Yerlan Sıdıkov

Şakarim


Скачать книгу

de gizlenmektedir. En son tepenin ötesinde ise büyük şairin beşiği olan Kenbulak vadisi bulunmaktadır.

      Kenbulak vadisi, eni beş kilometreden fazla olmayan huzur dolu bir ovadır. Tepelerle çevrili olan bu vadi, alan şu an ıssızdır. Eski köy yerlerinin izine bile rastlamak mümkün değil; o hatıraları yağmurlar, rüzgârlar ve zaman yok etmiştir. Dolayısıyla burada, Şakarim’in dünyaya geldiği çadırın yerini bulmak, hiç de kolay görünmüyor. Gerçi hayal gücü aklımıza çok kolay bir şekilde şunları fısıldayabilir: İşte ta oradaki yamaçların yanında at ve koyun sürüleri otluyordu, aşağıda ise Şakarim’in babası Kudayberdi’nin köy halkı, yaz mevsimini geçiriyordu. O çadırların birindeyse, serin bir Temmuz akşamında, mutlu ebeveynin çok güzel isim verdiği bir bebek dünyaya geldi…

      Bu ıssız düzlüğe bakarak eskiden milyonlarca Kazak’ın şu an olduğu gibi şehirlerle köylerde değil de hayvanlarıyla birlikte kışlaklardan 3 yaylalara, sonbahardaysa yaylalardan kışlaklara göç ederek bozkırda yaşadıklarına inanmak zordur. Şıngıstav, binlerce ailenin barınağı, kalesi, evi, evrendeki durağıydı. Orada bugün sonsuz sükûnet ve huzur hüküm sürmektedir. Bozkır, sessizce kendisinin yok olmuş sakinlerini bekliyor gibi. Vadide, tıpkı okyanusun soluğu gibi dalgalarla akın eden bitkilerin kokusunu etrafa yayarak rüzgâr gezinmekte. Yüksekteki çayır kuşunun ötüşü, sayısız tepelerin herhangi birinden zevkle dinlenebilen Şıngıstav’ın ebedî melodisi olan rüzgâr esintisinden dolayı çok az duyuluyor. Kendiliğinden yerinden kopmuş step otları, sağa sola savrulurken tüm bozkırla, geçmişle ve bugünle yakınlaştırmakta. Otların arasında saklanmış sarıçiçek, Şakarim’in heyecan verici, acı dolu, trajik kaderini içine sığdırmış gibi.

      Şakarim, dünyaya geldiği o vadiyi, memleketini çok seviyor ve en gizli duygularını onunla paylaşıyordu. Ömrünün son günlerinde o şu satırları yazmıştır:

      Sıkılırsam Baykoşkar’a giderim aniden

      Kalbim üzülürse eski avluya dönerim,

      Birden düşünmek istersem.

      Orası hayatımın meydana geldiği yer.

      Şakarim sezgilere ihtimam göstererek memleketini âdeta bir cennete dönüştürüyor. “Hayatın cennet gibi” olduğu “eski avluya” dönüş tablosuna, şairin kalbiyle düşünceleri, şarkılarının tesellisiyle yalnızlığının mutluluğu, tefekkürleriyle yaşamın sonunu bekleyiş bilgeliği yansımıştır. O, doğduğu yeri göklere çıkarmak için tüm dayanaklara sahipti:

      Ben şarkı yazarım,

      Onlarda teselli ararım.

      Yalnızlık içinde yaşarım

      Birçok mutlu günü.

      Burada yaşam cennet gibi.

      Burada acı nedir bilmem.

      Ve ölüm beni almaya gelene dek

      Zihnimden sözleri toplarım meyve gibi.

      Kazaklar için Şıngıstav, tepelerin şairane yamaçlarıyla, sayısız ufak nehir boyundaki dere ve çayırlıklarla paha biçilmez bir yerdir. Coğrafyanın eski adları, buradaki yaşam biçimini ve gerçeği yansıtmaktadır: Şet (kenar), Karaul (bekçi, ileri karakol), Kos (oba), Buzav (buzağı), Kundızdı (Kunduzlu) v.s. Yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen halkın hafızası, buraların adlarını korumakla birlikte, geçen asırlarda meydana gelmiş olayların hatıralarını da taşımaktadır. Örneğin, Kazak halkı, vatanlarını seferleri esnasında adı geçen diyarlarda mola veren Cengiz Hanla özdeşleştirir. Cengiz Hanın bu dağlarda konaklaması, gelecekte kâinatı sarsacak olan bu cihangirin Otrar’ı yeryüzünden silip Sırıderya’daki diğer şehirleri istila ettikten sonra yolunun üzerindeki Buhara, Semerkand şehirlerini yıkarak Ürgenç, Belh, Bamian ve Nişabur’u küle çevirdiği 1219’da olmuş olabilir.

      Cengiz Han’ın Kazak bozkırlarında altı yıl süren seferi sonrasında verdiği ikinci molasının süresi daha uzundu. O, 1224 yılının ilkbaharla yaz mevsimlerini Kazak ellerinde geçirmişti. Cengiz Han, karargâhının Balkaş’la Alaköl arasından geçerek uygun buldukları yere kök saldığı kesin olarak bilinmektedir. Öyleyse neden o yer tepeleri arasında bolca bulunan av hayvanlarıyla, otlaklarıyla, gölgeli vadileriyle Şıngıstav olmasın ki? Şıngıstav’ın kuzey-doğusundaki dağın Orda adını taşıması belki de orada bir zamanlar han karargâhının bulunduğuna işaret etmektedir.

      Yerli halkın sıkça anlattığı efsaneye göre, Cengiz Han’ı beyaz keçe üzerinde kaldırarak han ilan ettikleri yer burada bulunan günümüzde Han-biyik adını taşıyan dağ zirvesidir. Efsaneyi XIX. asrın sonunda Kunanbay’ın oğlu, yani Şakarim’in amcası Haliolla (Halel) yazılı hale getirmiştir:

      “Çingiztav dağları Orda, Dogalan ve Çunay dağlarından bir vadiyle ayrılmaktadır. Çingiztav’ın ortalarında “Han” adlı ayrı bir dağ vardır. Buralarla ilgili olarak Kaysaklar arasında şu efsane yaygındır. Seferlerinin birinde, Kürhan’ı (Kidanlar’ı) fethettikten sonra Temuçin, Çingiz-tav dağlarının yanında mola vermiştir. Kaysaklar onun tabiiyetine geçmeye karar vermiş. Bu amaçla onlar saygıdeğer Maykı Kadı idaresinde bir elçi heyeti oluşturmuşlar. O yanındakilerle birlikte Temuçin’i karargâhına varıp ona hediyeler sunmuş. Kaysaklar, o güne kadar kendi iradesiyle Temuçin’e tabi olan tek kavimdi. O zaman baksı(şaman-kâhin), onun birçok halkı kendisine tabi kılacağını, bu yüzden de “büyük han”, “dünya hükümdarı” anlamına gelen “Cengiz Han” adını alması gerektiği yönünde kehanette bulunmuş. Temuçin hemen burada (bu dağda) adını değiştirmeye karar vermiş. Cengiz Han’a tabi olan on iki kabilenin temsilcileri Han dağına birer direk çakıp üstünü kapladıkları tahta döşemelerin üzerine beyaz Otağ dikmişler. Maykı idaresindeki tüm kadılar, Temuçin’i beyaz işlemeli keçe üzerinde kaldırarak Otağ’ın içine oturmuşlar. Bu büyük tören esnasında halk ve kadılar “Cengiz Han”, “Cengiz Han” diye bağırmış. O zamandan beri dağın adı “Çingiz (Şıngıs)-tav”dır.” 4

      Tobıktı Uruğunun idarecisi Kunanbay’ın da Cengiz Han’ın kalın çam kütüklerinden yapılmış karargâh kulesiyle ilgili hikâyesi Haliolla versiyonunu teyit eder mahiyettedir. Bu kuleleri Kunanbay’ın dedeleri kendi gözleriyle görmüş gibi. Kunanbay’ın rivayetini, Kazak bozkırlarını görevi dolayısıyla sık sık ziyaret eden Polonya asıllı sürgün Adolf Yanuşkeviç (1803-1857) kayda geçirmiştir.

      1911 yılında “Türk, Kırgız, Kazak ve Han Sülaleleri Şeceresi” adlı eserinde Şakarim de Cengiz Han’ın gerçek adının “büyük”, “güçlü” anlamına gelen Temuçin olduğunu yazdı. Buna benzer kaynaklara dayanarak Sovyet döneminde bilim adamları (özellikle Konstantin Yudahin) Cengiz Han’ın adını Türkçe bir kelime olan ve “hakiki”, “gerçek” anlamına gelen “şın” (şin-çin) sözcüğüyle bağdaştırarak “hakiki han” şeklinde açıklıyorlardı.

      Zaman geçtikçe efsanelere olan ilginin arttığı bir gerçektir. Günümüzde atalarımızın kutsal bilgilerinin yankıları daha cesur cümlelerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Meselâ, Cengiz Han’ın mezarı belki de Çingiztav’dadır. Bu, ancak inanılmaz rivayet teyit edilmediği sürece boş bir söylentidir. Resmî tarih bilimine göre, 1227 yılının Ağustos ayında Tsinn-Şuy bölgesindeki Doğu Gansu dağlarında yaşamını yitiren Çingizhan’ın kendisi, mezar yeri olarak Doğu Moğolistan’da bulunan Burhan-Haldun kütlesini oluşturan tepelerden birinin yamacını seçmiştir. Cengiz Han’ın kabri, hâlâ bulunamadığından dolayı, bu rivayet Kazak “Çingiztav” toponimi geleceğin araştırmacılarına cezp edici bir telkin gibi gelmektedir.

      “Ortak