Анонимный автор

Tanrı Dağları'nın Zirvesi Aytmatov


Скачать книгу

haylazlığı, maceracılığı ve gözü kara kahramanlığıyla alt üst ettiği için yeni Sovyet lideri N. S. Kruşçev’i son derece dışlamışlar, ondan nefret etmişlerdir. Stalin ile Kruşçev’e karşı takınılan bu tür iki farklı tavır Kırgız yazarlar muhitinde uzun süre kendini gösterdi.

      20. Parti Kurultayının gerçekleştirildiği sırada ben üniversite ikinci sınıfta okuyordum. Rus basını ve edebiyatında meydana gelen bütün yenilikleri en ince ayrıntılarına kadar okuduğum, canla başla bilgimi arttırmaya çalıştığım bir dönemdi. Ben taptaze bir yetimdim, “büyük terör” döneminde hapishanede öldürülen bir dedenin torunu ve bir dayının yeğeni, “halk düşmanı” olarak iki yıl hapiste kalan, sonra amansız bir hastalığa yakalanan ve bu hastalık sonucu ölen bir babanın oğluydum. Babam sağlığında hapishanede suçsuz yere azap çektiğini ve akrabalarının, yaşıtlarının ve dostlarının haksız yere suçlanarak cezalandırıldığını mırıldana mırıldana bıkıp usanmadan hikâye ederdi. Sonra da bizim köy ünlü Basmacı liderlerinden biri olan Canıbek Kadı’nın çıktığı, birçok gencinin Basmacılık Hareketi’ne doğrudan karıştığı, 1928 yılına kadar yeni hükûmete baş eğmeyen, kendi başına buyruk bir köydü. Bu sebeple büyüyüp yetişkin hâle gelen gençlerin büyük bir kısmı hapse atılmış, sürgüne gönderilmiş, ülke dışına kaçmış, karılarını dul, çocuklarını yetim bırakıp gitmişti. Felaketten sağ salim kurtulmuş olan yaşlılar beşer altışar bir araya geldiklerinde yeni yönetimin köy halkına uyguladığı horluğu bir masal gibi anlatıyorlar, Çarlık zamanına büyük bir özlem duyarak ağlaşıyorlardı. Ben onların o zamanlarda Sovyet Dönemini, yönetimini, Stalin başta olmak üzere liderlerini tasvip ettiklerini ya da övdüklerini hemen hemen hiç duymadım. İkinci Dünya Savaşı’nın tam ortasında çocukları kanlı meydana giden yaşlı kadınların Stalin’e karşı konuştuklarını çok defa duydum. Yine, dağ oyuklarından inip gelen çocuklar sokakta okula giderlerken: “Yüce Stalin Atamız / Sloganlarını saçarız / Evden dışarı çıkamayıp / Donsuz yatarız.” diyerek bir mâni söylüyorlardı. Bu mâniyi ileri gelenlerden birinin bir ozanı şaka olsun diye çıkarmış, münasebetsiz çocuklar da dillerine dolamış olsalar gerek. Kısacası, benim çocukluk çağım Sovyet yönetimine, Bolşevik Partisine ve Stalin’e sevgi göstermeyen, canı gönülden saygı duymayan bir çevrede geçti. Bu sebeple, Stalin’in birçok suçsuz insanın cezalandırılması kampanyalarının resmî olarak suçlanmasını ben hiç yabancılık çekmeden kabul ettim, mırın kırın etmeden destekledim.

      Stalinizm eleştirildikten sonra ansızın 1920-30’lu yıllarda, yayımlanmış bulunan, ancak sonraları kütüphane arşivlerinde “hapsedilmiş” yatan kitap, dergi ve gazeteler açığa çıkarıldı. Bu yayınların birçoğunu dikkatle okuduğumda çok şaşırdım: Bizim okuduğumuz ders kitaplarında, siyasi ve bilimsel metinlerde SSCB tarihinin ilk dönemlerine ait birçok gerçeğin gizlendiğini, ters yüz edildiğini, aksinin gösterildiğini gördüm.

      Stalinizm zamanında basın yayın organları, edebî eserler ve başka kitaplar aracılığıyla halka, memlekete dikte ettirilen teorik anlayışlar, dogma kökenli fikirler, basmakalıp mitler Moskova ile Leningrad şehirlerinde çıkan gazete ve dergilerin her bir yeni sayısında eleştirildi, çürütüldü ve tekrar gözden geçirildi. Eski ideolojik propagandaya karşı çıkan yeni düşünceler, görüşler ve çözümlemeler dile getirilmeye başladı; tarihî ve sosyal meseleler üzerine şiddetli tartışmalar yapıldı. Öncekilerden son derece farklı, yeni bir anlam ve içerik taşıyan edebî eserler yayımlandı. Ben bu antidogmatik makalelerin, son derece şiddetli tartışmaların, ilginç edebî eserlerin hemen hemen hepsini okudum, her gün yeni yeni bilgileri sindirme sürecinde yaşadım. Bu bilgiler bir hayal okyanusuna dalmamı sağladı, aklımı başımdan aldı ve beni çalışmaya zorladı, hatta bazıları can evimi zangır zangır titretti.

      Kısacası, herhâlde ben kendi başına fikir yürütme, kim bilir ne zaman keşfedilen gerçekleri tekrar keşfetme, her türlü nesneye eleştirel gözle bakma doğrultusunda zorlu bir yola girip üniversiteyi bitirinceye kadar özgür düşünme yetisini bir nebze olsun geliştirebildim. Uzun söze gerek yok, Stalin’in otoritesine sığınma âdetine darbe vurulduğunu, onun ideolojik siyasetinin ve ülkeyi yönetme metodunun bir kenara itilmesinin her açıdan yerinde olduğunu, özellikle bilim, sanat ve edebiyat için yeni perspektiflerin açıldığını kendi gözlerimle görmüştüm. Aralarına karıştığım birçok öğrenci ise özellikle aralarında yazarlık sevdasında olanlar, hatta yaşı bizden büyük olan yazarlar Kruşçev’in Stalinizm zulmünü eleştirmiş, onun Sovyet insanını haksız yere suçlanma ve cezalandırılma korkusundan kurtarmasının, entelektüeller için özgür düşünme, gelişme ve çalışma imkânı yaratmasının değerini anlamamışlardı. Aksine, kendilerinin yakından tanımadıkları Stalin’in şahsını, yönetim şeklini ve devrini överek ve savunarak Kruşçev’in topluma soktuğu yenilikleri dışlamışlar, kendisinden hiç de hoşlanmamışlardı.

      Ben bizim aydın insanlarımızın faydasından çok zararı dokunmuş olan Stalinizm’e büyük bir darbe vurduğu için Kruşçev’i dışlamalarına hayret ederdim. Bunun sebeplerini ne anlamış ne de birilerine anlatabilmiştim. Ancak bir gün profesyonel hırsızlığı dolayısıyla uzun yıllar hapishanede kalan bir yazarın çok ilginç bir kitabını okurken bu kitaptan işte şöyle bir hayat gerçeğini öğrendim:

      Anlaşılan 15-20 yıl hapishanede kalıp hazır yemek, yatak, iş ve banyodan faydalanmaya iyice alışmış bir insan cezası bitip dışarı çıktığı zaman kendi başına yaşamanın meşakkatleriyle yüz yüze gelirmiş. Kendi başına ev araması, iş arayıp bulması, kazandığı parayla gidip yiyecek alması, bunlardan yemek yapması, kendi başına banyoya gitmesi, kendi başına giysilerini, çarşaflarını değiştirmesi çok büyük bir emek gibi görünürmüş. Sonra o insan kendi başına yaşamaya çalışma çabalarından ürker, özgür yaşamaktansa hapishanede alışmış olduğu yaşamını tercih edermiş, basit bir suç işleyip tekrar hapishaneye düşer, zorluk çeken canını rahata erdirirmiş.

      Bu gerçek beni son derece şaşırttı ve aniden birçok Kırgız aydınının Stalin’i sevip Kruşçev’i dışlamalarını aklıma getirdi. Onların bu davranışları da geçmişi uzun yıllara dayanan bir hapishaneden çıktıktan sonra kendi başlarına yaşama imkânından ürken, usanan, kendini bırakıveren, tekrar hapishane şartlarını arzu eden insanların davranışlarına benziyordu. İster kabul etsinler ister etmesinler, N. S. Kruşçev, Stalinizm belasını ortaya dökme yoluyla Sovyet aydınlarını Stalinizm’in manevi hapishanesinden çıkarmış, onlara: “Her biriniz kendi başınıza düşünün, her türlü gerçeğe kendi aklınızla ulaşın” gibisinden bir işaret vermişti.

      Ancak kendi başına düşünme hareketi kendi başına geçimini sağlama zahmetinden çok daha meşakkatli bir işti. Bu yüzden totaliter yönetim şartlarında eğitim alan ve çalışmaya alışan birçok Kırgız aydını kendi başına aklını çalıştırma, düşünme gayreti içine girme, kendi başına dünyayı tanıma ve hayatın gerçeklerini kafa göz yara yara keşfetme zamanı geldiğinde böylesine meşakkatli bir işten tedirgin olup kaçmaz, kendi başına bata çıka ilerlemeye çalışmadan fikir yürütme mecburiyeti talep etmeyen Stalinizm’in manevi hapishanesini özlemez miydi?

      Elbette, Stalinizm yönetimi tarafından aşağılanarak büyümesi dolayısıyla Cengiz Aytmatov bu yönetimi yaratan 30 yıl kadar hüküm süren diktatör liderin son derece büyük itibarının öldükten hemen üç yıl sonra resmî bir şekilde alaşağı edilmesini, onun zulüm siyasetinin açıkça suçlanmasını olumlu bir şekilde kabul etmeye psikolojik açıdan hazırdı. İkinci olarak bu psikolojik hazırlıkla birlikte, kendisinde bir bilinç uyuşmasının gerçekleşmemesi, atak ve yetenekli kalabilmesi de onun yeni bir siyasi muhit tarafından yaratılan fikirleri