Zeyneb Biişeva

Aşağılananlar


Скачать книгу

Haydi kardeşim. Bak senin gibi küçücük Gölkey bile gidiyor.”

      Yemeş pes etti. Onlar da Bibekey ile Gölkey’in arkasından gitti. Yeneşlerin de Bibekeylerin de evleri köyün tam ortasında, Ulu Eyek nehrine doğru uzanıp giden geniş uçurumun kenarındaki “Yarsık” sokağına tümüyle tersti. Bibekey ile Gölkey “Yarsık” sokağını geçer geçmez her zamanki gibi elbiselerinin ipini çözdü.

      “– Yarış, yarış!” diye ellerini yukarıya kaldırıp sallaya sallaya çıplak hâlde uçurum boyundan aşağıdaki nehre doğru yürüdüler. Yeneş de başka zaman böyle yapıyordu. Bu şekilde yürürken elbisesini çakıllığa atıp azıcık akan suya inmek çok komik oluyordu. Lakin bugün hem bakması gereken küçük kız kardeşi vardı hem de keyfi yoktu. El ele tutuşup, toz basmış büyük yol boyunca annesini kaybetmiş kaz yavruları gibi dalgın dalgın yürüyüp gittiler. Yeneşler vardığında, Bibekey ile Gölkey çoktan kendileri gibi küçücük bir sürü çocukla birlikte gürültü patırtı ederek suya giriyordu. Bibekey Yeneş’i görünce sudan çıkıp övünmeye başladı:

      “– Vah, zar zor geldiler. Biz şu an beş kez suya girip çıktık!” Yeneş belli etmek istemedi.

      “– Biz sabah on kez indik değil mi kardeşim?” diye cevap verdi. “– Biz bugün yirmi kez indik!” diye arttırdı Bibekey.

      Bu köyün çocukları ve gençleri arasında suya çok inmek, yüzmek, dik kenarlardan ve uçurumlardan atlamak, su dibine dalarak beyaz taş çıkarmak gibi şeylerle yarışma geleneği vardı. Bibekey ile Yeneş arasında sürüp giden tartışma da bu geleneğin bir yansımasıydı. Bu yüzden Yeneş hiç tereddüt etmemek ve yarıştan geride kalmamak istedi. Bugün su kenarına ilk kez gelmesine bakmadan:

      “– Fakat biz bugün yüz kez indik değil mi kardeşim?” diye Bibekey’den de fazla arttırdı:

      Yeneş her sözünü Yemeş’e doğrulatmak için “değil mi kardeşim?” diyerek bitirdi, bundan bir şey anlamayan Yemeş ona sadece şaşırarak baktı. Sonunda yüzden büyük bir sayı bilemeyen Bibekey pes etti. Ona:

      “– Hey, kendini öven, kendini öven! Kendini övenin sırtı açıktır” diye koşma söyleyerek, açık sırtını parıldata parıldata suya gömülmekten başka çare bırakmadı. Yeneş gururlu bir şekilde arkadaşının arkasından gitti. Onlar yüzmeye çalışmaya, suya gömülmeye başladı.

      Yeneşlerin yüzdüğü yer nehrin en sığ yeriydi. Burada nehir güneşin altında parlayarak çeşit çeşit, akik gibi güzel, pürüzsüz çakıl taşları arasından cıva gibi beyaz, berrak şekilde şırıl şırıl akıyordu. Bu yere “Geçit” diyorlardı. Demek ki bu yerden nehir geçiyormuş. Buradaki su kenarı çakıllık, ufak, koyu kıvrımlı dallar, geniş yassı yapraklı ağaçlarla kaplanmıştı. Lakin ağaç gölgesinde de dayanılmaz bir sıcak vardı bugün. Kızmış çakıl taşları zemini köz gibi yakıyordu. Yemeş suya inmeye korkup o derin gölgeli yerde gücü tükenene kadar durdu. Ama nehrin kazandaymış gibi kaynayan sığ yerinde Gölkey tek başına yüzüyordu.

      “– Gel Yemeş çok güzel” diyerek Yemeş’i yanına çağırdı. “– Hey korkak, gel yakmıyor!” diyerek yere dokundu. Sonra Yemeş de soyunup onun yanına indi. Suyun dibine yaslanıp dip dibe uzandılar, ayaklarını var güçleriyle şap şap ettirmeye başladılar. Güya yüzdüler. Ilık suda toplanıp bir araya gelen balık yavruları ve iğne ucu kadar küçük balıklar nereye kaçacağını bilemeden ileri geri yüzdüler. Gölkey onların bir ikisini su ile birlikte avuçladı.

      “– Bibekey ablam balık yavrularını yutarsan balık gibi bir yüzücü olursun, dedi. Yemeş sen de yut. Tutayım mı?”

      “– Gerek yok” dedi Yemeş. “– Balık içimde büyür.” Gölkey sonra:

      “– Hey, korkak, pişmemiş börek!” diye güldü. Kahramanlığını bir kez daha doğrulamak için bir iki kere küçük balık yuttu. Yemeş onun bu kahramanlığına gerçekten hayran kaldı. Yine de kendi yutmadı.

      Bibekey ile Yeneş yeşerip, dişleri dişlerine değip, takırdayıncaya kadar yüzdü.

      Yemeş yalvararak:

      “– Dönelim acıktım” diyerek, ağlamaya başlayınca elbiselerini giydiler. Ayak bileklerinde olan suda yüzmekten sırtına su değmemiş, tozla karışık ter akmış çamurlu yüzünü bile yıkamayan Yemeş oflaya puflaya elbisesini giydi. Yeneş, onun elbisesinin önünü arkasına giydiğini fark etmeden yürüdü. Bibekeyler Kızılyar sokağı tarafına döndü. Yeneş de onları izledi. Kızılyar’a çıkınca mavimsi yeşil kıvrılarak akıp giden, derin, rüzgârsız yerde hiç korkmadan yüzen büyüklere hayranlıkla baktılar. Buraya gelen kızlar, yengeler dalga üstünde duran kuğular gibi yüksele yüksele Ulu Eyek ortasında yüzdü. Beri uçurumdan karşı uçuruma kim geçecek diye yarıştılar. Yüzen kızların kalkarken güzel, beyaz gerdanları göründü. Bunun için midir burada kızlar, gelinler arasında gerdan kaldırarak, ayakları sudayken koşma söyleyerek suya vurmak en güzel yüzme şekli sayılırdı. Kızlardan daha fazla Kızılyar altındaki “dipsiz” uçurumda çocuklar ve yiğitler yüzüyordu. Üç dört metrelik dik uçurumdan suya atlıyorlar, uzun süre suyun altında kayboluyorlardı. Sonra başka bir yerden, uzaktan çıkıp kulaç atarak karşıya yüzüyorlardı. Çıktıktan sonra yumuşak, sarı kum üstünde yatıp mola veriyorlardı. Bazıları sırt üstü yüzmek için yarışıyordu. Kısacası her biri kendince yüzüp, yarışıp ördek yavruları gibi suyun içinde oynuyordu. Burada kızı, çocuğu ayırıp birbirlerine el değdirmek, korkutmak, utandırmak ya da kötü bir söz söylemek gibi ahlaka sığmayan herhangi bir şey yoktu. Suda onların hepsi aynı, doğanın çocuklarıydı. Burada büyük su boyunda, çok eskiden beri bu gelenek yaşatılmıştı. Hâlâ öyle de devam ediyordu. İlkbahardaki suyun taşma zamanından, sonbahardaki suyun donmaya başlamasına kadar nehirden her gün ama daha çok sabah ve akşam böyle yüzme, oynama, gülme, su sıçratma sesleri gelirdi. İnsanlar sıcakta ya ot, orak üstündeyken ya da ekinin bittiği sırada suya girip çıkmak için vakit bulmaya çalışıyordu.

      Gençler yüzülen yere gelince Bibekey ile Yeneş geri dönmeyi hepten unuttu. Ama öğlen olunca tam tepeden vurmaya başlayan güneş durumu daha da zorlaştırmaya başladı.

      “– Yeneş haydi geri dönelim! Yine geliriz” diye önerdi Bibekey. “– Haydi” dedi Yeneş de. “– Gidelim!”

      Her gün böyle geri dönmek için ayrıldıklarında yine birkaç kez geri gittiler. Böylelikle gün boyunca nehirden çıkamıyorlardı. Lakin bugün Yeneş’in bu isteği gerçekleşmedi.

      “– Gidelim, anneme gidelim!” diye ağladı Yemeş. Saçları arasından yağmur gibi ter akıyor, iki yanağı da vişne gibi kızarıyordu.

      “– Haydi, Yeneş çabuk ol!” diye acele ettirdi Bibekey. O da Gölkey’i izleyerek tozlu patika boyunca kenardan yürüdü.

      “– Yemeş ağlıyor” dedi Yeneş tereddüt ederek.

      “– Kardeşim Gölkey nasılda akıllı. Hiç ağlamaz!” diye onu övdü Bibekey. Gerçekten de Gölkey sürekli ablasını takip ederek yürüdüğünden çok dayanıklıydı. Nereye gidelim dese oraya gitmeye hazırdı. Ama Yemeş bugüne kadar annesinin sağlıksız olmasına üzüldüğünden ona çok ilgi gösteriyor, değer veriyor kendinden ayrı bir yere de göndermiyordu. Gerektiğinde onu banyo lifi ile leğende güzelce yıkıyordu.

      Su kenarından düşünce Bibekey arkasına dönüp bir kere daha bağırdı. “– Evet, haydi Yeneş! Hey, cilveli!”

      Yemeş:

      “– Dönelim!” deyip Yeneş’in eteğine yapıştı.

      Yeneş