Yakup Ömeroğlu

Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair


Скачать книгу

çiçekler ise yediveren gülleri ve kendine has güzel kokusuyla reyhandır. Baharla birlikte misafirler desterhan üzerinde yudumlanan çaylarla burada ağırlanmaya başlanır. Hatta geceleri üzerine örtülen cibinliklerle desterhanlar, yaz gecelerinin tadına doyulmaz güzel uykularının uyunduğu yerler haline gelir.

      Yine bu kerpiç evlerin avlularında genellikle, Anadolu’nun bazı yörelerinde de benzerleri görülen, kümbet şeklindeki geleneksel ekmek tandırları bulunur. Bu tandırlarda, şekli ve büyüklüğüyle Türkiye’de ramazan pidesi adıyla üretilen ekmeklere benzer nefis “nan”lar pişirilir. Nan sözü Farsçadan Orta Asya Türk lehçelerine geçmiştir ve ekmek anlamına gelir. Eğer ev sahibi Özbek ise, bu nanlara ilave olarak “samsa”yı da unutmamak gerekir. Samsa, hamurun içine kuşbaşı et ve soğan konarak yapılan bir börek çeşididir ki, tandırdan çıktığında henüz buharı üzerinde iken yemesine doyum olmaz. Yöre insanın çok sevdiği bu börek adeta “Özbek fast food”u dur. Yol kenarlarına kurulan tandırlarda samsa pişirip satarlar. İşi acele olanların hemen ayak üstü alıp yedikleri, ucuza karın doyurmanın bir yoludur bu.

      Geleneksel Türkistan evlerinin avlularının vazgeçilmez unsurlardan birisi de odun ocaklarıdır. Avlunun eve yakın bir köşesine kurulan bu ocaklarda en itibarlı misafirlerin sofrada önüne konan ve yenme usulleri ile adeta bir tören havasında parçalanan başlar pişirilir. Kalabalık gruplara ikram edilecek “beşparmak” yemeği ve at etinin en nefis hali olan kazı, yine bu ocaklarda kaynar. Ocağın ev ve desterhana yakın kurulmasının sebebi de, yemeklerin soğumadan servisini yapabilmek içindir.

      Kanalizasyon sistemi henüz yapılmamış şehirde, tuvaletler de avlunun içinde yer alır.

      Sözün özü; Türkistan’da avlular, yalnızca evlerin bahçeleri değil, aile hayatının önemli bir kısmının yaşandığı mekanlardır. Bu yüzden olacak yüksek duvarlarla, yad gözlerden gizlenmişlerdir.

      Kerpiç evlerin içlerinde ise, eski dönemlerin dar çadırlarında geçen günlerine tezat geniş mekanlar bulunur. Özellikle salon kısımları mübalağlı sayılabilecek ölçüde geniş yapılmıştır. Bu genişlik sosyal yaşantının da bir zorlaması olabilir. Bayramlarda, düğünlerde, yaş günlerinde eş dost ve akrabaların katıldığı kalabalık toplantılara bu geniş mekanlar ev sahipliği yapar. Salonun iki yanına körpece denilen geniş minderler serilir. Yastıklar da minderler gibi geniş ve büyüktür. Türkistanlılar, körpecelerin üzerine uzanarak, dirseklerini bu yastıklara dayayıp sohbet etmeye bayılırlar. Bir Türkistanlının en rahat ettiği oturuş şekli herhalde budur.

      Ailenin büyükleriyle birlikteyken her zaman bu rahatı bulamazlar. Kimin nereye oturacağı ve böylelikle de o sohbeti kimin idare edeceği hemen ilk anda belli olur. Salonun baş köşesine “tör” derler. Orada bulunan en yaşlı veya en itibarlı kimse töre geçer oturur. Onun adı artık “törağa”dır. Törağa, toplantılarda ayrıntılarla pek meşgul olmaz ve böylelikle de insanlarla yüz göz olarak otoritesini zayıflatmaz; o ağırbaşlılığın temsilcisidir. Sohbetin şenlenmesini sağlamak, orta yerde suskunluk olmasını engellemek hatta servisi yönlendirmek “tamata”nın görevidir. Tamatalık herkesin yapabileceği bir iş değildir. Tamata şen şakrak, konuşma kabiliyeti olan, pratik zekalı ve usül erkan bilen kişilere verilir. Bu bazen kişilerin kendilerini tamata ilan etmesiyle olur bazen de törağa bu görevi birisine verir.

      Sofraların üzeri her zaman ceviz, kişmiş denen çekirdeksiz kara üzüm, meyveler, reçellerle doludur. Ekmek, ev sahibi tarafından bölünerek sofradakilere dağıtılır. Özbeklerin çok itina göstermedikleri bu adet bir Kazak evinde mutlaka misafirler geldikten sonra ev sahibinin ekmeği eliyle bölerek dağıtması şarttır. Ayrıca yaşı kariyeri ne olursa olsun ev sahibi topluluğun en ucunda kapıya yakın yerde oturur ve aksi büyük saygısızlık kabul edilir.

      Ev sahibi bulunduğu yerden servise de yardımcı olur.

      Eğer kalabalık özel bir programla toplanmışsa sofranın vazgeçilmez yemeği “beşparmak”tır. Kazakların milli yemek olarak tarif ettikleri beşparmak, baklava dilimi iriliğinde kesilmiş hamurların üzerine haşlanmış et dökülerek servis yapılır. Hazırlaması zahmetli olan beşparmak için akraba hanımlar veya komşular kendi aralarında yardımlaşırlar. Önce hamurlar açılır. Etler bir kazanda hazırlanır. Etler alındıktan sonra aynı suya hamurlar konarak pişirilir. Pişen hamur, geniş tepsilere serilir ve üzerine et dökülür. Beşparmak yemeğini Kazaklar elle yemeyi severler. Zaten adını da beş parmak kullanılarak yendiğinden dolayı aldığı söylenir. Hamur parçalarının içine eti yerleştirerek ikisini beraber yerler. Doğrusu yemesi biraz zor olmakla beraber lezzetli bir yemektir ama benim asıl tercihim “beşparmak sorpasıdır.” Beşparmak yemeği hazırlanırken etin ve hamurun kaynadığı su “sorpa” yani çorba olarak arzu edenlere bardaklarda ikram edilir ki, çok lezizdir.

      Beşparmak yenmeye başlanmadan önce, törağanın önüne konan koyun başı yemeğin törensel kısımlarından birisidir. Ev sahibi bir tepsiye konmuş koyun başını yanında bıçakla beraber törağanın önüne koyar. Türkiye’de de bazı doğu illerimizde yaşanan bu adet, ev sahibinin “başımızla birlikte seninleyiz” ifadesini taşır ve büyük saygı göstergesidir. Törağa bir parça kendisi aldıktan sonra baş etlerinden keserek sofrada oturanlara dağıtır. Kime hangi kısımdan verdiğinden mesajlar çıkarılmaya çalışılır veya bazen bu mesajları kendisi verir. Bir gence başın kulağından kesip vermişse bu, “daha dikkatli dinle” anlamına gelebilir. Eğer göz bölgesinden kesmişse bu “seni gözüm gibi seviyorum” demek de olabilir “gözünü aç” anlamına da gelebilir.

      Yemekten sonra “Amin Allahuekber” sözleri hemen herkes tarafından yemek duası olarak söylenir. Eller yukarı kaldırılarak baş hizasından çevrilip aşağı indirilir yüze sürülmez.

      Evler kömür sobasına bağlı kat kaloriferi sistemiyle ısıtılır tek sobayla evin her yeri ısıtılır. Bu sistem bileşik kaplar prensibine dayalı basit bir yapıdır. Anadolu’da kuzine tabir ettikleri sobalar evin girişinde yakılır. Sobanın üzerinde küçük bir su kazanı bulunur. Peteklere giden borular bu kazana bağlıdır ve su dengede durmaktadır. Kazanın kaynaması ile birlikte genleşen ve buharlaşan su, sistemi harekete geçirir ve boruların içinde devr-i daim başlar. Bu basit düzenekle evin her yeri birden ısıtılmış olur.

      Kazak veya Özbek, hemen bütün Türkistanlıların yer evlerindeki düzen bu şekildedir. Bir farkla ki, Özbeklerle meskun olan evlerin bahçeleri daha yeşil ve meyve ve sebze yönünden daha zengindir. Bu fark Özbeklerin tarım işlerine daha yatkın olmalarından kaynaklanıyor olsa gerek.

      “YENİ TÜRKİSTAN”

      Çimkent şehrinden gelen ana yolun ilk dört yol kavşağı Yesevî Türbesine dönülecek yerdedir. Bu kavşaktan sola dönüldüğünde Yesevî Türbesi, sağa dönüldüğünde ise Kentav yoluna çıkılır. Şehrin merkezine gitmek için kavşağı karşıya geçmek gerekir.

      Bir bakıma şehrin idari merkezi de bu kavşaktan itibaren başlar. Kavşağa girişte sol tarafa düşen okul binası, onun arkasındaki askerlik şubesi, hemen karşıda savcılık binalarıyla Rusların Türkistan’ı ele geçirdikten sonra kurdukları “yeni Türkistan” bu civarda yerleşmiştir.

      Savcılık binasından sonra eskiden Lenin heykelinin bulunduğu büyükçe bir meydan ve meydanı cepheleyen Hakimlik ve Yesevî Üniversitesi binaları yer alır. İlk Kazak Hanlarından Esim Han’ın adını taşıyan bu alanda, Nevruz Bayramı, Bağımsızlık Bayramı gibi büyük törenler yapılır. Her Nevruzda büyük bir festival yerine dönüşür bu alan.

      Büyük Özbek yazarı ve Türkistan doğumlu Adil Yakupov’un çocukluk yıllarında bu civarda beş bina varmış.

      Yakupov,