Samet Azap

Tanrı Dağından Sesler


Скачать книгу

Kendilerine ne kadar teşekkür etsem azdır. Ayrıca, çizimler için tüm yoğunluğuna rağmen beni kırmayan sanatçı ve akademisyen Doç. Dr. Ahmet Ali Aslan’a minnettarım.

Yrd. Doç. Dr. Samet AzapArdahan-2016

      Su boyunca yüzüp gittin çocuğum. Kendi efsaneni da alıp götürdün. Yüzüp gittin… Hiç bir zaman balık olamayacağını biliyor muydun?… Beyaz gemini göremeyeceğini ve ona “Selam Beyaz Gemi, ben geldim, ben!” diyemeyeceğini biliyor muydun? Çay boyunca yüzüp gittin çocuğum. Şimdi ben sana yalnız şunu söyleyebilirim: “Çocuk kalbinin, çocuk ruhunun bağdaşamadığı her şeyi reddettin. İşte beni teselli eden de budur. Bir şimşek gibi yaşadın sen. Bir defa çaktın ve söndün. Şimşeği çaktıran göktür. Ve gök ebedidir. İşte budur beni teselli eden. Bir başka tesellim daha var: İnsandaki çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenemez, gelişmez. Yeryüzünde bizi neler beklerse beklesin, insanoğlu doğdukça ve öldükçe, insanoğlu yaşadıkça, hak ve doğruluk denen şey de var olacaktır…

      Sana, senin sözlerini tekrarlayarak veda ediyorum: “Merhaba Beyaz Gemi, ben geldim!”

Cengiz Aytmatov

      Tercih/Robot veya insan olmak: Cengiz Aytmatov 1

      Yazar olmak için hiç hayâl kurduğumu hatırlamıyorum. Şimdi ise geriye bakıp “evet, hayâl kurmuştum” demek, kolay olurdu. Fakat böyle bir şey yaptığımı zannetmiyorum. Ziraat Fakültesi’nden mezun oldum, büyük bir çiftlikte canlı hayvan mütehassısı olarak çalışmaya gittim ve hayatımdan da oldukça memnundum. Sonra âniden, yabancısı olduğum bir duygu kapladı içimi ve kötü bir şeyin olacağını haber veren korkunç bir önsezi, kalbimi doldurdu. Gayet tabiî olarak kendimi bundan kurtarmak zorunda idim. Tamamen içgüdümle ve korkarak yazmayı denedim. Hastalığımın tedavi edilemez olduğunu öğrendiğim zaman roman bile tercüme ettim. Yirmi sekiz yaşımda iken Moskova’daki Yüksek Edebiyat Kursları’na katılmaya gittim. Çok kişi, bunun akıllıca bir iş olmadığını düşündü. Fakat ben kimseyi dinlemedim. En büyük sıkıntım ise, bilgi eksikliğim, taşralılığım ve geleneksel düşünce tarzım idi. Bu geleneksel düşünce tarzım, beni daha sonra, klişelerle ve bozulmaz kurallarla yazdığım sıradan yazıların esiri yaptı. Sahte-yaratıcılığın katı kuralları ile zincirlendiğimi hissettim. Kendi kendimden farklı bir bakış açısı bulmam ve tutacağım yol hakkında çok açık bir fikir sahibi olmam gerekiyordu. Bunu yapabilmek için de gerçek sanatı iyice anlamak, onun içinde teneffüs etmek ve kendimi hararetlenmiş tartışmaların, polemiklerin ve gerçek edebiyatın ne olduğuna dair akislerin atmosferine daldırmak mecburiyetindeydim. Yüksek Edebiyat Kursları’ndaki derslerim bunu yapmama yardım etti.

      “Beni kendine çağıran ve varlığından haberdâr olmadığımı hissettiğim, sanatın hârika dünyasını keşfim de bundan sonradır. Tecrübe, hayrete düşürüyordu. Bu belki biraz şatafatlı ve biraz da safça olacak, ama söylemek istediğim şu ki dünya edebiyatı tecrübesinin ışığı, üzerimde doğmaya başlamıştı. Kendimi çaresiz ve kaybolmuş hissettiğim için de korkmuştum. Fakat aynı zamanda beni mutlu da etmişti; zira uğrunda çaba sarf edeceğim amacımı görmüştüm. Bundan sonra ne olur diye düşündüm. O zaman nasıl düşündüğümü bilemiyorum. Fakat bana öyle geliyor ki bütün varlığım, bu amaca doğru sadece kendi tecrübelerimle ve halkımın ruhî tecrübeleriyle atılabileceğimi anlamıştı. İlerleme kaydedebilmek için, beni esir alan sentimentalizm ve naturalizmin kurallarını yıkmak, gerçek edebiyatın taşralı zanlarını, fikirlerini atmak ve sadece gerçek insanlar olmaya gayret eden kendi hayalî karakterlerimin hayatlarını yaşamaktan vazgeçmek mecburiyetinde idim. Kendim olabilmek ve insan olarak, yazar olarak ne olduğumu anlayabilmek ve hilekâr olmadığımdan emin olmak için gençliğimin hayâllerinden vazgeçmek zorundaydım.”

Kendisini Buluyor

      Buraya kadar yazdıklarımız, Cengiz Aytmatov’un (d. 1928) çocukluğunda kendini bulabilmek için yola çıktığını ve hâlâ aradığını göstermektedir. “Deniz Kıyısında Koşan Alacalı Köpek” hikâyesinde, hayat üzerine büyük düşüncelerini genç kahramana emânet eder:

      “Şimdi, kara ile deniz arasındaki farkı anladı. Karada iken karayı düşünmezsiniz. Fakat, aklınız başka şeylerle meşgul olsa bile bir defa kendinizi açık denizde buldunuz mu, denizden başka bir şey düşünemezsiniz. Bu keşifle çocuk düşünceye daldı…”

      Yeni okuyucular için konuşmam mümkün değil, fakat Aytmatov’un eski bir okuyucusu olarak bildiğim bir şey varsa o da, Cengiz Aytmatov’un eserlerini sadece okumuş olmak için değil, Romain Rolland’ın dediği gibi, onlarda kendinizi arayarak okumalısınız. Ben öyle yapıyorum ve her defasında yazarın sınırların ötesine geçmiş göründüğü daha önceki hikâyelerinin şaşılacak şekilde dokunaklı tesirlerini hatırlıyorum. Onun yazmış olduğu yeni bir şeyi ne zaman elime alsam, yazarı istilâ eden ve onun bütün vaktini alan motivasyonun ne olduğunu merak etmekten kendimi alamıyorum.

      Aytmatov için tekrar söz konusu değildir. Gerçek yazar, aslında aynı kitabı veya aynı konuyu yeniden yazıyormuş gibi olsa da ki gerçekte durum böyledir, hiç bir zaman daha önce yazmış olduğu bir şeye geri dönmez.

      Amerika’da başarıyla sergilenen Aytmatov’un Fuji Dağı’nın Zirvesi’nde adlı oyunundaki bir şiirden alınan “karakter adamı” sözü, onun eserlerinin ana fikrini ve konusunu ifâde eder. Bunu şiir şeklinde ifâde etmesine şaşmamalıyız, çünkü şiir, onun düz yazılarındaki başarısının sırrıdır ve Robert Frost›a göre de şiir, büyük geleceği inşâ eden rüyadır.

      “Karakter sahibi bir insan ol, evlâdım! Adam ol!” Bunlar, Aytmatov’un ilk hikâyelerinden biri olan “Evlâdla Yüzyüze”nin kahramanı çoban Çordon’un, cepheye gitmek üzere olan oğluna gözyaşları içinde verebildiği tek nasihâtidir. Çoban Çordon’un bol vakti olsaydı bile, söylemek istediğini bundan daha güzel ifâde edemezdi. Ancak bu kelimeleri sanki dua ediyormuş, öğüt veya emir veriyormuş gibi tekrar ederdi.

      Bilge ve görmüş geçirmiş hikâye kahramanının bu vedâ sözleri, otuzundaki henüz olgunlaşmamış yazar Aytmatov’un başlangıç sözleridir.

      Aslında, hiç bir gerçek artist, nasıl yaşamak gerektiğine dair ahlâkî ve felsefî sorulardan kendini kurtaramaz, çünkü bu, sanatın tabiatında vardır. Sürpriz olan şey, fanatik seviyeye ulaşan ve yazarın, insanların kendilerini pasif bir hayata mahkûm edecek olan kendi gönül rahatlıklarının kurbanı rolü ve ümitsizlik ile uzlaşmayacakları ümidini hiç bir zaman kaybetmeden, akıllara ve kalplere seslendiği sevgidir. Aytmatov’un yakarışı, aslında hepimizedir. Kendisinin de mahkûmu olduğu tehlike, ruhî yorgunluk, bitkinlik ve hayatta kalmanın zevkini kaybetmektir. Bu tehlike herkesin başına gelebilir. Eğer öyleyse, kaçınılmazla mücadele etmeye, ona karşı koymaya değer mi? Dünyada hiç bir şeyi düşünmeden, hiç bir şeyin değiştirilemeyeceğine kendini inandırmış olarak dalgalarla sürüklenip gitmek daha kolay olmaz mıydı? Fakat birileri çıkıp bu meseleleri ele almalı. Niçin sen olmayasın? Her ne pahasına olursa olsun, Aytmatov’u okuduktan sonra, yazarın câhilliği suçlayarak senin kalbine ektiği kaygıdan, endişeden kendini kurtarman mümkün değildir. Neticede elimize geçecek mükafât bizi beklemektedir… Yazar bunu böyle görüyor:

      Endişelenmekten, kaygı duymaktan, yeni ve işkencesiz tecrübeler aramaktan vazgeçtiğim gün, hayatımın en karanlık günü olacaktır.

      Aytmatov’un