Zeyneb Biişeva

Aşağılananlar


Скачать книгу

Güzel” dedi. “– Kız zamanımda ben bunun gibilerini insanlara çok dokudum. O zamanlarda işim için insanların verdiği yünlerden eğirip, boyayıp kendime bu keçe kilimi dokumuştum. Bunu kirletmeyip Bibeş’im için saklamıştım. Hayırlısı olsun, ona kısmet değilmiş…”

      Molla da Sıvakay nine de onun bu son sözünü duymamış gibi davrandı. Fakat yatak döşeğin arasına sığınan Yeneş ile Yemeş keçe kilimin arkasından gidip molanın önüne geldi. Hem annelerine hem de keçe kilime üzülmekten korkularını unuttular.

      Gökkuşağı ışıkları gibi çeşit çeşit, göz alıcı süsler işlenmiş bu keçe kilimi onlar çok seviyordu. Her gün sabah yatağı toplayıp damgalanarak işlenmiş sandığın yanına çömelip oturuyorlar ve bu keçe kilimin çizgilerini, süslerini kendi aralarında paylaşarak oyun oynuyorlardı.

      “– Yemyeşil olan benim!” “– Vişne kırmızısı benim!”

      “– Kırmızı çiçekli benim! Senin değil! İşte mavi çiçekli de benim!”

      Artık yatağın arasında bir tek güzel şey kalmadı. Bir kara keçe, iki yama yorgan, bir yastık, beş minder. Onların da dışları yok. Yünleri eski. Nasıl da çirkin oldu bu yatak!

      Kızlar bu kaybın ağırlığıyla ezilip sessizce durdu. Fakat molla eğri parmaklarını kaldırıp yüzünü bir iki kere sıvazladı.

      “– Âmin, Allah kabul etsin.”

      Sonra Seğüre yengenin bileğini sıkıp, kolunu dirseğinden yukarıya büktü ve cebinin ucunu üste doğru kaldırarak tuhaf bir ustura çıkarıp, bileyerek avcuna aldı.

      Seğüre yengeye oldukça kötü gelen bir ses ile:

      “– Evet, güzel, tevekkül edelim” dedi.

      “– Tevekkül edelim. Allah şifasını versin” dedi Sıvakay nine de.

      Seğüre yenge sessiz sedasız başını eğdi. Her ekleminden kabarıp, şişerek çıkan sapsarı zayıf elleri ve korkudan kanı daha çok kaçan beyazımsı sarı yüzüyle dökülen sonbahar yapraklarını hatırlattı.

      Yeneş ile Yemeş de ormandan odun alıp gelen Bibeş ile İştuğan da annesinin yanına çöktü. Çocukların ağlamaya başlamasından korkan Sıvakay nine:

      “– Allah’a sığındık molla, fazla uzun sürdürme” dedi. Seğüre yenge güçsüz elini geriye attı. “– Bırak. İstemiyorum…”

      Molla bunu duymamaya çalıştı. Kurbanının elinden daha sert tuttu ve bileğinin arkasındaki damara ustura ile hızlıca vurdu. Seğüre yenge belki takati kalmadığından belki de korktuğundan gözlerini kapatıp sağa sola savruldu. Çocuklar ağlayıp, söyleyecek bir söz bulamadan öylece kaldı. Ustura ile kesilen yer ilk başta bembeyaz oldu sonra rengi azalan kan ayağına doğru simsiyah indi. Molla, Seğüre yengenin elini dirseğine kadar tastaki ılık suya batırdı.

      Su kan ile her birleştiğinde Seğüre yengenin yüzü beyazlıyor, rengi atıyordu. Küçücük evin içini korkunç bir sessizlik sardı. Çocuklar yüreklerinin ne zamandır duvara çekiç ile vurulur gibi güm güm ettiğini duymamıştı. Hatta bu işi büyük bir gayretle ayarlayan Sıvakay ninenin de sesi kısılmaya başladı. Kan alıcı hızlanarak:

      “– İşte, gördünüz mü nasıl da kötü kan toplanmış. İyi, artık ağrı çekmezsin. İnşallah bundan sonra sağlığını toplayıp iyileşirsin gelin. Kötü kanın artık çıktı” dedi. Lakin bu sözler kimseyi ne sevindirdi ne rahatlattı. Seğüre yengenin gücü tükenmiş, evde geriye sadece korku kalmıştı. Sonra bu korkunç görüntü ilk önce küçük Yemeş’i çileden çıkardı. Yürek parçalayan bir ses ile:

      “– Git buradan ihtiyar! Anneme dokunma!” diye ağlayarak bağırdı, göz açıp kapayıncaya kadar annesinin elini tastan alıp göğsüne bastırdı.

      “– Yeter, annemin elini vermiyorum. Annem benim, sana vermiyorum!”

      Bilekten atılan kara kan Yemeş’in mavi, burçak bezeli beyaz elbisesinin göğsünden eteğine doğru akıp gitti. Bunu gören Yeneş ile İştuğan hatta sabırlı, büyük biri gibi davranmayı öğrenmiş Bibeş bile ağlamaya başladı. Seğüre yenge kâğıt gibi bembeyaz olup divana yığıldı.

      Sıvakay nine:

      “– Aman Allah’ım! Ey, ne oldu şimdi molla?” diye eli ayağına dolanıp, ne yapacağını bilmeden bir kapıya bir divana doğru yürüdü. Fakat kan alıcı bir şeyler mırıldana mırıldana yırtık keçe parçasını mumda yakarak yaraya kapattı, çabuk çabuk bağlayıp sararak baştan savma bir dua etti ve keçe kilimi koltuğuna kıstırarak çıkıp gitti. Çocuklar da gürültü patırtıyla ağlaşmaya başladı. Seğüre yenge uzun süre hareketsiz yattıktan sonra kendine geldi. Gözünü açtı. Oturmak istedi. Çocuklarının başını okşayıp severek sakinleştirecek oldu. Lakin hareket edemedi. Ellerini de ayaklarını da kımıldatamadı. Bütün vücudu taş gibi ağırlaştı ve hareketsizleşti.

      III

      Ertesi gün ailesinin durumunu öğrenince geri dönen Baygilde ağabey, kapıdan girmesiyle ne olduğunu anladı. Seğüre yengenin gözlerine bakıp, uzun süre konuşmadan durduktan sonra derin bir of çekerek:

      “– Peki, hanım benim sözümü tutmadın şimdi kendine öfkelen. Böyle yaparak çocukları yetim bıraktın” dedi.

      Üzüntüsünden yüreğine kan toplanan Seğüre yenge kocasına cevap vermedi. Çökmüş, şaşkın, kaygılı gözlerinden iri iri yaş kabarcıkları dönerek çıktı, bal mumu gibi sarı yanakları boyunca kulağına, kalın kara saç tutamlarının dibine doğru akıp gitti. Ağlamamaya, gözyaşlarını tutmaya çalışarak gözlerini sımsıkı yumdu.

      Baygilde ağabey onun ayak ucuna gidip oturdu. Hem annesine hem kendisine sızlanarak bakan küçük kızlarına kabanından simsiyah iki dilim ekmek çıkarıp verdi. Zengin Kormoşlar elek altından artan buğdaydan hizmetçileri için böyle ekmek pişirirdi. Kızlar birazcık keyiflenince dışarıya çıktı. Annesine endişelenip divanda oturan kızı Bibeş’e de babası ekmek uzattı.

      “– Git kızım sende oyna, suya inin. Çok sıcak. Annenin yanında ben otururum” dedi.

      Bibeş gecekonduya çıktı, sırığı omzuna asıp suya gitti. Fakat Yeneş ile Yemeş evin gölge tarafına çıkıp inşaat temelinin kenarına oturdu. Güneş nefes aldırmayacak kadar bunaltıcıydı. Yeneş nazik ayaklarını kabarık ekmek gibi büküp topuklarına elbisesinin eteğini örttü.

      “– Sende böyle otur olur mu kardeşim? Yerken ekmek kırıntıların kenara düşmesin” diye öğretti. Ardından: “Yerse hepsi biter” diye hüzünlenerek ekmeğe döndüre dolandıra uzun süre bakarak oturduktan sonra:

      “– Evet, kardeşim azıcık yiyelim olur mu?” diye önerdi.

      “– Olur” dedi. Yemeş de gözlerini kısarak ekmeğine bakıp. “– Ben her zaman küçük küçük yiyorum.”

      Ekmeği ufak parçalara bölüp dil uçlarıyla almaya, bu tatlı dakikayı daha da uzatmaya çalıştılar. Lakin hepsi çabucak yenildi. Sonra Yeneş tekrar bir umut buldu:

      “– Ekmek iğne ucu kadar olsa da insandan büyüktür. Yere düşürüp ezersen çok günah olur. Hatta bin yıl cehennemde yanarsın. Evet, kardeşim, eteğimizdeki kırıntıları toplayıp yiyelim.”

      Kızlar eteklerinde iğne ucu kadar ufak bırakmadı. Onlardan azıcık kırıntı kalır mı diye çoktandır kuyruğunu sallayan, kaşını oynatan ve arsızlık ederek karşılarında duran kocaman, iri, sivri burunlu av köpeği Kaşkar’a da sıcaklığa dayanamayarak ağızlarını