bir zamanlar “düşünmek”i, “evrensel insan düşüncesine katılmak” olarak tarif etmişti. Çağdaş düşüncenin imkânsızlığı ile “evrensel düşünce”yi kendiniz için nasıl tasavvur edebilirsiniz?
“Barışı düşünmekten daha önemli hiç bir şey yoktur. Barış için çalışmak evrensel bir şuura doğru kararlı bir adımdır. Diğer bütün şeylerin haricinde, arkadaşlık ve kardeşlik duyguları ile barış için çalışmak, müşahhas (somut) ve tam bir akis, test ve çağdaş düşüncenin idrâki, barış fikirlerinin tenvîri (aydınlatması) ve milletlerin birliğidir.”
Yazar, kaçınılmaz olarak, dünya anlayışını romanda ifâde edebilmek için yeni bir tür talep etti ve romana yöneldi.
Okuyucu, Cengiz Aytmatov’un ilk romanı Gün Uzar Yüzyıl Olur (o zamana kadar hikâye üzerinde yoğunlaşmıştı) romanının hareketli hayatına girebilmeye özellikle gayret etmek zorundadır.
Nasıl bir çaba gerekli? Her şeyden önce şiirsel hayâl ve gerçeğe felsefî açıdan yaklaşım.
Romanın dünyasına girmekle, geleneksel açıdan bakıldığında izâhı lüzumsuz kanunlara göre, çok özel olarak yaratılmış bir zaman ve mekâna girmeyi kastediyorum. Daha, romanın başlığında ifâde edilen mantığa aykırı zaman mefhumunu görür görmez mesajı alıyorsunuz. Buna rağmen, istinât edilen zamanın, fizikî olmaktan çok, ahlâkî ve felsefî muhtevâsını tahmin edebiliyorsunuz.
Yazarın yarattığı dünya, ne statik bir kopya veya görülen dış dünyanın bir modeli ne de kesin kombinasyonlarla yazılmış ve sunulmuş yakalanan anların bir mozaiğidir. Eğer öyle olsaydı, gün 24 saate eşit olurdu, fakat romanda gün yüzyıldan bile uzundur çünkü o tarihe eşittir. Bu dünyada masal âniden, bugünün maddî gerçeğinin yerini alır. İkisi de, okuyucunun hayâlini gökyüzüne taşıyan ve onu yeryüzüne tekrar geri getirecek olan fanteziye müsaade ederler. Realiteden kozmik hafiflik (ağırlıksızlık) durumuna geçmenin, alışmaya bağlı olduğunu itiraf etmemiz gerekir.
Aytmatov’un sanat prensibi, hayâlî gerçek ve hayâlin gerçekliğidir. Bunun hakkında yazar şunları söylüyor: “Hayalî şey, bizim, hayatı yeni ve beklenmedik bir ışıkta görmemize yardım eden metafordur. Metaforlar, özellikle zamanımızda, yalnızca ilmî ve teknolojik gelişmelerin geçmişin fantezilerine yaptığı saldırıdan değil, içinde yaşadığımız fantastik dünyadan dolayı ihtiyaç hâline geldi.”
Dünyanın hayâlî (fantastik) tabiatını hissetmeden çağdaş düşüncenin imkânsız olduğunu mu demek istiyorsunuz?
“Kesinlikle, özellikle bugün, her birimiz robot veya insan olmak tercihi ile karşı karşıya olduğumuzdan dolayı.”
Aytmatov’un üslûbunun kökü, aslı nedir?
Yazar, “üslup ruhun ifâdesidir” diyor. “Bunun mânâsı da ‘benim köklerim, masallar, halk hikâyeleri ve okyanus kadar zengin olan Kırgız destanı Manas’ın yapısında var olan halk şiirinde’ demektir. Gerçek realist olarak tanınsam bile, Manası bütün dünyanın hazinelerine değişmem.” (Aytmatov burada, gazete yazısı tarzında tanınmış bazı münekkitlerin onu mitolojiye eğilim gösterdiği için tekrar tekrar ele almaları gerçeğini kastediyor.) Benim inancım (imânım) gerçeğe ve sadece gerçeğedir. Fakat gerçekçilik, gerçeğin körü körüne yeniden üretilmesi değildir. O, içinde insanlara ve tabiata ilhâm veren, onları yükselten, içlerini tükenmez bir aşkla, sevindirici bir idrâkle ve gelecek hakkında değiştirilemez bir inançla dolduran ölümsüz şiirini keşfettiğimiz bir oluşumdur.
Yazar Sergei Zalygin, Aytmatov’un üslûbuna temasla, Beyaz Gemi hakkında: “Ondan alınan bir paragraf tek başına bir halk hikâyesini andırsa da bütün olarak, nefis bir Rusça ile yazılmış tamamen realistik bir eserdir” demişti.
Özellikle bugün bu o kadar açık ki, Aytmatov’un eserleri kendileri için yapılan sınıflandırmalara girmiyorlar. Onlar, bütün tenkidî sınıflandırmaları aşmışlardır. Dünün güzel görüşleri, değerlendirmeleri ve fikirleri, bugün birden çok dar görünmeye başladı. Burada önemli olan nokta, onların uzağı görememeleri, lüzumsuz yere duygusal veya kifâyetsiz kanıtlanmaları değil, Aytmatov’un yaratıcılığının, yeri geldiğinde onun yarattığı fikrî ve duygusal dünyasını yenileyebilirliği, her zaman yenidünyayı algılayabilirliğidir. Çünkü, onun kitaplarının kahramanları sanatta somutlaşmaya arzulu, isteklidirler. Onlar, bizim çağdaşlarımız ve gelecek için alışılmışın dışında kuvvetli duyguları olan insanlardır. Bu da, elbette, yazarın çağdaşlığının en canlı göstergesidir.
İnsanlar, Aytmatov›un eserlerini okurlar, yeniden okurlar ve tartışırlar. Her yeni eser, hararetli tartışmalar (polemikler) ortaya çıkarır, çünkü hepimiz biliyoruz ki geleceğin okuyucusu, Aytmatov’un yazdığı en güzel eserleri ve diğerlerini okuyarak bizim ve zamanımız hakkında karar verecektir. Bu da biz tenkitçilerin yazarla niçin aynı veya ayrı fikirde olduğumuzu gösterir. Esaslı olmayan kavgalara gururumuz yüzünden girmeyiz. Sadece iyi dileklerimizi ifâde ederiz. Onun, gelecek nesiller üzerinde yapacağı tesir hakkında herkes hemfikirdir.
Birisi, edebiyatın ‘postaya herkes için verilmiş bir mektup’ olduğunu söylemişti. Bu mukayese hakkında Aytmatov’un ne düşündüğünü sormuştum. “Yazar için, bir kimsenin, onun eserlerini toplamasından daha güzel bir ödül yoktur. Ve sanırım, bir insanın güvenini kötüye kullanmaktan da kötü bir şey yoktur. Bu da, yazarın en çok korkması gereken şeydir. Gerçeği aramak vazifesi yazarın kendini adayabileceği en büyük görevidir.”
İki satır hayat: Kazat Akmatov
Samet Azap: Kırgız edebiyatında önemli bir yere sahipsiniz. Kendi ağzınızdan sizi tanıyabilir miyiz?
Kazat Akmatov: Ben Kırgızistan’da nesir türünde eser veren yazar olarak anılırım. Issık Göl Bölgesinin Bosteri Köyü’nde doğdum. Kırgız Devlet Üniversitesi’nde gazetecilik bölümünü okudum. Ondan sonra Moskova’da Büyük Komsomol Okulunda eğitim gördüm. Sonra Komsomol’da ve partide üyelik yaptım, çeşitli görevlerde bulundum. Eserlerimde günümüz olaylarını anlatıyorum.
Gençken şiirle de ilgilendim, biraz şiir yazdım. 1974 yılında askerde subaylık yaptığım dönemde Boz Ulan (Genç) adında ilk kitabım yayımlandı. Boz Ulan adlı kitapta benim ilk hikâyelerim toplanmıştı. Bu kitapta “Eki Sap Ömür” (İki satır hayat) adındaki ilk hikâyem de yer almıştı. Bu hikâyem o dönemde bile eleştirmenler tarafından beğenilerek, Rusça’ya çevrildi. Moskova’da 9 milyon nüsha basıldı. Orada, Gazeta adında büyük bir dergi vardı. Bu dergi çok meşhurdu ve dünyanın hemen hemen bütün ülkelerinde okunurdu. O dönem Moskova bu konuda inanılmaz güce sahipti. İşte, bu dergide yayımlanan ilk hikayem, “Genç Yazarlar Ostrovskiy” adındaki ödülü kazandı.
O zamandan günümüze benim 17 kitabım yayımlandı. Onlardan 5’i roman, 4’ü oyun, 5-6 civarında uzun hikâye, diğerleri de kısa öykü kitaplarıdır. Geçenlerde Komsomolskaya Pravda gazetesinin verilerine göre, benim yüzden fazla öyküm mevcutmuş. Ben ise gazetenin söylediği, gençken yazdığım öykülerin büyük çoğunluğunu hatırlamıyorum artık.
Eskiden hem Kırgızca hem Rusça yazardım. Fakat sonra sadece Kırgızca yazmaya başladım. Çağdaşlarım bana şu telkinde bulundu: “Bırak Rusça eser yazmayı, Kırgızcayı geliştirmekte daha