Osman Oktay

Modern Seyahatname


Скачать книгу

1937 yılında yaptı. Devletin adı değişmişti ama değişen bir şey yoktu. Kazakistan’ın bütün yer altı ve yerüstü zenginlikleri Sovyet Rusya tarafından kullanılıyordu. Kazakistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Jumabay Şayahmetov, Sovyetlerin tarım üretimini arttırmak amacıyla Kazakistan’da yeni tarım alanları açma isteklerine karşı çıktığı için 1954 yılında görevinden alındı. İşi daha sıkı tutan Ruslar Birinci ve İkinci Sekreterliklere Slav asıllı kişileri getirdiler. Bundan sonra Kazakistan tamamen Rusların kontrolüne girdi. Ruslar, ünlü Baykonur Uzay Üssü’nü de Kazakistan topraklarında kurdular.

      Ruslar, yalnızca kaynakları kullanmak ve ülke yönetimini yönlendirmekle kalmayıp büyük çapta bir asimilasyon hareketine de giriştiler. Rus ve Ukraynalılar kitleler halinde getirilerek Kazakistan’a yerleştirildi. Bunun sonucu olarak Kazak Türkleri giderek kendi yurtlarında azınlık haline getirildiler. Bunda, toplu kıyımlar ve sürgünler de önemli rol oynadı. Kazakistan’da yaşayan Müslümanların ibadet hürriyetleri kaldırıldı, camiler kapatıldı. Ateistlik bir taraftan okullarda ders olarak okutulurken bir taraftan da okul çağını geçmiş olan halk zorla ateistlik konferanslarına götürülüyordu. Büyük bir “beyin yıkama” faaliyeti vardı.

      İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dini ve özellikle İslamiyet’i kötüleyen çok sayıda kitap Ruslar tarafından Kazak Türkçesi’ne çevirttirilerek insanlara zorla okutuldu. Önceleri Arap Alfabesi’ni kullanan Kazaklar, Rusların zorlamasıyla 1929 – 40 yılları arasında Latin, 1940’tan sonra da Kiril Alfabesi’ni kullandılar. Rusların amacı, tıpkı öteki Türk topluluklarında olduğu gibi Kazakların da geçmişle olan bütün bağlarını koparmaktı.

      Kazak Türkleri; Türkçe’nin başlıca Kazakistan, Doğu Türkistan, Moğolistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da kullanılan Kıpçak Dil Grubu’na dâhildirler. Her şeye rağmen Rusların dil üzerinde kurdukları baskı istenen sonucu vermedi. Kazakların en güzel edebî eserleri yine halkın en çok kullandığı Kazak şivesi ile yazıldı. Çokan Velihanov ve Abay Kunanbay gibi yazarlar bugün bizleri de heyecanlandıran eserlerini bu şîve ile yazdılar.

      Abay Kunanbay, Kazakları göçebe hayattan uzaklaşarak yeni meslekler edinmeleri konusunda teşvik ediyordu. Şiirleri halk tarafından Kazak bozkırlarında ezbere okunuyordu. Fikirlerini hem şiirle hem de yazı ile duyurdu. 1800’lü yılların sonlarında yaşadı ama yıllar sonra bile şiirleri her yerde söyleniyor.

      Abay Kunanbay’ın şiirinden bir örnek:

      “Allah’ın özi de ras, sözi de ras

      Ras söz eş vakıtta çalgan bolmaş.

      Köp kitap keldi Alla’dan, onın törti,

      Alla’nı tanıtuvga sözi ayrılmas.

      (Allah’ın kendisi de gerçek, sözü de gerçek

      Gerçek söz hiçbir zaman yalan olmaz.

      Çok kitap geldi Allah’tan; onun dördü

      Allah’ı tanıtırken sözü ayrılmaz.)

*

      Mahabbatpen jaratkan adamzattı

      Sen de süv Alanlı janan tetti

      Adamzattın berin süy bayrım dep

      Jane Hak joli osı dep ediletti.

      (Allah insanı muhabbetle yarattığı için

      Sen de O Allah’ı canından tatlı sev

      İnsanların hepsini “kardeşim” diye sev

      Hak yolu budur diye adaleti gözet.)

      “Mal cutaydı, öner cutamaydı” yani, “Mal tükenir, sanat tükenmez” diyen Kunanbay’ın pek çok sözü Kazakistan’da ve Türk Dünyası’nda birer darb-ı mesel gibi söylenmekte, insanlığa ışık tutmaktadır. İşte onlardan birkaç örnek:

       *Kötü arkadaş – gölgedir. Başına talih kuşu konarsa ondan kaçıp kurtulamazsın, başına bir felâket gelirse de arayıp bulamazsın!

       *Bütün insanoğlunu rezil eden üç şey vardır. Onlardan kaçmak gerekir: Önce cahillik, ardından üşengeçlik, üçüncü olarak da zalimlik!

       * İnsanoğlu insanoğlundan akıl, ilim, ar, huy denen şeylerle üstün olur.

      Dünyada en çok Başkent değiştiren ülkelerden biri olan Kazakistan, 16 Kasım 1991’de bağımsızlığını ilan ettikten sonra yeni ve modern bir şehir kurarak başkenti 1998 yılında Alma-Ata’dan Astana’ya taşıdı. Tıpkı öteki Türk Cumhuriyetlerinde olduğu gibi, Kazakistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülke yine Türkiye Cumhuriyeti oldu.

      Türk Dünyası’nın ünlü düşünürü olan ve Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli rol oynayan Ahmet Yesevî’nin türbesi Kazakistan’ın Türkistan şehrinde bulunuyor. O, “Sabahları kulağıma nida geldi/Zikret dedi, zikrini deyip yürüdüm işte,/Aşksızları gördüm ise, yolda kaldı;/O sebepten aşk dükkânın kurdum işte” diyerek yola çıkmış ve bir ekol, bir yol gösterici olarak güneş gibi parlamış, erenleri, öğrencileri dört bir yana dağılıp ışığını yaymışlardı.

      Hep niyetimizde olmasına rağmen Kazakistan’a gitmek bir türlü nasip olmamıştı. “Her şerde bir hayır” aranır ya, bizimki de öyle oldu…

      2016 Mayıs’ında Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi Havaalanı’nda tam on saat bekletilip, Türk Ocaklı oluşumuz gerekçesiyle “Derhal ülkemizi terk etmeniz gerekiyor” denilince Dışişleri Bakanlığımızı ve ilgili birimleri aradık ama ilgi de gösterilmesine rağmen sonuç alınamayınca çareyi dost ve kardeş ülke Kazakistan’a gitmekte bulduk. Allah’tan akşam saatlerinde Almatı’ya uçak vardı.

      Almatı Başkonsolosluğumuz durumdan haberdar edildiği için havaalanına inişimizden itibaren adeta şeref konuğu gibi karşılandık ve ağırlandık. Önce Konsolos Yardımcısı Sayın Altay Alper, ardından da Başkonsolos Rıza Kağan Yılmaz otele gelip “Hoş-geldiniz” dediler ve derdimizi paylaşıp teselli ettiler. Ertesi gün için de program yapmışlardı. 30 saatten beri ayakta idik ve tahmin edileceği üzere bu moralle deliksiz bir uyku çektik.

      Sabah kahvaltısından sonra genç ve dinamik Konsolos Yardımcısı Altay Alper Bey bize güzel bir şehir turu attırdı. Öğle sonrası Başkonsolosumuz Rıza Kağan Yılmaz Bey nezih bir lokantada muntazam bir yemek ikramında bulundu. Yemeğe muhterem eşleri ve ikiz çocukları Batu ile Duru’nun da katılması bizi gerçekten duygulandırdı. Daha sonra Kök Tepe’den Almatı şehrini seyrettik ve en güzeli, en anlamlısı, çocukluğumuzdan beri hayallerimizi süsleyen Tanrı Dağları’nı, Ala Dağları, Altayları doya doya seyrettik, resimler çektik, çektirdik. Hele, 70’lik delikanlı Prof. Dr. Ramazan Demir Hocam benim ak saçlarımla Tanrı Dağlarını birleştiren bir resmimi çekti ki her şeye değer. Görenler bu resmi fotomontaj sanabilirler ama gerçeğin ta kendisi. Bizler, “Tanrı Dağı Kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman” olduğumuzu haykıra haykıra büyümüştük ve işte o tablo: Ben, Almatı Kök Tepe’de Tanrı Dağları’nın en güzel fotoğraf karesini yakalamaya çalışırken bir de ne göreyim; bir Kazak kadını biraz aşağıdaki çimler üzerinde namaz kılıyor… Ağaçlar kapattığı için Tanrı Dağları ile ikisini aynı kareye almam mümkün olmadı ama o kardeşimizin huşu içinde kıldığı namazı tam da rükû halinde yakalamayı başardım.

      İnsan yurt dışında, vatanından uzakta olduğu anlarda Devletini de yanında görmek istiyor. Vatandaşına tepeden bakan pek çok elçilik, konsolosluk, diplomatlık hikâyesi dinlemişizdir. Ben, Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’daki Büyükelçimiz