Yakup Ömeroğlu

Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair


Скачать книгу

Şehri, Kul Hoca Ahmet’e adını vermişse, bir müddet sonra Yesevî de, kendi namını şehre verecektir.

      Ve artık Yesi, eski Yesi değildir.

      O Ulu Türkistan’ın koru, Türk- İslam Medeniyetinin tohumudur.

      Devrin pek çok aydını tarafından Türkistan; dönemin mamur şehirleri Semerkant’la, Buhara’yla mukayese edilir olur. Hatta Babür döneminde yaşayan Şair Şeybani gibi bazıları için onlardan da yücedir:

      “Evliyalar serveri ol Şah-i Türkistan imiş

      Yeryüzüngü nuru tutgan Mah-i Türkistan imiş

      Könlüme kel gir diyormen ol Semerkand arzulap

      Bilmemişsen ey könül Dilhan-i Türkistan imiş.”

      EMİR TİMUR, YESİ VE YESEVÎ

      Yesi’ye en büyük ilgiyi gösteren Türk Hanlarının başında hiç şüphesiz Emir Timur gelir. O güne kadar mütevazı bir kabir olan Ahmet Yesevî’nin makamını; “Biz ki Ulu Türkistan’ın Emiri, Turan’ın başbuğuyuz” diyen ve hayatı boyunca Türk halklarını bir bayrak altına toplamaya gayret eden ve bunu Göktürk Devletinden sonra büyük ölçüde başaran Emir Timur büyük bir abideye dönüştürmüştür. Timur Anadolu’da seferlerinde yaptığı “zalimliklerle” tanınsa da, bu onun bilime, sanata ve medeniyete verdiği önemle Türk tarihinde eşi az bulunur parlaklıktaki bir dönemi yaşattığı gerçeğini örtemez.

      Onun Yesevî Türbesini yaptırma emri verişi ve Ahmet Yesevî’ye saygısı konusunda ilginç rivayetler anlatılır.

      Rivayete göre, Hoca Ahmet Yesevî bir gece, Emir Timur’un rüyasına girerek; “Derhal Buhara’ya git. Buhara Hanının eceli senin elindendir” der. Buhara’ya sefer yapmayı düşünen Timur, ertesi gün harekete geçer ve önemli bir zafer kazanır. Bu hadisenin üzerine Yesevî kabrinin üzerine muhteşem bir türbe yapılmasını emreder.

      Kendisi de bir sofi olan Timur, Ahmet Yesevî’ye büyük saygı duymaktadır. Kendi hatıratına dayanılarak nakledilen meşhur vakıada Timur, “Rum iline saldırıya geçeceğim zaman Hoca Ahmet Yesevî Divanından fal açtım ve bana bildirildi ki, başın sıkıştığı zaman rubaimizi oku. Bu rubaiyi ezberleyip karşı ordunun askerleri ile karşılaştığımızda okudum ve zafere ulaştım”. Köprülü’nün aktardığına göre, 1402 yılında Çubuk ovasında Sultan Yıldırım’la karşılaştığında Timur;

      “Yelda kiceni şems-i şebistan itkan

      (Uzun geceyi kandil gibi aydınlatan)

      Bir lahzada alemni gülüistan itkan

      (Bir anda geceyi gül bahçesi eden)

      Bes müşkil işim tüşübdür asan itkan

      (Ne zaman güç işim düşse kolay eden

      Ey barçanın müşkilini asan itkan”

      (Herkesin güçlüğünü kolay eden)

      Mısralarını, Yıldırımla karşılaştığında yetmiş kere okumuş ve savaşı kazanmıştır.

      Timur’un ilme ve tasavvufa verdiği önem kendi türbesinden de anlaşılmaktadır. Türbesinde kimlerin hangi yerlerde kalacağını sağlığında belirleyen Timur; büyük hocasını kendi kabrinin baş ucuna, küçük hocasını sağ tarafına, kendi oğlunun ise kabrin ayak tarafına defnedilmesini emretmiştir. Tasavvuftaki mürşidinin ise aynı mekan içinde hepsinden ayrı ve daha yüksek bir yere defnedilmesini söylemiştir. Bugün Semerkant’ta bulunan ve altın yaldızlarla bezenmiş kubbesi ile dönemin güç ve ihtişamını yansıtan Timur Türbesinde, alt katta bulunan sandukalar bölümünü ziyaret edebilenler, bu ibret verici manzaraya şahit olurlar.

      Timur ilim ve sanata verdiği önemle Seyhun ve Ceyhun arasındaki Türk medeniyetini yeni bir evreye taşıyordu. Fethedilen her yerden ilim ve sanat erbabı Semerkant’a davet ediliyor, Semerkant’ta ise tarıma verilen önemle yerleşik Türk medeniyeti yükseliyordu. Timur’un o dönemde yaptırdığı sulama kanallarında bazılarının hâlâ kullanılmakta oluşu, bu atılımın ne derece yüksek bir seviyede cereyan ettiğinin de işaretlerinden birisi sayılmalı. Bu yerleşik hayata geçişle birlikte, daha çok göçer Türk toplulukları arasında yayılan “Yesevîye” tarikatının yerine de “Nakşibendiye” yerleşiyordu. Yerleşik şehir kültürü içinde gelişen bu yeni hareket, her ne kadar Ahmet Yesevî’ye önem veriyor olsa da, Yesevî yolcuları arasında bir nebze huzursuzluk da oluşturmuyor değildi. Timur’un; Seyhun’un kuzeyine, daha çok göçer Türklerin yaşadığı ve büyük bir çoğunlukla kendisine bağlı oldukları Ahmet Yesevî’nin Türbesini yaptırmasının siyasi etkilerini araştıranlar, Timur’un bu hareketiyle, göçer Türkler arasında büyük itibar kazandığını söylerler. Çünkü Timur’un yerleşik hayata ve şehir hayatına önem veren medeniyet hamlesi, Semerkant ve civarında etkisini gösterirken, Seyhun nehrinin kuzeyinde yaşayan Türkler, eski geleneklerini ve kültürlerini devam ettirmekteydiler. Timur’un asıl maksadı bu olmasa da, onun Seyhun’un kuzeyindeki Türk gruplarının bağlılığını kazanması yönünde, son derece yararlı olduğunu da gözden ırak tutmamak gerek.

      Büyük bir medeni dönüşümün önderliğini yapan Emir Timur, oluşturduğu ve bilinçli olarak yönlendirdiği kültür farklılaşmasına rağmen, soy ve boy olarak bir ayrılıkları olmayan Seyhun-Ceyhun arasındaki yerleşik Türklerle, Seyhun’un kuzeyindeki göçer Türk toplulukları arasındaki dengeyi iyi koruyordu. Bugün dahi han soyundan gelmeye başka bir ifade ile “Ak Budun” olmaya çok önem veren Seyhun’un kuzeyindeki Türklerin ileri gelenleri, Semerkant’la içli dışlılardı. Yöre lehçesi ile “aksüyek” tabir edilen hanlar ve Anadolu Türkçesinde şehzade denilen “sultanlar”, sık sık Semrekan’ta gidiyor hatta bazıları kendi grupları ile ilişkilerini sürdürerek Semerkant’a yaşamaktaydılar.

      Timur’un, Yesevî Türbesinin inşası için 1397 yılında başlattığı çalışmalar, 1405 Büyük Türk Hakanının, Çin seferine çıkarken vefatı üzerine Türbenin özellikle güney cephesinin tamamlanamamasına sebep olur.

      Timur’un yaptırdığı muazzam eserle Türkistan Şehri biraz daha önem kazanır ve bu dönemde Seyhun nehrinin güneyi ve kuzeyinde yaşayan Türk halkları arasında manevi bir bağ kurarak birliği sağlayan faktörlerden birisi durumundadır.

      ŞEYBANİLER VE TÜRKİSTAN ŞEHRİ

      Büyük Timur, kendi soyu han şeceresinden yani ak budundan gelmediği için, bütün gücüne rağmen kendisini “emir” unvanıyla adlandırır. Şeybaniler ise Altınordu Hanlarından Özbek Hanın soyundan gelmekteydiler. Altın Orduda, Özbek Hanın soyunun idaresine verilen Sibirya’nın, Tura şehrinde hüküm sürerken kendilerine bağlı Türk boyları ile birlikte Orta Asya’ya gelirler. Şeybani hanlarının ilki Ebul Hayr Han, 1428 de Tura’da (bugünkü Tobolsk bölgesi) tahta geçer ve 1468 ‘e kadar 40 yıl hüküm sürer.

      Ruslar Altın Ordunun dağılmasından yaralanıp Sibirya’ya doğru ilerlerken o da, Seyhun’a doğru tüm Deşt-i Kıpçak’a sahip olur. Timurlular, kendi aralarındaki çekişmelerle sürekli güç kaybetmektedirler. Bu dönemde Deşt-i Kıpçak’taki Kazaklar, önemli bir güçtür. 16. yüzyıl başında Babür Han, Kazakların, bir anda üç yüz bin kişiyi seferber edebildiklerini anlatmaktadır. Ebul Hayr Han, Kazakları hakimiyeti altında tutmak isterken hayatını yitirir. Onun yerine oğlu Muhammet Şeybani geçer.

      Orta Asya’nın önemli aktörlerinden olan Muhammet Şeybani, hangi hana bağlanacağını bilmeden bir süre, bozkırda at koşturur. Bu sırada Cengiz mirasçısı oldukları