bastırmak için, “Turancılık” ve “İslamcılık” kavramını tersine döndürerek, kötü amaçlarına araç ettiler. Bundan sonra halkı aydınlanmaya yönelten, kültür miraslarını yaymak için kitaplar bastıran, gençler ana dilinde eğitim görsün diye çırpınan Türk aydınlarına milliyetçi damgasını vurarak, halkın üretici kısmını birer birer yok etmeye başladı. İdaresi altında olan halkı ezen, hiyanet eden, manevi açıdan çökertmeyi iyi bilen Rus emperyalistleri, bilinçli ve bağımsız fikirleri hemen lağvetmeyi çok iyi biliyordu. Ekim devrimine kadar Kazan basımevleri, çok önemli eğitim faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu basımevlerinde Kazak dilinde binlerce kitabın yayınlandığını bugün herkes biliyor. O kitaplar kolay çıkmıyordu. Aptal sensörcülerin sıkı denetimi, Kazakça, Tatarca, Özbekçe, Azerice, Kumıkça kitapların basılımını bin bir bahane uydurarak engel olmaya çalıştı. Tatarların zirve alimi A. Karimullin’in “Tatar Kitapları Kaynağında (U istokov tatarskoy knigiy)” ve “Tatar kitapları (Tatarskaya Kniga)” adlı araştırmalarında bu durum etraflı bir şekilde anlatılmıştır. Tarihin sayfalarını çevirirken, önder Tatar yayımcılarının başka Türk halklarının dilinde kitaplar yayınlayarak, eğitim ve bilim sahasında önemli rol oynadıklarını görüyoruz ve hürmetle anıyoruz. Emperiyalist idareciler, sömürge halkların tarihini işlerine geldiği gibi ters döndürüyor ve misyoner akıma uygun kitapları, halkın kültürü ve geleneğini küçümseyen, tenkit eden kitapları üst üste bastırıyor ve kullanıyordu. Bu kitaplarda halk kahramanları aptal isyancı, milli mücadeleler ise isyancıların çıkardığı önemsiz bir ayaklanma olarak nitelendirildi. Bu siyasetin güttüğü amaç, azınlıkları dininden ve geleneğinden uzaklaştırarak, ruslaştırma olmuştu. Eğitim alanında Türk dillerinde basılan ufak bir kitap Çarlık sistemine zarar veren tehlike olarak görüldü. Bu yüzden Kazan şehrinde çalışan on beş basımevi sık sık kapatılıyordu, yayımcılar ceza ödemek zorunda kalıyordu. Hatta Çar “buratana halkların çocuklarının eğitimi yasaklansın” fermanını da çıkarttı. Türk aydınlarına da her zaman süikast yapıldı.
1905 yılında gerçekleşen devrimden sonra çar ideologları, Rusya idaresi altındaki halklara eziyet etmenin yeni yolunu buldular. Onlar, emperyanın birliği ve ortodoks klisesine karşı çıktı, bahanesiyle Turancılık ve İslamcılık kavramlarını suçlamaya başladı. Karimullin’in kitabında bu olayla ilgili şöyle bir misale rastlanır. Rusya’nın Diyanet Departmanı tarafından Paris’te basılan “Musilmanin” dergisinde, İslamcılık ve Türkçilik kavramını kötülemenin çok kolay yolu kullanılıyordu. Bu derginin redaktörü, Rusya İmparatorluğu idaresi tarafından derginin başına getirilen gizli ajandı. O, derginin her sayısında Türk halkları ve müslümanları, bir olmaya ve mücadeleye “davet eden” makaleleri yayımlamıştır. Bu makaleler, emperya idarecilerinin, “Kafkas ve Orta Asya halkları arasında milliyetçilik hareketi hızla gelişiyor.” diye yaygara koparmasına ve Türk dilli halkların sosyal ve kültürel hayatta etkili rol oynayan aydınlarını, bilim adamlarını sürgün etme ve medresede okuyan şakirtlerin bağımsız düşünmesini, eğitim almasını engellemek için bulunmaz bir delildi. O zaman Türk dilli basınlarda eğitim konusunda, insan hakkları üzerine makaleler çok yayımlanıyordu. Ama gücü olan her zaman kazanıyor, emperyal ideologlar bağımlı halkların hakkını ezip geçmeye alışıktı.
Sovyet zamanında halklar dostluğu ve birliğini pekiştirme, halklar kültürünü geliştirme temelleri atıldı. Ama bu gelişmenin başarılı olmasına stalinizm şiddeti engel olmuştur. Toplum gelişimine engel olan dogmatik fikirler, toplum üzerinde kuvvetli bir şekilde yayılıyor, hiç kimse partinin belirlediği ideolojik çember dışına çıkamaz hale gelir, bu çizgi dışına çıkanlar da tasfiye ve cezalandırmaya maruz kalır, özellikle de “milliyetçilik” damgası trajik sonuçlara yol açmıştır. Kazak halkının üretici kısmı olan aydın, şair ve yazarlarına yapılan haksızlıklar hakkında yeni söylemeye başladık. Milli edebi kültürümüzdeki Ş. Kudayberdiyev, A. Baytursınov, M. Jumabayev, J. Aymauıtov gibi aydın zümrelerin edebi mirasını yarım asır sonra elimize alabildik. Manevi hayatın bütün sahasında yer alan zorluklar ve mihnetleri sayıp bitirmek mümkün değildir.
Bir zamanlar “milliyetçilikle” suçlanan aydınlarımızın zerre kadar suçu olmadığını, bunun uluslar kültürüne yapılan zülüm olduğunu halk yeni anladı. Kazak sovyet edebiyatını dünyaya tanıtan M. Auezov ömrü boyunca bu suçlamaya maruz kaldı. Halkın dili ve kültürünün gelişmesine engel olan dogmalar, halkın hafızasında saklıdır. Yazar, tarihi konuda yazı yazdığında “geçmişi medhediyor”, tarihi kahramanlar konusuna dokunduğunda ise “sınıfsal ölçüleri aştı”, diye tenkit ediliyordu. Tarihte kalan Rusya ile ilgili çelişkilerden bahsedildiğinde “halklar dostluğuna zararı dokunacak”, diye hemen örtbas edilirdi. Okullarda okutulan tarih aslında Rusya tarihi idi, başka halkların tarihi sadece Ruslarla olan irtibatlarından ibaretti. Tabii ki bunun gibi yolsuzluklar için tüm Rus halkını suçlamak doğru olmaz. Bunun sorumlusu, tarihi geçmişi ve bugünü bir ideolojik zincir altına sokan Stalin devri siyaseti idi. Kazaklar ve bir çok halkın asırlarca kullana geldiği arap alfabesinin “kullanıma elverişsiz ve yetersiz” sebebiyle değiştirilmesi, Stalin dönemindeki diktatörlüğün neticesidir. Arap alfabesinden sonra da latin alfabesine geçirilme, halkların tarihi ve manevi, kültür miraslarından ayrıldılar ve gelişme süreci doğal sürekli gidişini yitirdi. Komunizm döneminde bir dillilik ilkesi, azınlıkların milli kültürünü önemsememe ve yok etmeyi hedef almıştır. “Halk Liderinin” ağzından çıkan her söze inanan ve tapınan ulus, “eninde sonunda bir dili konuşacağız, ana dilimizde okup, yazma niye gerek”, diye düşünecek hale geldi. …
Ana dillerinde okulların kapatılması ve üniversitelerde Kazakça okutan fakültelerin yok denecek derecede az olması, Kazak dilinde ilmi terminolojinin olmaması, resmi evraklarda sadece Rusçanın kullanılması, kültür mirasın ihmali, milli kültürü geliştirme arzusunun yokluğu – bunların hepsi yukarıda belirttiğimiz “ilke” ve diktatörlük sistemden dolayı meydana gelen olaylardır. Halklar arasında nefrete sebep olan Stalin siyaseti, bir halkı yücelterek, ikinci birini de küçümseyerek ayırım yapmanın, tarih sayfalarını tersinden okutarak Rus halkını ululaştırmanın, buna karşı olanları halk düşmanı ilan etmenin halklar birliğinin damarını kesen hareketler olduğunu algılayamadı. Son zamanlarda bazı memleketlerde azınlık statüsünde yaşayan uluslar arasında meydana gelen çatışma yeniden yapılanma dönemi hatası değildir, sovyet dönemninden kalan eksikliklerdir.
Milli kültüre olan kayıtsız görüşün kaynağını bulmak da zor değildir. Yıllar boyunca öz halkının tarihinden iyi bir şey duymayan, dünyaya geldiğinden beri halkın sadece zayıf taraflarını işiten insan, közkaman olur. Bugün de aramızda “Kazak diline devlet statüsü lazım değildir” diyen kazakların mangurt şuurunda, işte bu yılların acı gerçeğinin izi vardır.
Stalinizm döneminde kalıplaşan yanlışlıkların biri de halkların geçmişteki kültür mirasını küçümsemek ve önemsiz saymaktır. Bu da Ekim devriminin önemini vurgulamanın bir yoluydu. “Kazakistan’da eski zamanlarda şehir olmadı”, anlayışı arkeolojinin gelişmesine engel oldu, bu bilim dalında biz başka komşu memleketlere göre çok arkadayız. Bin yıl kullandığımız arap alfabesini yok saydık ve utanmadan Kazak’larda eskiden yazı olmadı dedik. ......Devlet Başkanının “Kazaklar kütüphane kelimesini bile bilmiyordu”, gibisi keşiflerine de tanık olduk. “Devrime kadar halkın sadece 2% okuma yazma biliyordu”, diye yaygara yapıldı. Böyle nihilist görüş sayesinde Kazak tarihi ve kültürüne ilgili Arap, Fars, Türk, Çin, Rus dillerinde yazılan kaynakları yayımlamaya, araştırmaya cesaret edilmedi. Kazak tarihini bile XV asırdan başlattık. Öz kültürünü, tarihini, dilini küçümseyen kuşak yetişti. Bu sebepten de Kazak okullarının sayısı ve ana dilinde konuşanlar sayısı yok denecek derecede azaldı. Kazak