Zeyneb Biişeva

Aşağılananlar


Скачать книгу

korkusuyla sokağa dağılan zavallılar, köy aralarındaki yol boyuna doluşup ileri geri yürüyor, nereye varsalar orada ölüp kalıyordu. Sonra bir merhametsiz onları direk gibi yol kenarına dikti. Böyle bastıkları şekilde taş gibi kalmışlardı… Sonra aç kurtlar gelip çekiştirince çeşit çeşit surette dimdik kaldı zavallılar. Toplanacak külleri de yoktu. Ne hâle getirdiler… Canlı olanlarda yarı ölü olduğundan umursamaz hâle gelmişlerdi sanki… Kimse de bu direklere şaşırmıyordu. Kendileri de bir gün böyle yığılıp kalıncaya kadar onların yolundan yürüyordu zavallılar… Ey Allah’ım… Vah, felaket!”

      “Bu nine Seğüre’yi öldürmeden susmaz” diye endişeyle düşündü Baygilde ağabey. Kapı dibindeki yükselti üzerinde İştuğan’ın çizmesine kapanmış hâlde oturuyordu. Bugün gece İştuğan ile birlikte Ural’a, eskisi gibi Zengin Kormoş’a günlük ekinde çalışmaya gitmeyi istiyorlardı.

      Sıvakay nine melodili şekilde bir türkü söyleyip biraz sessizleşti, Seğüre yengeye aniden eğilerek:

      “– Biliyor musun gelin, Allah niye ülkeye kıtlık veriyor?” sorusuyla söze başladı.

      “– Ezmezulla Molla söyledi, dünyada günahı çok olan kullar çoğalmış. İnsanlar zengini zengin, çarı çar, mollayı molla diye bilmemeye başladı. İşte Petersburg’da fabrikadakiler çara karşı el kaldırmış. Tövbe estağfurullah çar gibi çara karşı çıkmışlar. Her yerde köy halkı da azaldı. Çarın boyarla savaşa girmesine karşı çıkmaya başladılar. Evet, böyle iş olur mu? Allah bu işe razı gelmez. Allah’ın kimini zengin kimini yoksul yaptığını kendileri de bilir. En sevdiği insanı yoksul, hasta yapabilir. İşte sen de Seğüre gelin Allah’ın en sevdiği kullarından olduğun için böyle eziyet çekiyorsun. Bu ağır eziyete ağlayıp sızlamadan sabrettiğin için Allahȗ Teâlâ seni cennetin başköşesine oturtacak. Bu dünya fani değil mi? Hepimiz burada misafiriz. Burası nasılsa geçici, ilk evimizde o dünyada Allah cennetten mahrum etmesin. Ama birçok insan Allah’ın razı olmadığı işleri çoğaltıp onlarla meşgul oluyor. Evet, böyle iş olur mu? Ezmezulla Molla, böyle olunca Allah niye dünyaya felaket vermesin dedi.”

      Baygilde ağabey iyice katlanamaz hâle gelip:

      “– Yenge” diyerek onun sözünü böldü. “– Petersburg’da o beşinci yıl olmuştu. Ama şimdi on bir sene geçti. Allah niye cezasını bu kadar geciktirsin? Eskiler: “Bir yıl sıkıntı verirse bir yıl vermez demişler değil mi? Üstelik çarlar ve zenginler bunun için intikam almadılar mı? Silah da iktidar da onların elinde… Allah’ın yardımına mı muhtaç onlar!”

      Sıvakay nine böyle imansız bir soruya nasıl cevap vereceğini bilemeyip gözlerini sonuna kadar açtığı anda Baygilde ağabey yeniden öfkesiz, iyi niyetli bir ses ile:

      “– Sonra yenge Allahȗ Teâlâ niye sürekli o çarları, zenginleri himaye etsin? Yoksa kendisi de mi zengin soyundan?” dedi üstüne.

      Sıvakay nine korkusundan aklını yitirecek gibi olup:

      “– Git imansız! Tövbe estağfurullah, dinden çıkmış!” diye bağırdı.

      “– Sonra yenge, Ezmezulla Molla niye yoksul, hasta olup Allah’ın en sevdiği kulu olmamış? Oradan buradan çekip çalarak sürekli zenginleşmeye, çok yiyip güçlenmeye çalışıyor!”

      Sıvakay nine döne dolana kapıya fırladı:

      “– Sende benimle konuşacak iman yok, tüh dinden çıkmış!”

      “– Niye yaşlı birine öfkeleniyorsun!” diye fısıldadı Seğüre yenge. “Gücendirirsen sonra bana kim bakar? Sen de gidiyorsun…”

      “– Dayanılmıyor. Nasıl hiç konuşmadan sabredeceksin?” dedi Baygilde ağabey üzülerek. Sonra elini sallayarak yamalı çizmesini annesinin yanında oturan İştuğan’ın ayağına fırlattı.

      “– Al, giy oğlum. Gidelim, bugün biraz çalışmamız lazım.”

      İştuğan çizmesini giyince annesine bakıp, közün kenarında biraz daha büzüşüp, yavaşça yürüyerek dışarıya çıktı.

      “– Orağa kırpılma oğlum” dedi Seğüre yenge. “–Ural’da yılan çok oluyormuş… Sakın kendini!”

      Baygilde ağabey gözlerini kocaman açıp sessiz sedasız oturan Yemeş’in sırtından dürttü.

      “– Annene bak olur mu kızım?”

      Seğüre yengenin balmumu gibi sarı, hareketsiz ellerini hafifçe okşadı. “– Pes etme karıcığım güçlü ol…”

      Sonra birden aceleyle dışarıya fırladı. Evin içi daha karanlık, daha endişe dolu hâla geldi. Seğüre yenge donuk gözlerini uzağa dikip, sessiz sedasız nefes alarak öylece yattı. Sinekler de aç gözlülükle onu bitap düşürmeye çalışıyordu. Yemeş’in hâlsiz kolları peştamal çırpıp onları kovalamaktan çabucak yoruldu. Çok geçmeden kendisi de annesinin yanına çöküp uykuya daldı. Bu ıstıraplı hastalıktan ve üzüntüsünden günden güne daha da solan, bitap düşen Seğüre yenge yalnız başına kaldı.

      V

      Birbirinden daha neşesiz daha kederli günlerle bir hafta daha geçti. Yemeş tamamen iyileşip Yeneş ile birlikte dışarıda dolaşmaya başladı. Ama günler hızla geçti. Orak zamanı geldi. Çabuk vurana açlık yoktu. Yumuşak olan eski toprakları sürüp tohum eken yoksul halkın tarlasındaki bitkiler kökünden kurumuş, toprakta kara tozlar uçuşuyordu. Sadece zengin tarlasında boyu kısa olsa da iri başaklı, kızıl boynuzsuz buğday yetişiyordu. Bunu gören halk şaşırıyordu. Onları tanımayanlar: “Allah sürekli yoksulun ağzından alıp zengine veriyor” diye söyleniyordu. Ama tanıyanlar:

      “– Onlar gibi sonbahardan toprağı aktarırsan… Yazın erken ekersin. Üstelik kurak yere alışan, dayanıklı olan kızıl boynuzsuz ya da ak boynuzsuz ekersen bizim de ekinimiz etek boyu olur. Bizim zayıf atlarla toprağı aktararak zamanında ekim yapmak olmuyor” dediler.

      Birçoğu ağlayıp yalvararak Allah’tan yağmur diliyordu. Zengin fakir malını kurban edip o Ezmezulla Mollaya yediriyordu. Sonra yetmiş tane kara taşı üfleyip Ulu Eyek’e atıyorlardı. Böyle de olmayınca “bulutları ürkütüp yağmuru yağdırmayan tavuklar varmış. O tavukların kanatlarının altı çıplak olurmuş. Bu tavukları tutup mollaya vermek lazım. Molla onları üfleyip, boyunlarını vurup gece suya batırırsa yağmur yağarmış” diye bir söz yayıldı. İşte bir gün köy tavuk sesleriyle doldu. Gençler, çocuklar, kadınlar bağıra bağıra tavuk tutmaya başladı. Hangi tavuğu tutup baksalar hepsinin de kanatlarının altı elbette zayıflıktan çırılçıplak hâle gelmişti. Böylece “yağmur yağdıracak” çıplak kanatlı tavuklar tutulup molla kazanına atıldı ama hiç yağmur yağmadı. Güneş hep önceki gibi kavurmaya, yakmaya devam etti. Hatta geceleri de sıcak olmaya başladı. Köyde birbirinden korkunç ve kötü sözler yayıldı. Halk tümden ümitsizliğe kapıldı. Merhametsiz açlık haberi, acımasız pençesinin boyunlarına batmaya başladığını hissettirince birçoğu iş, yiyecek arayarak bir öte bir beri gitti. Herkes endişeye kapıldı. Nineler, konu komşular Yemeşlere gelip uzun uzun konuşmamaya başladı. Dudakları kuruyup, renkleri kararıp sessiz karaltılara dönen anneler âdetince:

      “– İyi misin gelin? Nasılsın? Hastalanmadın ya?” diye hâlini sorup kimsenin inanmadığı bir sesle:

      “– Allah yardım ederse meleğin âmin demesiyle sağlığına kavuşursun gelin endişelenme” gibi teselli sözlerini söyleyerek çıkıp gidiyordu. Hatta bugüne kadar onlara hiç gitmemezlik etmeyen Sıvakay nine de bir gün hiç akla gelmeyecek bir şekilde Baygilde ağabey ile konuştuktan sonra onlara daha seyrek gelmeye başladı. Geldiğinde de Baygilde