Samet Azap

Tanrı Dağından Sesler


Скачать книгу

bir şakayla olsun yok etmek için, “Antaeus2* kompleksi olarak adlandırmaz mısınız?” diye sordum.

      Aytmatov istihzâ ile güldü ve “Atavismden3** korkuyorum” diye cevapladı.

      Bunun üzerine daha önce duyduğum bir hikâyeyi hatırladım. Aytmatov uçakta bir grup film yapımcısı ile beraberdi ve uçak, dağa çarpmak üzereydi. Uçak, yükseklik kaybetmeye ve çok kötü bir şekilde sarsılmaya başladı. Yolcular arasında panik başladı. Aytmatov ise kendisine hâkim olabilen tek kişiydi. Eğer, onun o kuvvetle “herkes yerine otursun!” komutu olmasaydı, ne olacağını tahmin etmek gerçekten zordu. Daha sonra pilotun anlattığı gibi, uçak, kayaların üç metre kadar yakınından geçti. “Bu doğru,” dedi Aytmatov, “fakat bütün hayatım boyunca, o zaman nasıl oldu da o anda bütün korkularımı unuttuğumu izâh edemem.”

      Aytmatov’un kahramanları da kendi davranışlarını izâh edemezler. Onların hayat felsefesi, ifâdesini kelimelerde değil, davranışlarında bulur. Bu davranışlar da, içinde en derin hakikâtin ve şahsî misyonun kendisini çok canlı bir şekilde ifâde edebildiği hayatın gerçeklerini kavramaya yöneltilmiştir. Aytmatov’a göre bu tür insanların en büyük özelliği, ilhâmını hürriyetten alan zekâlarının olmasıdır.

      Hürriyet, Aytmatov’un kitaplarındaki yetişkin ve çocuk karakterlerde gösterilir. Kelimenin tam mânâsıyla, onun kahramanlarını bir araya getiren ve onları kahraman yapan şey nedir? Bu, onların, hayatları pahasına da olsa, tehlike karşısında ve kaderin kaprislerine karşı, hürriyet için her an kavga etmeye hazır oluşlarıdır.

      Kaderi değiştirmek mümkün müdür? Beyaz Gemi’deki küçük çocuğun trajik sonunu engellemek mümkün müydü? Şayet ümitsiz bir meyusluk içinde hayretini ifâde eden eleştirmenin mantığını takip edersek, bu mümkündü ve hatta gerekliydi de. “Yazar, çocuğa daha farklı bir kader izâfe edebilirdi. Bunu yapmaya gücü de vardı.”

      Yazar, buna şu şekilde cevap verdi:

      “Hayatta ve sanatta ‘tamir edilemez’in içeriği her zaman bir olmaz. Geleneksel açıdan baktığınızda Romeo ve Jülyet’teki Jülyet’in ölümünü nasıl izâh edersiniz? Ümitsizliğin ve tamir edilemezliğin ifâdesi, ruhî olarak zayıf olan bir insanın intihârıdır. Sanat açısından Jülyet’in ölümü nedir? Bütün belirtileriyle aynı şeymiş gibi görünüyor. Fakat, Shakespeare bu tamir edilemezliği kahramanının ruhî kudreti, kuvveti, onun tereddütsüzlüğü, vazgeçmezliği ve kaderi olarak gösteriyor. Aynı zamanda, aşkın ve nefretin, rekâbet ve vefânın, sadâkatin ifâdesidir. Hayat pahasına da olsa kendi kendini kabul ettirmedir. Beyaz Gemi’nin isimsiz çocuğu, normal bir çocuk gibi düşünmez ve davranmaz. Fakat, böyle karakterler olmadan da dünya varolmaz.

      Aytmatov, “İnsan, önceden sevmek zorunda olduğu için değil, sevmeden yapamayacağı için sever” derken ne demek istediğini pekâlâ biliyor.

      Louis Aragon, Cemile’yi okuduktan sonra, “O, dünyada yazılmış en güzel aşk hikâyesinin yazarı” demişti. Cemile, Aytmatov’un iç dünyasının mükemmel şekilde ifâdesini bulduğu hikâyesidir. “Cemile karakterinde büyük annemin gençliğini yeniden canlandırdım. Onun da aynı benim kahramanım gibi davranacağını biliyorum.”

“Ağlayışı” Müziğe Uyarlamak

      Yazar, aşk konusu ile devam ederek, “âşık olmak aslında ürkütücü, çünkü ihtiras ateşinde yanmak pekâlâ muhtemel. Anna Karanina’nın ölümünden niçin bu kadar sarsılıyoruz? Düşmüş bir kadın kendini trenin altına atmasından değil -sanırım Tolstoy orijinal olarak bunu göstermek istedi- olağanüstü birisi değil ve kadını ‘o insan’ yapan da aşktır. Bunun mânâsı, âşık olup ölmektense âşık olmamak ve hayatta kalmak daha iyi demek midir? Bin kere hayır! Sanırım hepimiz, bir anlık bir aşk için hayatımızdan vazgeçmeye hazırız. Aşk, insanın lâyık olması gereken bir lütufdur.”

      Bu noktada, Kierkegard’ın bir sözünü iktibâs ettiğimi hatırlıyorum:

      “Şâir nedir? Istırabının feryâdı, hârika bir müzik olan ve işkence edilmiş kalbi ile mutsuz olan adam.”

      “İşte bu!” diye tasdik etti, Aytmatov. “Asıl nokta, feryâdı müziğe aktarabilmek, dönüştürebilmektir. Bu da benim, Cemile’deki Seyit’in ve “Erken gelen turnalar”daki Sultan Murat’ın çocuksu aşklarını tasvir ederken yapmak istediğim şeydir.”

      Şayet Hemingway, ‘yazarın mutsuz bir çocukluk devresi olması lazım’ dediğinde haklı olsaydı, Aytmatov örneğinde bunun gerçek payı olurdu. Yetimdi ve kalbi baba sevgisiyle ağrıyordu. “Özellikle geceleri, bin bir farklı düşünceyle işkence gördüğüm zaman çok kötüydü.” Onun baba hasreti, büyüklerin bile dost olmakta uzun süre güçlük çektikleri çocuğun, parçalayıcı güçle ifâdesini bulan acısının işlendiği “Erken gelen turnalar’da ortaya çıkar.

      Konuşmalarımızdan biri esnasında yazar, ahlâkî anlayışını şu şekilde izâh etmişti: “Belki de insiyâkî olarak putlardan ve sorumsuz insanlardan, bunların da üzerinde, büyük ve sesli konuşanlardan uzak durdum.”

      Yazarın kendisi birkaç kelimenin adamı, zapt edilmiş ve hatta bir nevi sert, müsamahasız. Özellikle onu aralarında meşhur birisi olarak görmek isteyenler, sık sık onun kayıtsızlığını, gurur, kibir olarak kabul ederler. Onun isminin böyle bir koleksiyonda geçtiğini duyduğumu hatırlamıyorum. Hatta kendisinin, böyle koleksiyon yapan bir gruba dâhil olduğunu da sanmıyorum. “Arkadaşlığı kutsal bir şey olarak kabul ediyorum. Kendisine kardeşinden daha yakın bir arkadaşı olan insan gerçekten çok şanslıdır.”

Gerçeğin İçindeki Dersler

      Aytmatov, bir şeyin veya bir başkasının korkusunu işlemenin, riyakârlık, bir tür bencillik ve yüksek değerlere davet eden insanı inkâr etmeye râzılık, olduğuna inanır. Bütün bunlar da, uzun bir zaman diliminde, baskı altında kalmış acılar, unutulma ve yalnızlık, bunların da ötesinde, pişmanlık, hayata karşı kin ve hak etmediği halde sebepsiz yere mutlu olan insanlara karşı nefret tehlikesidir. Beyaz Gemi’deki küçük çocuğun trajik kaderinin ahlâkî tarafı nedir?

      Aytmatov, “hürriyet içinde kıssa” diye cevapladı. “İnsanların beni, insafsız diye, kahramanımın ölümüne engel olmak istememekle ve hatta onu kenara kadar itmekle suçladıklarını hatırlıyorum. İnsafsız olan, ben değil, gerçeği görmek istemeyenlerdir. Onlar için böylesi daha kolaydır. Niçin beni konuşuyorlar? Dostoyevski’yi, acı, ıstırap verdiği ve belki de psikolojik bir tehlike olduğunu düşündükleri için okuyamayacak bir sürü insan tanıyorum! Onun gerçekleri körleştiriyor. Fakat bundan kurtuluş çaresi de yok. Bizi her yerde yakalıyor; insan şuuruna nasihat ediyor ve yalvarıyor, bizi itiyor- evet, şeytandan nefret etmemiz için bizi itiyor. Okuyucunun, yazarın duygularının cehennemine girmesi ve sonuna kadar açılmış gözlerle gerçekleri kabul etmesi, büyük cesaret ister. Girebilenler ise pâklanırlar. Bu da, özellikle de her zamankinden daha âcil olarak insanlığın varlığını tehdit eden korkunç tehlike de dâhil olmak üzere, son derece hayatî ve ahlâkî problemlerle karşılaştığımız zamanımızda, sanatın en büyük misyonu, vazifesidir. Sanat ve edebiyat çok şey yapabilir. Halkın şuurunu yükseltebilir, onlara cesaret verebilir, içlerine insanlık şırınga edebilir; bütün dünyayı onların görüşüne açabilir. Bundan dolayı da insanlar, sadece son saatte güçlü kalmakla değil, kendilerinin de görevlerle yükümlü insanlar olduklarını, ahlâkî ve ruhî enerjilerini iyi şeylere, tarihî