Osman Oktay

Modern Seyahatname


Скачать книгу

Parkı’na uğradı. Orada Manas’ın heykelleri, Kırgız Türkleri’nin özelliklerini yansıtan başka figürler, otantik Kırgız Çadırı ve eşyaları sergileniyor. Yalnız ne var ki ülkenin ekonomik sıkıntılar içinde olduğu hemen belli oluyor. İyi niyet ve beklentilerle oluşturulduğunda şüphe olmayan bu mekân ne yazık ki çok bakımsız. Daha önce yaptığım Balkan gezisi sırasında ülkemizin gurur verici hizmetler yaptığına şahit olduğum kurumlarından biri olan TİKA (Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) keşke orada da bir çalışma yapsa…

      Atabeyt… Bir Hüzün Durağı

      Ardından acıları depreştiren, 75 – 76 yıl sonra da olsa yürekleri dağlamaya devam eden ve edecek olan, ünlü Kırgız Romancı Cengiz Aytmatov’un mezarının da bulunduğu Atabeyt (Ata-Beyit – Baba Mezarı) ziyaret edildi. Atabeyt, 1936–1937 yıllarında Kırgızistan’da yaşanan ve Stalin rejimi tarafından yapılan katliamın yapıldığı ve onlar adına yapılan anıt mezarların bulunduğu yer. İnsanlıktan uzak Rus komünistlerinin, aralarında 12 Kırgız Bakan’ın da bulunduğu çoğu Kırgız Türklerine ait tam 138 aydını topluca katlederek bir kireç ya da tuğla ocağına atıp toprakla kapatmaları dünyanın olduğu gibi Türk âleminin bile gündemine girmemişti. Aytmatov’un, en son dokuz yaşındayken görebildiği babası Törekul Aytmatov da katledilenler arasındaydı ve Haziran 2008’de vefat eden oğlu, dünyaca ünlü yazar Cengiz Aytmatov vasiyeti üzerine babasının yakınına defnedilmişti. Sovyetlerin çeşitli bölgelerinde 1936–1945 yılları arasında yapılan bu katliamlardan ne yazık ki 1993 yılına kadar kimsenin haberi olmadı. Ta ki Tuğla ocağı bekçisi Hıdır Aliyev’in, gizlendiği yerde şahit olduğu ve korkusundan yıllarca gizlemek zorunda kaldığı bu katliamı, ölmeden önce kızına anlatana kadar: “Şunu herkes bilsin ki kireç ocağında çok büyük olaylar oldu. Zamanı gelince herkes öğrenmeli!”

      Hıdır Aliyev’in bu sözleri kızını çok etkilemişti ve anlatmak için fırsat kolluyordu. O fırsat nihayet doğmuştu ve konu, bağımsızlığın ilan edilişinden yaklaşık iki yıl sonra 1993 yılında Kırgız hükümetine iletildi. Kırgızistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Askar Akayev hemen bir kazı yapılmasını isteyince gerçek bütün açıklığıyla ortaya çıktı. Kazılar sonucunda bulunan toplu mezar sadece Kırgızistan’ı değil tüm Orta Asya cumhuriyetlerinin kanını dondurdu. Toplu mezarda 138 ceset ve binlerce mermi kovanı bulunmuştu. Yapılan arşiv araştırmaları ve DNA testleri sonucunda iki kadın cesedi dışında herkesin isimleri belirlendi. O isimlerin listesi Ata Beyit’te ve müzede yer alıyor. Ata Beyit’te şehitlerin anısına yaptırılan bir de anıt var.

      Ata Beyit’te yaşanan duygu dolu anlar ve oradaki müze sorumlusundan bilgiler aldıktan sonra hüzünle ayrıldık ve otantik Kırgız Çadırlarından oluşan bir mekânda öğle yemeği yedik. Ardından Oş Pazarını ve Ala Tov Meydanı’nı gezdikten sonra otelimize geçtik. Gece yolculuk yapıp akşama kadar da gezdiğimiz için yorgunluk hat safhada. Yarın da otobüsle Isıggöl’e yolculuk yapacağımız için yatıp dinlenmeliydik; öyle yaptık.

      Otelimizin kahvaltısını bir Rus bayan hazırlıyor ve alışkanlıklarımızın dışında bir durumla karşılaşınca biraz tedirgin olduk. Hele hele bol ekmek yemeğe alışık olduğumuz için adam başı verdiği küçük ekmek dilimi, tabir yerinde ise dişimizin kovuğunu bile doldurmadı! Neyse ki eşimle ben tedbirli davranarak memleketten zeytinle peynir götürmüştük, oldukça işe yaradı.

      Artık benim için gezinin en heyecanlı anı başlıyordu. Çünkü gençliğimden beri hayalini kurduğum Isıggöl yolculuğu başlamıştı. Yaklaşık 230 kilometrelik bir yolumuz vardı ama uzunca bir süre hiç Bişkek’ten çıkmamışçasına yol aldık. Tıpkı bizim Karadeniz sahili gibi yerleşim yerleri birbirine bağlanmış durumdaydı ve sanki Kırgızistan Bişkek’ten ibaretti…

      Yol boyunca iğde ve dut ağaçlarını görmek bize tebessüm ettiriyordu. Çin’e doğru uzanan tarihi İpek Yolu’ndan gidiyorduk ve adına uygun olarak ipek böceklerine yem olması için dut ağaçlarının dalları budanmış, amiyane tabirle cascavlak kalmıştı. Derken otobüsümüz ana yoldan ayrıldı ve Isıggöl heyecanını da bastıracak olan Balasagun’a yöneldi…

      Burana… Türk Dünyası’nın İlk Minaresi

      İslam Peygamberi Hz. Muhammed, kanatlı atı Burak’ın sırtında göklere yükseldiği Miraç gecesinde gök katlarında kendinden önceki Peygamberleri görür. Bunlar arasında birini tanıyamaz ve Cebrail’e bunun kim olduğunu sorar. Cebrail şöyle der:

       -Bu zat Peygamber değildir. Siz ruhunuzu Ulu Tanrıya emanet ettiğiniz günden üç yüzyıl sonra yeryüzüne inecek ve dininizi Türkistan’da yayacaktır.

      Cebrail Aleyhisselam’ın bu cevabı üzerine Hazreti Muhammed çok sevinmiş, Miraçtan sonra, gece gündüz bu mübarek ruh için dua etmeğe başlamıştı. Tabi bu arada, bu mübarek zattan sahabelerine de bahsetmişve sahabelerinin bu zatın ruhunu görmeği istemeleri üzerine Hazreti Muhammed de dua ederek Miraç esnasında gördüğü zatın ruhunun onlara da görünmesini arzulamıştı.

      Hazreti Muhammed’in duası üzerine birden karşılarında kırk silahlı atlı belirdi. Selam verip yaklaştılar. Bu atlılar, başlarında Satuk Buğra Han’ın bulunduğu kırk arkadaşının ruhu idi…”

      Bu satırlar, Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın destanlaşan hayat hikâyesinde (Tezkire-i Buğra Han) geçiyor. Gerçek olan şu ki O, bir hükümdar olarak İslamiyet’i kabul etmek suretiyle Türk Milleti’nin kitleler halinde Müslüman olmasına öncülük etti. Bunu, Türk tarihinin akışını değiştirmek olarak da ifade edebiliriz. Balasagun’a, mis kokulu çilek tarlaları arasından geçen bir yolla ulaştık. Karşımızda, Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın hâlâ ayakta durmakta olan ve orada “Burana” denen minaresi vardı, uzakta da Tanrı Dağlarının başı karlı uzantıları görünüyordu; heyecan dorukta idi.

      Düşünebiliyor musunuz; o an bulunduğumuz yerde, bin kusur yıl önce devletin başı bir sabah kalkıyor ve “Ben Müslüman oldum” diyor, millet arkasından yürüyor. Heyecan duymamak, duygu yüklü olmamak mümkün mü? O yüce Hakan’ın ruhuna Fatihalar okuyor ve peş peşe fotoğraflar çekiyoruz. Etrafta barakamsı yapılar ve otantik Kırgız çadırları içinde hediyelik eşya satanlar var. Gözlerimiz müze arıyor ve bulamıyoruz. Neden sonra, o barakaları merak eden arkadaşlardan biri müzeyi fark edip haber verdi. Hayret! Orada asırlar öncesinden kalma pek çok eşya var ve bunları modern bir binada sergileyip tanıtamıyorlar. Müze için giriş parası da ödemiyorsunuz ve görevli bayan bilgiler veriyor. Resim çekmek yasak ama ben izin alarak Kutad Gubilig yazarı değerli üstad Yusuf Has Hacib’in büstü ve her iki yanındaki vitrin bölmeleri ile ayrı bir yerde sergilenen Kutad Gubilig baskılarının bulunduğu camekânın fotoğraflarını çektim. Yalnız, Avrupa’da, İran’da, Arap ülkelerinde karşılaştığımız dert buralarda, Ata yurdumuzda da bizi bırakmıyor. Müzelerde, yollarda, oralarda buralarda Türkiye Türkçesi ile yazılmış bir ibare, bir broşür yok. Oysa oralara en çok biz gidiyoruz ve Türk Dünyası’nın alfabe birliğine geçmesinin gereği bir defa daha bütün açıklığı ile ortaya çıkıyor.

      Müzeden çıktıktan sonra gözüm yine minarede idi ve cesaret edip çıktım. Ziyarete gelen Kırgız öğrenciler ve bizim gruptan bazı arkadaşlar da çıkmışlardı. Orada içimden bir şeyler koptu ve yüksek sesle ezan okumaya başladım. Aşağıdan grup arkadaşlarım da duymuşlar ve onlar da duygu yüklü olarak ezanı dinlemişler.

      Isıggöl’e vakitlice ulaşabilmek için ayrılmamız gerekiyordu ve ayrıldık. Yine çilek tarlaları arasından geçiyorduk ve bu defa mola verdik. Hemen orada yemek için aldığımız iki kova çileğin parasını Alanya’dan turumuza