yumak gibi yuvarlanarak indi, uzun süre bükülüp oturmaktan hamlamış eklemlerini açamayıp, ağır ağır basarak kapıya doğru yürüdü.

      “– Buyur molla buyur, buyur başköşeye geç. Geldin mi? Vay, rahmet yağmuru!”

      Âdemelması yumruk kadar olmuş zayıf, uzun boyunlu, şaşı gözlü Ezmezulla Molla kapı dibinde durunca, yeşil bastonunu kaldırdı sarığını ve cübbesini çıkardıktan sonra başköşeye geçip minderin üstüne oturdu. Ağzının içinden bir şeyler mırıldanarak, demir yabanın çatalları gibi sivri, eğri parmaklarını kaldırarak:

      “– Evet, Allahȗ Ekber!” diyerek yüzünü yarım yamalak sıvazladı. Şaşı gözlerini açgözlü şekilde oynatarak Seğüre yengeye ve korkudan köşeye sıvışmış çocuklara baktı.

      Sıvakay nine sevinerek:

      “– İşte Seğüre gelin, ben demiştim. Ezmezulla Molla bizim gibi yoksul halkı kenara itmez. Gördün mü söylediği saatte geldi. Böyle Allah kulu biri bizim mollamız, rahmet yağmuru!” diyerek söylendi.

      Övgüden eriyen molla mütevazı bir şekilde:

      “– Bizim görevimiz bu yenge. Kullara elden geldiğince yardım etmek, iyileştirmek!” diye cevapladı. Seğüre yenge ona dün gece Baygilde ağabeyin pazardan alıp getirdiği esmühe33 çayın hepsini koyup demli bir çay yaptı. Henüz küle gömüp pişirdiği mayasız bir ekmeği de alıp önüne koydu. Yeneş ile Yemeş yatak döşek koyulan sandığın arkasına kaçıp çiçek bozuğundan yarılmış kıpkırmızı zayıf yüzlü, çengel gibi eğri uzun parmaklı, ala doğan gagası gibi eğri burunlu bu mollayı şaşkınlıkla karışık bir ilgiyle gözlemeye başladı. Onu hiç bu kadar yakından görmemişlerdi.

      Molla ile Sıvakay nine konuşa konuşa samimi bir şekilde çay içmeye başladı. Söz türlü türlü hastalıklar ve Ezmezulla Molla'nın hayranlık veren iyileştirme güçlerine geldi. Sözünün sonunu sadece sıradan haberler ile değil kocakarı ilacını ve üfürük tükürük tedavisini getirmekle, tedaviciyi razı etmek için hayır sadakayı verme gerekliliğini anlatmakla tamamladı.

      Semaveri bir iki kere yenileyip, ısrar ede ede uzun süre birlikte çay içtikten sonra Ezmezulla Molla bir kat çizgili pantolon giymiş zayıf, eğri ayaklarını büküp, cübbesinin kollarını dirseğine kadar sıvayarak divanın kenarına oturdu. Kendini mukaddes hatta Allah’ın bütün gizemli işlerine nail olmuş, akıl sahibi biri gibi göstermeye çalışıp, bastonsuz şekilde içeri girerek ciddi bir ses ile:

      “– Güzel, evet gelin hayırlı bir saatte başlayalım” dedi. Sonra sertçe boğazını temizleyerek: “– Bir leğen ılık su getirin!” diye buyurdu.

      Sıvakay nine tereddüt eden Seğüre yengenin önüne gelip parlatılıp beyazlatılan pirinç madeni leğene ılık su koyarak onu mollanın önüne oturttu.

      Molla iyice doğrularak:

      “– Evet, güzel” dedi. Sonra sesini gırtlak dibinden daha kalın çıkarmaya çalışarak:

      “– Gelin, senin eklemlerine kötü kan oturmuş. Allah’ın izniyle şimdi kanı alınca iyileşirsin. Ya Allah, aziz, merhametli Allah’ım kullarına şifa ver… Bana, zayıf elçine, kullarına yardım edecek güç, kuvvet nasip et… Ya Allah, âmin…” diyerek, mırıldana mırıldana gözlerini göğe dikip sürekli dua etti. Korkusundan rengi tümden kaçan Seğüre yenge, ne söyleyeceğini bilemeden şaşıp kaldı. Ama mollanın bu kadar iyi niyetli olmasına sevinen Sıvakay nine gözüne dolan yaşları kıyafetinin kolları ile silerek:

      “– Sağ ol molla, öyle olsun. Allah nasip etsin. Karşılığını veririz. Seğüre gelin bunun altında kalmaz. İşte şu yeni yavrulamış büyük keçisini verecek. Baş sağlıklı olursa mal bulunmaz mı? Değil mi gelin?” diye söylendi.

      Seğüre yenge birden irkilip uyanır gibi oldu. “– Ah keçiyi mi dedin Sıvakay yenge?”

      “– Evet. Öyle dedim gelin. Soyunun devamı için bir oğlağı kalsa yeter.”

      Mollanın şaşı gözleri açgözlülük ile parladı, bu şekilde almaya hiç de şaşırmamış bir ses ile:

      “– Peki, lüzumu yoktu. Bir şey beklemiyorum. Ben sadece şu çocuklar için… Allah için…” diye mırıldandı. Sıvakay nine ondan duyduğu sesle onu bölerek: “– Bırak, öyle deme molla. Gereken karşılığı vermeden şifacı, Allah’ın elçisini memnun etmeden kocakarı ilacı fayda eder mi?” Molla mütevazı ve sabırlı olmaya çalışarak:

      “– Peki, öyleyse” dedi. “– Kabul edelim.”

      “– Keçi de güzel. Çok güzel. Allah versin… Allah kabul etsin, iyileşmeyi nasip etsin.”

      Seğüre yenge telaşlanarak karşı çıktı.

      “– Bırak, yenge keçiyi vermiyorum. Kocam da buna razı olmaz. Bizim sığırımız, atımız tüm malımız tek bu. Nasıl çocukların ağzından sütlü yiyeceklerini çekip alayım?”

      Ardından ağrılı ellerini sabırsızca ovarak Sıvakay nineye, mollaya, çocuklarına sonra da tüm evin içine göz gezdirip suçlu bir ses ile:

      “– Razı olursanız işte