Murtaza Şerhan

Ay ile Ayşe


Скачать книгу

aradık. Her evden koyun ve keçiler seyrek seyrek çıktılar. Eşeğe binen pat burunlu Eralı dede onları bir araya getirip tarlaya yöneldi.

      “Siyah keçi nerede?” diye Ayşe sordu.

      “Kayınço, siyah keçi yere mi battı? Nerededir?”

      “Allah Allah! Hâlâ bulunamamış mı?” diye ihtiyar şaşırdı.

      “Şimdi ne yapacağız?”

      Derenin öbür tarafında yerleşen evin yanından:

      “Ayşe! Kızım!” diye zayıf bir ses duyuldu.

      Basık evin kapısının önünde alçak sandalyede Kamka oturuyordu. Ayakları çok eskimiş kaftanla sarılıydı. Kam-ka malul idi. Güneşin gözü görünse, kapının önüne geçer, taş kesilir otururdu. Onu da kapıya kadar gelini Münire getirirdi. Kamkaların evi derenin doğu tarafında, bizim ev ise batıdaydı.

      Kamka iğne ipliğe dönen elleriyle çukuruna kaçan yorgun bakışlı gözlerine siper ederek:

      “Ayşe, dünden beri ne arıyorsun öyle?” dedi.

      “Ah, nineciğim! Murtaza’nın kemiklerini mi arıyorum sanki. Siyah keçiyi arıyorum.” dedi Ayşe ah u efgan ederek.

      “Hay Allah! Şu keskin acı acı konuşan dile bak!” dedi Kamka yorgun haliyle.

      “Benim dilim acı olmasın da kimin acı olsun ki? Yavrulanmak üzere olan yapayalnız keçim kayboldu. Doğarsa, bu sefer çocuklarımın damakları yumuşar diye düşündüm. Bunlar süt görmeyeli çok oldu.”

      Kamka:

      “Hey yalan dünya!” diye ah çekti. “Zamanında zengin olan aile evladının açlık çekmesi ne kadar dehşet. Kayınvaliden Künıkey zengin bir kadındı. Millete her zaman ziyafet verirdi. Jolan-Janıs boyundandı. Zengin Berdımbet’ten dul kalmıştı. Senin kocan Murtaza beyaz ata biner, nerede düğün, nerede kökpar yani milli atlı spor oyunu, işte oralarda bulunurdu. Şimdi onların nesillerinin bir kaşık sütten mahrum kalmalarına kim inanır…”

      “Ya canım nineciğim, kahrolası şu zenginlik hakkında konuşma, lütfen. Münire pancar toplamaya mı gitti? Sen onu söyle.”

      “Evet, az önce gitmişti, beni buraya oturttu.”

      “Ben de gidiyorum. Yoksa şu Tasbet yine anne-babama küfrederek canımı burnumdan getirmeye kalkar.” dedi Ayşe.

      Tasbet dediği adam tarlada çalışanların başıydı. Münire hanım, Kamka’nın geliniydi. Çocuğu yoktu. Kocası Musa’yı Murtazalarla birlikte tutuklayarak götürmüşlerdi. Malul ihtiyar kadına öz evladı gibi bakardı. Kamka’yı çocuk gibi kucağına alır kapıdaki sandalyeye oturturdu. Allah çocuk nasip etmemiş. Böyle bir kadına çocuk vermemesi ne kadar da acı. Çocuğu, seksen yaşını geçmiş felçli bir ihtiyar kadındı. Her gün ihtiyar kadını dışarıya çıkartır, kapının önüne oturtur, sonra kolhoz yani tarım üretim kooperatifi işlerine giderdi. Sabahtan karanlık çökene kadar çalışırdı. Kamka, sandalyede hareket etmeden beklerdi.

      Şimdi de oturuyordu. Tanrı dağlarına doğru gözünü dikmiş bakıyordu.

      “Siyah keçiyi hastalık kaptı. Şimdi arayacak gücüm yok. Pancar tarlasına gidiyorum.” dedi Ayşe.

      Ben Kamka’nın yanında kaldım. Giderken Ayşe arkamdan yumruklayarak:

      “Evde kalan çocuklara bak!” dedi.

      Kamka:

      “Ayşe, Barshan’ın arkasından vurma!” dedi. Ben ninenin yanına yanaşarak oturdum. Dulavratotu gibi çok hafif avucuyla başımı okşadı. Başımı güneş okşuyor gibiydi. İhtiyar kadın, hafif elini başımdan çekip yorgun gözlerini siper ederek dağa doğru baktı. Ben de baktım. Dağ yüksekliğini siyah orman kaplamış. Yığılan deve gibi taşlar vardı. Bazı yerlerde çayırmelikesi, erkeçsakalı boy almış. Ötede gökyüzüne doğru yarışırcasına uzanan yüksek dağlar.

      Biraz sonra Kamka:

      “Barshan!” dedi. “Baksana, senin gözlerin keskindir. Şu karayolun ötesinde kararmış çayırmelikesinin dibinde bir şey mi hareket ediyor yoksa bana mı öyle görünüyor? Gözlerim pek görmüyor.”

      Baktım. Evet, her yerde çayırmelikesi. Fakat hareket eden bir şeyi göremiyordum.

      “Gördün mü?” dedi Kamka.

      “Hayır.” diyorum.

      “Şu Manas’a doğru bak.”

      Manas zirvesi buz kesilmişti. Ondan beriye doğru beyaz siyah orman vardı. Her tarafı kaplayan çayırmelikesine yine göz diktim. Hâlâ hareket eden bir şey gözükmüyordu.

      “Yok, bir şey nine.” diye ısrar ettim.

      “Göründü. Ben görüyorum. Allah bilir, şu senin siyah keçindir. Yavrulanmış galiba. Git bakalım, git.”

      “Ya nine, ama çok uzak. Hiçbir şey görünmüyor zaten.”

      “Hadi git bakalım, n’olacak gidiver.”

      Karayoluna bir iki kilometre kadar yol var. Çayırmelikeleri daha da uzaktaydı. Çare yoktu, Kamka’nın dediklerine inanmasam da ihtiyar kadını incitmeden yola koyuldum. Ne kadar çok çayırmelikesi vardı. Gidiyordum arkama bakmadan. Çayırda kuşlar uçuşuyorlardı. Paçalı bağırtlaklar korkuya kapılarak hüşümlendiler. Yalın ayağıma diken girip ayağımı acıtır. Kamka beni aldatmamıştır, inşallah, diyorum kendi kendime. Ben göremiyorsam, onun ihtiyar gözleri nasıl görebilir ki?

      Moralim bozuldu. Köye dönecektim. Üstelik Ayşe, evde kalan çocuklara bak demişti. Biraz büyümüşlerdi tabi fakat akıl sahibi ben idim. Bir de işçiler başı Tasbet bana harmana gel, taş bastıracaksın demişti. Yontulan, oyulan dev taşlarla buğday bastırırdık. Atı, yontulan taşa bağlayıp buğday bağlarının üzerinden yuvarlatarak ezerdik. Bazen başım dönerdi, at üzerinden düşerdim. Gitmezsen başına bela gelir:

      “Ay senin ananı, babanı…” der sonra Tasbet. Halk düşmanının çocuğu, der, Sen de düşmansın, der. İşte ondan korkarak köye dönmek istedim. Birden sanki bir şey melemiş gibi geldi. Sesin çıktığı tarafa döndüğümde büyük çayırmelikesinin dibinde siyah keçim duruyordu. Evvela, şeytan mı diye korktum. Hayır, bizim siyah keçiymiş. Beni gördü ve tekrar meledi. Hemen yanına koştuğumda, küçücük çok güzel iki tane oğlaklarını gördüm. İkisinin de boyunlarında farklı renkte çizgiler vardı. Sevincimden ikisini de kucakladım ve köye getirdim. Oğlakların ipek yünleri yüzümü gıdıklıyordu, ikisinin de ağzı anne sütü kokuyordu.

      Akşam Ayşe yetim kalan üç çocuğuna süt pişirip ikram ederek:

      “Allah’ım! Buna da şükür, çok şükür!” dedi.

      “Ayşe” dedim, “Kamka ninemin gözleri görmez ama nasıl oldu da keçimizi görebildi?”

      “Kamka ninen boş adam değildir.”

      “Boş değilse, Musa’yı niye döndürmedi?”

      “Stalin’in şeytanları ondan daha güçlü. Bırakmıyorlar.”

      Pencereden Ay gözüktü. Bizi görünce rahatlanmış gibi bulutların içine girdi. Ayşe sırtımı sıvazlayarak:

      “Seni rencide ettim, bundan sonra sana vurmam “Kamka ninen tembihlemişti ya, bundan sonra vurmayacağım.”

      ÜÇ KEÇİ

      Bizim Jualı ilçemizin kar fırtınasını bilmezsiniz. Dünyayı bir darı kabuğuna sığdıran fırtınadır bu. 1943 yılın soğuk Şubat günleri çok kahırlanmıştı. Her dere başında büzülerek duran evler birbirini ziyaret etmez oldu. Şakpak