tarihinde yapılan referandum sonucu bağımsızlığını ilan etti ve bağımsızlığını ilk tanıyan ülke yine Türkiye Cumhuriyeti oldu.
Türkmenistan Cumhuriyeti’nin başkenti olan Aşkabad, Hazar Denizi’nin doğusunda bulunan Karakum Çölü’nün güneyinde; Türkmenistan ile İran arasında uzanan Kopet dağ silsilesinin kuzey eteklerinde ve sınırdan 30 kilometre içerde yer alıyor. 19. yüzyıl sonlarına kadar halkını Teke Türkmenlerinin oluşturması sebebiyle “Ahal Teke” adıyla anılan bu şehir vâhâlar bölgesinin beş yüz çadırlı en önemli obası idi.
Aşkabad, bugün bir ticaret, sanayi, kültür ve sanat kenti durumunda. Sovyetler döneminde, öteki Türk Cumhuriyetlerinde de olduğu gibi ülkenin bütün kaynakları Rusya’ya akıtılıyordu. Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı, “Ruhnâme” isimli eserinde bu konuda şunları yazıyor:
“Ey Türkmen!
SSCB döneminde neredeyse dilini yitirecektin. Rusça’yı bilmiyorsan seni ne okula, ne işe alıyorlardı. Dinini, örf ve âdetlerini unuttun. İktisadî açıdan en geri kalan ülke idin. Milletimiz köyler ve şehirlerde kötü şartlarda yaşadı. Evet… Ak saçlı ihtiyarlarımızın gençlere bunları anlatması şarttır.
Türkmenistan, SSCB hazinesine her sene 10 – 18 milyar USD’lik gelir (petrol, gaz, pamuk, kimyasal ürünler) sağlıyor, geriye 1 milyon USD bile dönmüyordu. Üstelik bu dönemde manevî değerler yitip; gayri meşru kazanç, namussuzluk, hayâsızlık, güvensizlik, sahtekârlık sıradan bir durum haline gelmişti…”
“…Türkmen millî ruhunun 5. altın çağı (bağımsızlığın ilan edildiği) 1991 yılının 27 Ekim günü başlar.
Aslında Allah Teâlâ bizim milletimizin alnına ilginç bir kader yazmış: Her bin yılın başında Türkmen ruhu yeniden yükseliyor. İşte, üçüncü bin yılın başında aynısı tekrarlandı. Tanrı, Türkmen’e tarihî yaratıcılık ilhamını verdi. Bu çağ, Türkmen ruhunun olgunluk çağıdır.”
Türkmenbaşı’nın işaret ettiği Türkmen ya da Türk Ruhu yükselişini sürdürüyor. Bugün Türkmenistan; yıllarca aynı kaderi paylaştığı Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Özbekistan gibi gelişiyor, güçleniyor. Aşkabat’ı bağımsızlığın ilan edildiği yıllarda ve hatta on yıl sonrasında görmüş olanlar bugün gittiklerinde tanıyamıyorlar. Gelişme, modernleşme bütün hızıyla sürüyor. Türkmenler Rusların yıllarca sömürdüğü yer altı kaynaklarını artık kendileri kullanıyorlar. Onun için devlet; doğalgazı, elektriği milletine parasız veriyor. Kısacası Türkmenistan, Atayurdumuzda varlığını sürdürüyor ve geleceğe umutla bakıyor.
Aşkabat, Âşıklar Şehri…
“Âşıklar Şehri” demek olan başkent Aşkabat, Kopet Dağları’nın eteklerinde ünlü Karakum Çölü’ne inat modern bir şehir olarak büyüyor, gelişiyor. Geniş ve düzgün caddeleri, meydanları, park ve bahçeleriyle çekim merkezi olmaya devam ediyor.
Aşkabat’ın çevresi tarihi eserlere sahiplik ediyor. Başkentin 10 kilometre doğusunda, Ebu’l Kasım Babür tarafından yaptırılan ve yaklaşık 600 yıllık bir geçmişi olan bir caminin de bulunduğu Anov Harabeleri, 7 kilometre batısında ise Nusay şehir kalıntıları var. Yine başkent yakınlarında bulunan Kıpçak Köyü’nde ilk Cumhurbaşkanı, Sefer Murat Türkmenbaşı’nın Anıt Mezarı ile muhteşem görünümlü Kıpçak Camii var. Aşkabat’a 50 kilometre mesafedeki Göktepe ise kalesi, müzesi ve camii ile görülmeye değer.
Türkmenistan, dünyada “At Bakanlığı” olan tek ülke olma özelliğine de sahip. Çünkü dünyaca meşhur Ahalteke Atlarının korunup kollanması, nesillerinin sürdürülmesi gerekiyor. Orta Asya coğrafyasının öteki örneklerinin aksine Türkmenistan’da ata duyulan saygıdan olsa gerek at eti yenmiyor, kımız içilmiyor.
Aşkabat’ta görülmeye değer yerlerden biri de, Orta Asya’nın en büyük açık pazarı olma özelliği taşıyan ve Türkiye’den bir inşaat firması tarafından yapılan yaklaşık bir milyon kilometre kare üzerine kurulup haftanın yedi günü açık olan Çöl Pazarı. Burada her türlü alışveriş yapılabiliyor. Hediyelik eşya ve ünlü Türkmen halılarından almak isteyenlerin uğrak yeri. Türkmenistan’a gelen devlet adamları da bu pazara uğramadan geçemiyorlar.
Selçuklu İmparatorluğu’nun Başkenti Kadim Merv
Şimdilerde “Bayram Ali” diye de adlandırılan Kadim (Eski) Merv bilindiği üzere Selçuklu İmparatorluğu adıyla hüküm süren Oğuz Türklerinin İran, Irak, Suriye ve Anadolu’ya dalga dalga yayıldıkları merkez. 1055 yılında Bağdat’a giren Tuğrul Bey, kazanılan nice zaferlere komutanlık eden Çağrı Bey ve 1071’de kazandığı Malazgirt Zaferi ile Anadolu’nun Türk yurdu olmasını sağlayan Sultan Alparslan’ın ayak bastıkları, karargâh kurup geleceği planladıkları diyarlar insanı nasıl heyecanlandırmaz ve görebilmek için nasıl sabırsızlandırmaz ki! Hele hele Türklüğün ve İslamiyet’in büyük hizmetkârları olan Çağrı Bey’le Sultan Alparslan’ın, Sultan Sencer’in mezarlarının da oralarda bir yerlerde olması Türkmenistan’a gitmek için yeterli sebep değil midir? Tuğrul Bey’in türbesini İran’da, Tahran yakınlarındaki Rey’de gece yarısı ziyaret etmek kısmet olmuştu ama Türkmenistan bana kapılarını açmadığı için Merv’e gidemiyorum. İnşaallah bu sitemlerim muhataplarına ulaşır da Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Türkmenistan Cumhuriyeti Devleti bir an önce konuyu görüşerek iki ülke vatandaşları -daha doğrusu kardeşler- arasındaki gidiş gelişleri kolaylaştırırlar.
Neyse ki Kırgızistan, Özbekistan ve Moğolistan gezilerimizi organize eden, o gezilerde yol arkadaşlığı da yaptığımız Kadir Tosun daha önce Türkmenistan’a gidip gezmiş, üstelik Türkiye – Türkmenistan Dostluk Derneği Başkanlığı da yapmıştı. O’nun “İran’dan Turan’a” adıyla yayınladığı kitapta yer alan Türkmenistan notlarından da faydalanarak bu bölümü tamamlamaya çalışacağım.
Merv’de ilk çağlardan buyana farklı dönemlerde özellikle kerpiçten yapılmış kale ve köşklerden kalan izlere rastlanıyor. Bunları Bayram Ali Han Kale, Abdullah Han Kale, Ulu Kız Kale, Küçük Kız Kale ve Melikşah döneminde yapılan Sultan Kale olarak sıralayabiliriz. Çevrede ayrıca Yusuf Hemadani Külliyesi, Gâvur Kalesi ve Erk Kalesi gibi yapılar bulunuyor. Asıl adı Ebû Yakûb Yûsuf Hemadanî olan Yusuf Hemadani önemli din bilginlerinden olup Ahmet Yesevi’nin de hocasıdır. Geniş bir alana yayılan ve surlarının çoğu yıkılmış olup adeta Kadim Merv şehrini kuşatmış olduğu anlaşılan Sultan Kale, Sultan Sencer’in türbesini de içinde barındırdığı için ayrı bir öneme sahip. Sultan Alparslan’ın torunu ve Sultan Melikşah’ın oğlu olan Sultan Sencer 1157 yılında vefat edince burada kendi yaptırdığı türbeye defnedilmiş. Sultan Sencer’in mezarı, devletimiz tarafından restore edilen türbenin ortasında bulunuyor. Kadim Merv’deki kaleler/köşkler kerpiç/toprak yapılar olduğu için büyük ölçüde yıpranıp harabe haline gelmiş ve geniş çaplı restorasyonla ayağa kaldırılmayı bekliyor.
Sultan Sencer’in türbesinin bilinmesi akla hemen Sultan Alparslan’la babası Çağrı Bey’in mezarlarını getiriyor. Ancak ne var ki bu konuda ihtilaf var. Malazgirt Zaferi sonrasında 1072 yılında Merv’e dönüşünde bir suikasta kurban giden Sultan Alparslan, Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı olan MHP Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun tarihi kaynaklara ve yerinde yaptığı incelemelere dayanarak 2009 yılında yaptığı tespitlere göre, babasının yanı başına defnedildi. Bu tespite göre baba – oğlun mezarları, orada bulunan ve TİKA tarafından restore edilen Sahabe’den Al Hakem Gıfari ve Bureyda Al Aslami’nin medfun bulundukları türbelerin yakınında bir yerde bulunuyor.
Özbekistan